Okurken bunu ben de yaşadım diyebileceğiniz masalsı bir roman

Kendisini göçebe ruhlu olarak tanımlayan Işıl Aydın’ın bu masalsı ve özgür romanı, toplumsal kabullere karşı bir duruş, doğanın insanın hiç bakmadığı haline bir özgün bir bakış olarak karşımıza çıkıyor. Okurunu sorgulatan, düşündüren ve bambaşka dünyalara götüren En Uzun Yol, edebiyatımıza keskin ve yaratıcı bir imza niteliği taşıyor.

Yazar, okuruna öykülerinde olduğu gibi En Uzun Yol‘da da masalsı ve fantastik bir dünyanın kapılarını aralıyor. Tam bu noktada edebiyatın sevenleriyle o kuvvetli bağı oluşturduğu “Bunu ben de yaşadım” hissi karşımıza çıkıyor. Kitapta anlatılan fantastik dünyanın içinde herkesin yaşayabileceği duyguları ve durumları okura aktarabilmesi hem kitabı hem de yazarı benzerlerinden ayırıyor.

Yazarın, dilin ve anlamların ötesine geçmeyi amaçlayan tavrı, romanın tamamında dikkat çekerken, duygu yoğunluğu fazla diyaloglar, üzerinde düşünme istediği uyandıracak karakterler, okuru üzerinde emek isteyecek bir okuma deneyimine çağırıyor.

Romanın anlatıcı karakterinin bir genç kızdan kadınlığa geçişine şahit olduğumuz En Uzun Yol’da en ilgi çekici noktalarından biri de cinsiyetlere ve cinsel rollere dair çok ayrıntı verilmemesi.

Yazar bu konuyu şöyle yorumluyor:

"CİNSİYET MESELERİ ÜZERİNE DÜŞÜNMEDİM"

"Cinsiyet, üzerine düşündüğüm meselelerden biri olmadı bu kitapta. Hikâyeyi toplumsal roller, tanımlar, akıl yürütmeler alanının dışında bir yerden, daha geniş bir düzlükten anlatmaya gayret ettim. Ben yazarken Ananda’yı hep ergenliğinin sonlarına yaklaşmış bir erkek, anlatıcıyı ise ergenliğinin başlarında bir kız çocuk olarak hayal ettim ama bu başka türlü de hayal edilebilir elbette. Sadece bendeki resim buydu. O nedenle bu metni bir yönüyle, aniden büyümek zorunda kalan iki çocuğun hem bunu sindirmeye çalışma hem de buna isyan etme hikayesi gibi okuyabiliriz. Ve daha pek çok farklı biçimde.”

Sayfa: 100

GENELLENEN BAKIŞ AÇILARI

En Uzun Yol, doğayı da başka biçimlerde, kendi masalının içinde harmanlayarak sunuyor okuyucusuna. Roman akıp giderken kendinizi doğanın içinde ve doğayla konuşur gibi hissediyor olmanız muhtemel. Zaten metnin içinde doğanın kişiselleştirişi, insan-doğa arasındaki bütünlük ve ayrılmazlık sık sık karşımıza çıkıyor.

Romanda hem doğa hem de insanlar açısından anlatılmayanı anlatan genellenen bakış açılarının dışına çıkan özgün tavır, cinsiyet ve rolleri konusunda da kendisinden ödün vermiyor.

Yazar kitabın bir bölümünde şöyle söylüyor;

"BU DÜNYAYA AYRILMAYA MI GELDİK"

"Bu dünyaya ayrılmaya mı geldik? Bu dünyaya ayrılıp da mı geldik? Ana babalar kendi ana babalarından doğamadan mı bizim ana babalarımız oldular? Sahi bu dünyada kim kimdik? Sınır neredeydi? Ben nerede bitiyordum da öteki başlıyordu? Fay bu yüzden mi vardı? Mevsimler neden böyle çabuk dönmüş ve yine yaz gelmişti? Yoksa en uzun yol yaz mıydı?
Bu sorular benim. Yıldızlar kadar. Ağustos ayını yıkayan meteor yağmurları kadar.”

Kitap Haberleri

  1. İletişim trendlerine dair bir kitap
Sonraki Haber