Vakanüvis yazdı: Hayvan hakları yasası hazırlanırken...
Taslağının teklif haline dönüştürülüp TBMM gündemine gelmesi beklenen Hayvan Hakları Yasası, Vakanüvis tarafından kaleme alındı.
Hayvan Hakları Yasası nihayet çıkıyor. Taslağın yakında teklif haline dönüştürülüp TBMM gündemine gelmesi bekleniyor.
Düzenleme yasalaştığında, bu konudaki pek çok sorunlu alanın düzelmesi umuluyor. Zira modern insanın hayvanla olan ilişkisi gerçekten sorunlu ama bu demek değil ki geçmişte, hele hele uzak geçmişte insan - hayvan ilişkisi iyiydi. İnsanlığın asırlar boyunca akıl dışı olana, hurafeye, batıl itikada olan düşkünlüğü, hayvanları birbirinden tuhaf durumların baş aktörü haline getirmişti. Üstelik bu durum, günümüzde bile pek çok coğrafyada devam etmekte.
"HYV”Dİ, "HAYEVÂN"A DÖNÜŞTÜ, NİHAYET "HAYVAN" OLDU
Hz. Âdem’den bu yana var olan hayvanları adlandırma, gerek Sâmi dilleri, gerek Arapça gerekse de Latincede aynı mantıkla ortaya çıkmış: “Canlı oluş.” Sâmî dilindeki “hyy” (yaşamak, canlı olmak) kökünden “hyv”, zamanla “hayevân”a dönüşmüş. Bugün kullandığımız “hayvan” da kelimenin son hali. Benzer biçimde Batı dillerinde hayvan anlamına gelen “animal” de yine canlılığa atıfta bulunuyor. Dinler tarihinde, hayvanların canlılığının da ötesinde, içinde bir ruh olduğunu kabul eden “animizm” dini var. Bugün görsel sanatların vazgeçilmez unsurlarından birisi olan animasyon da (canlandırma) yine bu kökten geliyor. Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi’nin “hayvan” maddesini kaleme alan Kürşat Demirci, bu canlı grubunun inançlarla iç içe geçmiş tarihsel sürecine dair kapsamlı bilgiler veriyor.
HAYVANLAR YIĞINLA HURAFEYE ALET EDİLDİ
Bugünden geriye doğru bakıldığında, insanlık, çok uzun asırlar boyunca hayvanlara manevî güçler atfedip, kimi hayvanlarla tuhaf etkileşimlere (kutsama) girmiş. En eski zamanlardan günümüze kadar çeşitli hayvan türleri dinî açıdan ya ibadet objesi ve vasıtası olarak görülmüş veya bir kültle ilgili kabul edilmişti. Çok sayıda mitolojide “hayvanların bilgeliği” ya da “sihir - kehanet yüklü oluşları”, bıkıtıracak kadar birbirinin tekrarı bir şekilde karşımıza çıkar. Hayvanlar asırlar boyunca - doğal olarak hiçbir dahillerinin olmadığı - batıl itikadın, hurafenin tam odağında, insanın yanı başında var ola geldi.
İnsan toplulukları çok uzun zaman, bire bir avcılık yaptılar, bu durum da onların hayvanlar hakkında detaylı bilgi sahibi olmalarına yol açtı. Avcılıkta kan dökülmesi, dökülen bu kanın hayvanın hayatına son vermesi insanların “kanda ruh olduğu” düşüncesine kapılmalarına yol açmıştı. Özellikle Sâmî kavimlerde bu inanış neticesinde kana bir kutsiyet atfedilerek, onun boş yere akıtılamayacağı düşüncesi doğmuş, bu da hayvanların etrafında törensel pratiklerin ortaya çıkmasını sağlamıştı.
“KÂHİN HAYVAN”IN BÖBREĞİ İNSANLARA “YOL GÖSTERİRDİ”
lkel kavimlerde hayvanlarla ilgili olarak görülen en temel davranış biçimlerinden birisi, onların kehanet veya falcılıkta kullanılması oldu. İnsanlar, kuş, yılan, balık, deve, koyun vb. hayvanların davranışlarını gözlemliyor, onların tabiat üstü yetenekleriyle kimi olayları önceden haber aldıklarına inanıyor, hayvanın gittiği istikamet, çıkardığı ses gibi emarelerden bir sonuca varıyorlardı. Hayvanların iç organlarının da kehanet için işaretler taşıdığına yönelik inanışlar da vardı. Önemli bir karar öncesi bu amaçla hayvan öldürülür, sonra da karaciğer, kalp, böbrek ya da kemiklerine bakarak, buradaki şekillerden anlamlar çıkartılırdı. Anadolu, Batı İran, Mısır, Mezopotamya, Kafkasya bölgelerinde bugün bile bu batıl itikadın izlerini görmek mümkün.
YILAN DERİ DEĞİŞTİRİYOR, O ZAMAN SONSUZA KADAR YAŞAYACAK!
Hayvanları hayatının merkezine koyan inanışlar arasında Sumerler, Urartular ve Asur-Babil topluluğu için boğa çok önemliydi. Boynuzları ile hilal arasında bağ kuran bu miletler, boğanın gücünü Ay’dan aldığını düşünüyordu. Kimi Mezopotomya ulusları ise sürekli derisini değiştiren yılanın bu özelliğini “sonsuz hayat” metaforuyla ilişkilendirmiş, bu hayvanları “sonsuz yaşam sahibi bilge” olarak görmüşlerdi.
ANTİK MISIRLILARIN “B*K BÖCEĞİNDEN TANRI”LARI VARDI
Mısır’da kült hayvanlarından birisi kediydi. Kedi; temizlik, özgürlük, egoizm ve şehvetin sembolü olarak görülüyordu. Eski Mısır’ın tanrı ve tanrıçalarından bazıları bu nedenle kedi şeklinde tasvir edilmişti. Mısırlılar maymunları da kutsal sayardı. Maymunların şafak sökerken çıkardığı seslerin “dua” olduğuna inanan Antik Mısırlılar, maymunların etrafından saygılı bir şekilde toplanır, onların sabah duasını “yönetmesine” huşu içinde eşlik ederlerdi. Bu coğrafyada kutsal sayılan veya bir kültle ilişkilendirilen diğer önemli hayvanlar da şunlardı: Timsah, domuz leşi (Mısır), inek (Sümer, Asur-Bâbil, Mısır), karga (Asur-Bâbil), keçi, geyik, balık, sinek, baykuş, koyun (bütün Mezopotamya). Eski Mısır’da ayrıca b*k böceği de (scarabaeus) kutsal sayılıyordu. Bu böcek türünün renkli, parlak kabuğu ile güneş arasında bir bağ kuran “Mısırlı kafası”, onun dünyanın yaşam kaynağı olan güneşten beslenen “yerel bir tanrı” olduğunu varsayıyordu.
Hindistan ve devamındaki Uzak Doğu coğrafyasında ise fil “bilge”, maymun “ilahlarla insanlar arasında aracı” olarak görülmekteydi. Günümüzde bile bölgedeki pek çok tapınak, bu iki hayvana adanmış halde inananlarının akınına uğramakta. Filler ve maymunlar bu tapınaklarda en güzel şartlarda bakılıp, beslenmekte. Java Adaları’nda da kısırlığı iyileştirdiği inancıyla maymunlar cömert takdimelerle hâlâ ödüllendirilmekte. Buralardaki kimi bölgelerde ise maymunu nadiren “hilebazlık ve çirkinliğin” sembolü sayan inanışlardan dolayı onları toplumsal hayattan uzak tutulmaya çalışıldığı da görülüyor. Çin’de ise dayanaklı kabuğununda dolayı dünyanın kaplumbağa üzerinde durduğu inancı çok eski çağlardan günümüze kadar ulaşmıştı. Hindistan’da da asırlar boyunca ineğin kutsal sayılması, en yaygın antik çağ inanışı olarak halen varlığını sürdürmekte. Başta Mezopotamya olmak üzere bu coğrafyalarla etkileşim içinde olan Antik Yunan ve Roma dinlerinde de hayvan kültü diğerlerine çok benzer bir biçimde inanç dünyasında yer almıştı.
CAHİLİYE ARAPLARI’NIN TOTEMLERİ HAYVAN FİGÜRLERİYDİ
Sâmi dinleri ve özellikle Yaudilik’ten etkilenen cahiliye dönemi Arapları da hayvanlara kutsiyet atfetmeyi inançlarına taşımışlardı. Buna göre her kabile, özellikle hayvanlardan seçilen totemler etrafında oluşan bir inanç örgüsünü benimsemişti. Hz. Nuh kavminin önemli tanrıları olan Yegūs (aslan), Yeûk (at) ve Nesr’e (kerkenez kuşu) Arabistan yarımadasının da tanrıları arasındaydı. Bölge halklarından Nabatîler ise yunus balığını totem olarak seçmiş ve bu balık için çok sayıda tapınak inşa etmişlerdi.
Cahiliye Arapları, hayvanları maddî ve mânevî kimi değerlerin sembolü olarak tasavvur ediyordu. Buna göre; baykuş ölümün, horoz cömertliğin, kertenkele ihanetin, toy kuşu aptallığın, aslan cesaretin, koç kahramanlığın, karga gece ve kederin, deve sabır ve dayanıklılığın, at savaş ve gücün sembolüydü. Deve, at, koyun, inek ve arıda “uğur”; köpek, kedi ve kargada ise “uğursuzluk” vardı. Araplar, başka bir bedende yeniden dünyaya gelmeye de inanıyor, bunun da hayvanlarla gerçekleştiğini düşünüyorlardı. Ölenlerin ruhu baykuş olarak geri gelirdi, fare ve kertenkeleler de kötü insanların ölümlerinden sonra yeniden bedenlenmiş haliydi.
İskoçyalı dinler tarihi akademisyeni Ninian Smart ise Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 1982/1’de merhum Prof. Dr. Günay Tümer çevirisiyle yayınlanan “Tarih Öncesine Ait Dinlerle İlkel Dinler” başlıklı makalesinde, eski çağ insanlarının bir bölümünün hayvanlarla olan ilişkisinde “insan yiyen- yemeyen” ayrımında şekillenen bir kutsiyetten de bahsetmekte. Smaart’a göre; insan yemeyenler “iyi hayvan” olarak nitelendirilirken, yiyenler ise “kötü hayvan”dı. Buna göre; insan yiyen hayvanlar kötü kabul ediliyordu ancak zaman içerisinde onların zararlarından korunmak için de kutsal sayılmaları inanışı yaygınlık kazanıyordu. Böylece bu tip hayvanlara saygılı davranılmış, suretleri de totem, heykel ve benzeri objelerle görünür hale getirilmişti.
Ensonhaber'i Google News'te takip edin.
Abone Ol