Ümit Yenişehirli yazdı: Heykel yüzünden batan ülke

Ümit Yenişehirli, Paskalya Adası'nda heykel saplantısının nasıl bir ekolojik ve toplumsal çöküşe yol açtığını tarihi örnekler eşliğinde ele aldı.

Ümit Yenişehirli yazdı: Heykel yüzünden batan ülke

Tarihin derinliklerindeki kimi hadiseler, inanılmaz özellikleriyle öne çıkıyor. Güney Amerika’daki bir ada ülkesinin, heykel tutkusu nedeniyle batıp gitmesi de bu türden, ibretlik bir tarihî öykü…

ADAYI AVRUPALI ÇAPULCULAR BULMUŞTU

Arkeolog, tarihçi Ronald Wright’in, 2007 yılında Versus Yayınları arasından çıkan “İlerlemenin Kısa Tarihi” isimli kitabında, bir pasifik adası olan Paskalya’nın, adeta aklın sınırlarını zorlayan hikâyesi yer almakta. Güney Pasifik’te, Avustralya’nın çok uzağında, karşısındaki Şili’ye ise yakın konumda olan Rapa Nui, bilinen adıyla Paskalya Adası, uzun asırlar boyunca kalabalık olmayan bir insan topluluğunun yaşadığı küçük bir ülke (241 km²) olarak varlık göstermişti.

Sömürgeci keşifleri öncesi, dünyanın geri kalanının bilmediği bu adanın varlığından, İspanyol korsanların 1687 yılındaki bir seferiyle haberdar olunmuştu. 1722 yılında ise Hollandalı bir maceracı grup, karaya paskalya gününde ayak bastıkları için, adaya bu adı vermişlerdi. Ada, sonraki asırlarda ise köle ticareti için bir ara liman olarak kullanılmıştı.

TAM 1000 HEYKEL! HANGİ AKLA HİZMET!

İstanbul’un Eyüp ya da Ankara’nın Etimesgut ilçeleri kadar bir yüz ölçüme sahip olan Paskalya Adası, normal şartlarda kimsenin dikkatini çekmeyebilirdi. Zira Pasifik Okyanusu’nda, benzeri yüzlerce ada bulunmaktaydı. Burayı farklı kılan ise o kadar küçük bir coğrafyada, son derece az bir nüfus yaşarken, bu insanların büyük gayretlerle bin civarında devasa heykeller yapmalarıydı. Ülkenin nüfusunun 10 bin civarı olduğu devirlerde, her on kişiye bir heykel düşmekteydi. Bir gemi kaptanı, heykellerin büyüklük ve çokluğunu görünce, “Bunları olsa olsa şeytan yapmıştır.” diyecekti.

ATALARINA TAPIYORLARDI

Batılılar, adaya gidip geldikçe en fazla heykellere odaklanmışlardı. Gerek denizciler, gerekse onlarla adaya gelen araştırmacılar, devasa taş heykellerin hangi amaçla ve nasıl yapıldığını anlamaya çalışmışlardı. Ağırlıkları tonları bulan ve yüzlerinde tuhaf ifadeler yer alan heykellere adada “moai” denildiği öğrenilmişti. Bu kelime, ada dilinde, “babalar, atalar” gibi anlamlara gelmekteydi. Moailer, tanrıların soyundan gelen yarı tanrı, ata şef varlıklardı.

Avrupalılar adaya ayak bastıklarında, sayıları giderek azalmış bir durumda buldukları Paskalyalılardan, adanın tarihi ve bu heykel fetişizmine ilişkin bazı bilgiler edinebilmişti. Nesilden nesile aktarılan halk anlatılarına göre, Polinezya kökenli ada sakinleri atalar dinine mensuptu. Bu heykellerle de atalara duyulan saygı gösteriliyor, ayrıca ibadetlerin ritüel pratiklerinde kullanılıyordu. Heykeller genellikle, yüzleri denize dönük olarak yapılıyor, böylece ada ve halkının kötülüklerden korunacağı zannediliyordu. Heykellerden bazıları ise yüzleri adanın iç kısmına bakar şekilde dikiliyor, böylece ata tanrıların, toplumu gözetleyeceğine inanılıyordu. Bazı heykellerin başına “pukao” adı verilen silindirik kırmızı – yine taştan - şapkalar da kondurulmuştu.

HEYKEL FABRİKASI KURMUŞLAR

Ada, merkezde bir lider, çevre bölgelerde ise kabile reisi konumundaki yöneticileri ile rahiplerin hâkimiyeti altındaki bir ülkeydi. Toplumsal ve idari örüntüde, her bir heykel önemli bir atayı temsil ediyordu. Sorun şuydu ki, asırlar geçtikçe nüfus çoğalıyor, doğal olarak da yeni babalar, dedeler, atalar ortaya çıkıyor, bu da heykel sayısını inanılmaz derece arttırıyordu.

Ortalama beş metre civarında bir yüksekliği olan, kimileri 10 metreyi bulan, az sayıdaki birkaçı ise 20 metreye yaklaşan bu heykellerin, o dönemin teknolojisiyle nasıl yapıldığı, hiçbir zaman tam olarak anlaşılamamıştı. Heykellerin, adadaki volkanik krater olan Rano Raraku’nun yumuşak tüf taşından yapıldığı ise bilinmekteydi. Kraterin yer aldığı bölgede, çok sayıda tamamlanmamış heykel bulunması ise buranın bir heykel fabrikası gibi çalıştığını ortaya koymuştu.

SOSYAL DENGEYİ BOZDULAR

Moai kültü, zaman içerisinde adanın inanç sistemi ve sosyal yapısı ile ekonomisini de derinden etkilemişti. Heykellerin inşası, büyük bir iş gücü ve organizasyon gerektiriyordu. Bu durum, adada hiyerarşik bir sosyal yapıyı giderek daha güçlü kılmıştı. Öte yandan, farklı klanlar, kendi atalarını temsil eden daha büyük ve daha gösterişli moailer inşa etme noktasında kıyıcı bir sosyal rekabete girişmişti. Bu durum ise zaman zaman gruplar arası husumete hatta çatışmalara yol açmaktaydı. Ülkenin kaynakları ve toplumsal enerji, adeta akılsızca denilecek bir şekilde neredeyse sadece anıtsal heykel üretimine ayrılıyordu.

AĞAÇLAR BİTTİ, EROZYON BAŞGÖSTERDİ, SU KAYNAKLARI KURUDU

Zaman içerisinde, heykellerin taşınması için kullanılan kızak ve halatlar için inanılmaz sayıda ağaç kesilmesi de adadaki ekolojik dengeyi bozmuştu. Artan nüfusa bağlı olarak, yeni yerleşim yerleri ve tarım alanları açmak gerekmiş, bunun için de ormanlar tahrip edilmişti. Böylece çıplaklaşan ada toprağında, bir süre sonra erozyon ve bunun sonucu olarak tuzlanma meydana gelmişti.

KEDİ, KÖPEK, KEMİRGEN, İNSAN BULABİLDİKLERİ NE VARSA YEDİLER

Adadaki tarımsal üretimde düşüş, avlanmada zorluklar, hayvancılıkta gerileme ve temel ihtiyaçların karşılanmasında çeşitli sorunlar görülmüştü. Ormanların tahribi; adaya özgü bitki ve hayvan türlerinin yok olmasına veya sayılarının azalmasına, kısacası biyoçeşitliliğe de olumsuz etki yapmıştı. Ağaç eksikliği, bot imalatına sekte vurmuş, bu da giderek balıkçılığı da yapılamaz hale getirmişti. Kıtlık ve giderek açlık yaygınlaşmış, bunun neticesi olarak da sosyal çalkantılar artmıştı. Bütün bunlar, ada halkının kendi kendine yeterliliğini azaltmış, bu nedenle de göçler çoğalmaya başlamıştı. Yerlilerin bir kısmı da Avrupalıların köle ticaretiyle vatanlarından kopartılmıştı. Ada nüfusunun önemli bir bölümü de Avrupalı sömürgecilerin getirdiği frengi ve çiçek hastalığı gibi salgınlar nedeniyle hayatını kaybetmişti.

Paskalya Adası’ndaki gıda arzının, trajik bir biçimde bozulması, halkı “ne bulurlarsa yeme” noktasına getirmişti. Köpek, kedi, kemirgenler artık adalıların günlük menüsüydü. Ortamdaki tek protein kaynağı olan tavuklar ise adalıların gözbebeğiydi. Ahali, taş evlerini de kullanamıyordu zira zaten az sayıda olan bu evler, tavuklar için kümes haline getirilmişti. Kimi araştırmacılar ise Polenezya toplumlarının inanç ve hayatında yamyamlığa da yer olduğunu belirterek, Paskalya Adası’nda gıda tedariki dayanılmaz ölçüde zorlaşınca, belli ölçüde yamyamlığın da görüldüğünü dile getirmişlerdi.

Heykel yapım yıllarında, ada dilinde en değerli kelimelerden birisi olan “rakau” (kereste), bu defa gene önem kazanmış, kayık yapabilmek için hayatî önemi olan kereste için kabileler arası savaşlar bile çıkmıştı. Savaşçılar, tropikal hava şartlarında güneşten bunalıp, gölgelik arasalar da zamanında acımasızca kesilen ağaçların yokluğundan dolayı bir gölgelik bile bulamıyorlardı. Artık evlerin çatı kirişleri için kullanılacak kereste de kalmadığı için Paskalya sakinleri bulabildikleri mağaralarda yaşamaya başlamışlardı. Bu mağaralara sahiplenmek için de çatışmalar çıktığı oluyordu.

ANTROPOLOJİYE YENİ BİR KAVRAM KAZANDIRDILAR: İDEOLOJİK PATOLOJİ

Paskalya Adası sakinlerinin, nesiller boyunca sergiledikleri bu tuhaf ötesi tutum, antropoloji bilimine yeni bir kavram da kazandırmıştı. Avrupa’da, 18’inci yüzyılda yeni yeni ortaya çıkan bilim kümelerinden birisi olan antropolojide, bu ada, adeta bir laboratuvar gibi özel bir ilgiyle incelenmişti. Araştırma evreninde “ideolojik patoloji” denilen yeni bir kavram bu süreçte ortaya çıkmıştı.

Dünyadaki başka toplumlar da incelenmekle beraber, Paskalya Adası tarihindeki moileri inşa etmedeki tuhaflıklar adeta eşsizdi. Bu çerçevede; rasyonellikten (akılcılık) uzak duruş, obsesif (zihinde istemsizce beliren sorunlu düşünce, takıntı) davranışlar, pratik faydası olmayan heykeller için sadece anlık ideolojik tatmine yoğunlaşarak sonuç odaklı olmaktan uzaklaşma, ekonomik ve sosyal kaynakları verimli bir alana harcamak mümkünken, bunları irrasyonel biçimde heykel imalatında tüketme, ağaç varlığı ve insan emeğinin boş yere harcanmasına rağmen ısrarla heykel yapımına devam etmeyle ortaya çıkan tehditlere ilişkin uyarı sinyallerini görmezden gelme gibi patolojiler en fazla Paskalya Adası özelinde yoğunlaştığı için bu sorunlu tablo, Paskalya Adası üzerinden kavramsallaştırılmıştı.

KENDİ ELLERİYLE HEYKELLERİ PARÇALADILAR

Paskalya Adası’nda sayıları bini bulduğu tahmin edilen heykeller, zaman içinde azalmıştı. Bunların çok az bir kısmının gemilerle adadan çıkartıldığı düşünülürken, geri kalan kısmı ise yine Paskalyalılar tarafından yok edilmişti. Batılı sömürgecilerin de şahit olduğu kabileler arası kimi savaşlarda heykeller, büyük bir tahribata uğramıştı. Ayrıca, yine bazı şahitliklere göre; 1700, 1800’li yıllarda - ortamda bir çatışma yoktu - “atalarına kızan” torunların, kendiliklerinden heykelleri kırıp, tahrip ettikleri de görülmüştü. Günümüze gelince… Paskalya Adası’ndaki az sayıdaki yerli nüfus (Yaklaşık 5000), geriye kalan kalan 600 civarındaki heykelle yan yana bir biçimde yaşantısını sürdürüyor.

Tarih Haberleri

  1. Antalya'da baba ve oğlunun tartışması cinayetle sonuçlandı
  2. Kırşehir'de baraj gölünde tekne alabora oldu: 4 kardeşten 1'i öldü
  3. Donald Trump, AB'ye uygulanacak yüzde 50'lik tarifeyi erteledi