Camilerin gerdanlığı: Mahya geleneği
Ramazan ayı geldiğinde camiiler mahyalarla rengarenk süslenir. Bu mahyalarla müminler, Ramazan ayının atmosferini daha büyük coşkuyla hissederler. Peki mahya geleneği nereden geliyor? Tarihçesi nedir?
Camileri ışıl ışıl bir ahenge boyayan mahyalar, ramazan gecelerini süslüyor. Adeta camiinin gerdanlığı olarak tasvir edilen mahyalar, Ramazan ayının atmosferini mü'minlere yansıtıyor ve adeta camiilere davet ediyor. Peki Mahya ne demektir? Mahya geleneği ne zaman ortaya çıktı? Gelin Mahya geleneği ile alakalı uzun bir yolculuğa çıkalım...
MAHYA NEDİR? NE ZAMAN ORTAYA ÇIKMIŞTIR?
Mahyâ, Ramazan ayında birden fazla minaresi olan camilerin iki minaresi arasına yerleştirilen ışıklı yazılardır.
Osmanlı döneminde yağ kandilleri ile yapılan mahyalar, günümüzde elektrik ampulleri ile yapılıyor. bu sanat İstanbul’da ortaya çıkmıştır. Selatin camilerinin yani iki, dört veya altı minareli camilerin İstanbul’da olması nedeniyle mahyalar ilk olarak İstanbul'da ortaya çıktı.
Farsça mâh “ay” isminden Arapça -iyye ekiyle oluşturulmuş Osmanlıca mâhiyye (aylık, aya mahsus) kelimesinin günümüz Türkçe’sindeki şeklidir.
Receb, şâban, ramazan aylarının halk arasında adları verilmeden sadece “üç aylar” olarak anılması gibi mahya da yine adı verilmeden “ramazan ayına mahsus” anlamını kazanmış olsa gerektir. Çünkü bu uygulama bazı özel durumlar hariç yalnız ramazan ayında yapılmaktadır. Ancak kelimenin açıklanan anlamı kazanmasında Arapça mahyâ (Hz. Peygamber’e salâtüselâm getirilen meclis; zikir meclisi) kelimesinin de etkisi olduğu şüphesizdir.
Mahya geleneğinin başlangıcı Osmanlı dönemine kadar uzanmaktadır. 16.YY.’da ilk olarak İstanbul’da başlamış olan bu gelenek halen daha varlığını devam ettirmektedir.
Mahyacılığın bir sanat olarak İstanbul’da başlamasının sebebi, mahyaların öncelikle selatin camilerinde yani iki, dört veya altı minareli camilerde uygulanmasıydı ve bu camiler en çok İstanbul’da yer almaktaydı. Edirne’de ise bazı kaynaklara göre Meriç nehrinin kenarına kurulan direklere de mahyalar asılmaktaydı.
Özellikle Osmanlı döneminde halk Ramazan ayında asılacak mahyaları sabırsızlıkla beklerdi. Cami minarelerine mahya asılmasının amacı, halka kardeşlik, din ve müslümanlık ile ilgili güzel mesajlar vermektir. Aynı zamanda bu geleneğin amacı Allah’a şükretmekti.
1600’lü yıllarda uygulanan ilk mahyalarda kandiller kullanılmaktaydı. İlerleyen dönemlerde mahya hazırlanmasında kandillerin yerini her ne kadar ampuller almış olsa da, halk arasında “Kandiller Yandı” söylemi varlığını korumuştur.
Mahya ve Mahyacılık sanatı geçmişten bugüne kültürümüzün en önemli parçalarından biri olma özelliğini halen korumaktadır.
Mahyalar aynı zamanda Osmanlı kültürünün bir damgası niteliğini de taşımaktadır. Mahyacılar eski dönemlerde Ramazan ayının ilk 15 gününde yazılı, son 15 gününde ise tasvirli mahyalar kurar, özellikle son 15 günlük dönemi çocuklar çok büyük bir heyecanla beklerdi.
Mahya sanatçıları bütün bir gün gizlilikle hazırladıkları mahyaları, akşamları heyecanlı halk ile buluştururdu. Mahya üzerindeki kandillerin hepsini yakmak en az 2 saatlik bir zaman aldığından bu heyecan her akşam daha da artardı.
Genellikle tasvirlerde “kule, salındak, piyade kayığı, çifte kayık, köprü, vapur, Kızkulesi, çiçek, kuş” gibi tasvirler olurdu. Mahya sanatçılarından Abdüllatif Efendi, Süleymaniye Camii’nin minareleri arasına astığı ve üzerinde “hünkar kayığı” tasviri olan mahyası ile bilinirdi.
Abdüllatif Efendi aynı zamanda gemilerin direklerine mahya kurmakla da tanınmıştı. Mahya sanatındaki diğer önemli bir çalışma da, Süleymaniye Camii’nde asılan hareketli ve gezici mahyaydı. Bu mahyada köprüden geçen arabalar ya da köprü önünde hareket eden kayıklarla birlikte yüzen balıklar tasvir edilirdi.
Mübarek gün ve gecelerde halkın ibadeti için gece boyu açık kalan camilerin kandillerle donatılması geleneği İslâmiyet’in ilk asırlarına kadar uzanmaktadır.Mübarek gün ve gecelerde halkın ibadeti için gece boyu açık kalan camilerin kandillerle donatılması geleneği İslâmiyet’in ilk asırlarına kadar uzanmaktadır.
Ramazan ayının ilk 15 gününde asılan yazılı mahyalarda ise ilk zamanlarda “Ya Gâni, Ya Mabut, Ya Kâfî”, “Ya Şehr-i Ramazan”, “Ya Kerim”, “Allah”, “Bismillah”, “Elhamdülillah” “Merhaba”, “Merhaba Ya Şehr-i Ramazan”, “Gufran Ayı”, ”Safa geldin”,” Elveda” gibi yazılar yazılırdı.
ESKİ MAHYALAR NASIL HAZIRLANIYORDU?
Mahya ve Mahya sanatı günümüzde led’li ve elektronik sistemlerle çok daha hızlı ve ekonomik bir şekilde hazırlanmaktadır. Ancak, özellikle mahya sanatının ve mahyacılığın ilk dönemlerinde mahya hazırlanması ve asılması, oldukça yorucu ve zaman alıcı bir işti.
Tek bir mahyanın hazırlanması için yüzlerce kandilin iplere tek tek dizilmesi gerekmekteydi. Mahyayı hazırlayan sanatçı öncelikle yapacağı tasviri veya yazacağı yazıyı kareli kağıtların üzerinde eskiz olarak hazırlardı. Hazırladığı bu mahya eskizi üzerinde atması gereken düğümleri, asacağı kandillerin yerini belirledikten sonra, kandillerin asılmasına başlanırdı.
Mahyanın hazırlanmasından sonra asılması da oldukça zordu. Mahya minareler arasına asıldıktan sonra bütün kandillerin tek tek yakılması gerekirdi. Mahya sanatçıları her güne ayrı ve özel bir tasvir hazırlamak için bütün gün çalışmak zorundaydılar.
(Arapça 'Muhammed' yazılı geçmişten bir mahya)
Fâkihî (ö. 278/891) Mescid-i Harâm’ın 455 kandilinin olduğunu, bunlardan daha çok ışık veren bazılarının sadece ramazan ayı ile hac mevsiminde yakıldığını, bu kandillerin direkler arasına gerilmiş iplere bakır çengellerle asıldığını ve bu sayede Mescid-i Harâm’ın istenilen yerine taşınabildiğini söyler.
Yine Fâkihî, Mekke Valisi Muhammed b. Ahmed el-Mansûrî’nin ilk defa dikili direkler arasına gerilmiş iplere kandil astırdığını yazmaktadır.
Fâkihî’nin ve ondan dört buçuk asır kadar sonra yaşayan İbnü’l-Hâcc’ın sözünü ettiği aynı uygulamaların (el-Medḫal, I, 308, 312) bir Osmanlı icadı olan minareler arasına ipler ve kandillerle mahya kurma geleneğine ilham verdiği düşünülebilir.
(XVI. yüzyılın sonlarında İstanbul’a gelen S. Schweigger’in seyahatnâmesindeki mahya tasviri (Ein newe Reyssbeschreibung aus Teutschland nach Constantinopel und Jerusalem, Nürnberg 1608, s. 193)
Osmanlılar’ın ilk mahyayı ne zaman kurdukları bilinmemektedir. Ancak 1578’de İstanbul’a gelen Alman seyyahı Schweigger’in seyahatnâmesinde yer alan bir tasvirde minareler arasındaki bir mahya açıkça görülmektedir (Eine newe Reyßbeschreibung, s. 193).
Ensonhaber'i Google News'te takip edin.
Abone Ol