Ümit Yenişehirli yazdı: İlmiye Çığ’ın Sümerleri…
Ümit Yenişehirli, geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden ve Sümeroloji alanındaki çalışmalarıyla bilinen Muazzez İlmiye Çığ ve Sümerlerle ilgili dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.
İlmiye Çığ’ın Sümerleri…
Ümit Yenişehirli
Sümerler üzerine yaklaşık doksan yılını harcayan 1914 doğumlu Muazzez İlmiye Çığ’ın geçtiğimiz günlerdeki ölümü vesilesiyle bu antik topluma dair çok fazla şey konuşuldu. Tartışmalarda sık sık, Çığ’ın Sümerler hakkındaki yetkinliğinin yetersizliği konu edilirken onun, Sümerlerin putperest inançlarıyla İslam arasında bağ kurma hadsizliği de tekrar tekrar hatırlandı.
Peki, hem birçok önemli gelişmenin, buluşun sahibi olduğu ileri sürülen hem de akılalmaz-akıl dışı bir paganizmin çukuruna düşen bu toplum, Sümerler neydi, nasıldı, kimlerdi?
“SÜMERSEVER” ÇEVRELERİN YAYDIĞI BİR EFSANE
Mezopotamya toplumları arasında, M.Ö. dördüncü bin yılın sonlarından itibaren tarih sahnesine çıktıkları tahmin edilen Sümerlerin yaşadığı yer; Dicle ve Fırat nehirleri arasında, daha sonra Babil olarak anılan ve şu anda Güney Irak olarak bilinen bölgede, Bağdat civarından Basra Körfezi’ne kadar uzanmaktaydı.
Zaman içinde Sümerlerin tarihleri, dilleri, dinleri her ama her şeyleri unutulmuştu. İngiliz arkeologlar, ancak 19’uncu yüzyılda, Irak’ta Sümerlere ait kalıntıları ama en önemlisi çivi yazılı tabletleri – yaklaşık 500 bin taneydi - bulmuşlar ve bu dili çözmüşlerdi. Irak çöllerinde yıllar içinde bulunan tabletler çözüldükçe de Sümerlerin, “O zamana kadar bilinen neredeyse ilk devleti kurdukları, yazıyı, kanunları, sabanı, edebiyatı, su kanalları ve birayı buldukları” anaakım arkeoloji ve antropolojinin “Sümersever” temsilcileri arasında yaygın bir kanaat haline gelmişti / getirilmişti. O zamandan beri de akademi dünyası ve medyadaki Sümer güzellemeleri hız kesmiyor. Bu akımın Türkiye’deki öncü isimlerinden biri de Muazzez İlmiye Çığ’dı.
3 BİN 500 TANRILI BİR TOPLUM
Sümerlerin toplumsal yapısı, “çok ama fevkalade çok tanrılı” bir inanç sistemine sahipti. Sümerler; kendini tanrı ilan eden krallar, idari ve ekonomik gücü kontrolünde tutan rahipler ve sayısı 3 bin 500 civarında olan tanrılarıyla tipik bir putperest milletti. Bu topluluğun bir kısmının, Hz. Nuh, Hz. İbrahim ve Hz. İdris zamanlarına denk gelmiş olabileceği kimi İslam âlimlerince ifade edilmişti.
Tanrıların başında, bazen birkaç tanrıdan oluşan baş tanrılar bulunuyordu, bazen bu tanrılardan biri diğer tanrıları “öldürüyor” böylece tek tanrı kalıyor, o da altındaki binlerce tanrıya hükmediyordu. On civarında şehir devletinden oluşan Sümerlerde, her şehrin yüzlerce koruyucu ve sair işlevli lokal tanrısı da vardı.
VAMPİR, KURT ADAM VE DÜNYANIN DÜZ OLDUĞUNA DA İNANIRLARDI
Su kullanım teknolojisini geliştiren Sümerler, bu gelişmeyi suya çok özel anlamlar yükleyerek yorumlamışlar, buradan da pek çok üst düzey su tanrısı türetmişlerdi. Aynı şekilde tarım alanında sağlanan ilerlemeler sonucu toprağa da büyük manalar atfederek yeni yeni tanrılar oluşturmuşlardı. Sonraları, daha alt kümelerde, fonksiyonlarına göre “uzmanlaşan” başka tanrıları da uydurup, tapınmaya başlamışlardı. Mevsimlerden hava durumuna, şans oyunlarından mimariye, bitki türünden hayvan cinsine kadar uzanan bir çeşitlilikte tanrılar ortalığı kaplamıştı. Sümerler ayrıca vampir, kurt adam ve dünyanın düz olduğuna da inanıyorlardı.
Bütün tanrıları insan formunda tahayyül eden (antropomorfizm) Sümerler, bunları sadece fizikî olarak insan gibi düşünmekle kalmıyor; onların acıkan, evlenen, sarhoş olan, kavga eden, kıskançlık gösteren vb. insanî hallere sahip olduklarını da sanıyorlardı. Zaman içinde yönetim zayıflayınca, Sümer’in baş tanrıları da unutulmaya yüz tutmuş, bunun yerine, bölgede yeni yeni varlık gösteren Babil devletinin baş tanrısı Marduk ve yardımcıları ortaya çıkmış, Sümerlerden kalan bazı topluluklar da bu tanrıya tapınmaya başlamıştı.
SEYYAR TANRILARI BİLE VARDI
Yaklaşık olarak M.Ö. 4500-1500 civarı varlık gösterdiği tahmin edilen Sümerlerin standart bir şehrinin merkezinde “ziggurat” adı verilen tapınak yer almaktaydı. Bunlar çok yüksek yapılırdı. Yüksek oluşunun amacı da “gök tanrı”ya yakın olabilmekti. Babil’deki ünlü kule ile Mısır’daki piramitlere de bu zigguratlar ilham vermişti. Sümerlerin ayrıca, bir “Tanrılar Meclisi” de vardı. Bu meclis zaman zaman toplanır, ardından da “tanrıların aldığı kararlar” rahiplerce halka açıklanırdı.
Tanrıları toplumsal hayatta görünür kılabilmek için heykel ustalığına büyük önem verilmekteydi. Yönetimce çok büyük ölçeklerde yaptırılan bu heykellerin halkta korku, en azından ürperti uyandırması bekleniyordu. Zaten ortalama bir Sümer ferdi, bunu heykel gibi görmüyor, o taş yığınını bizatihi tanrı sayıyordu.
Çok savaşçı bir toplum olan Sümerlerde, özellikle kendi aralarındaki savaşlar hiç eksik olmazdı. Sümerler, çok önem verdikleri tanrıları ile savaşları buluşturmanın bir yolunu da bulmuşlardı. Şehir savaşlarının yaşandığı alanlara taşıyabilmek için “seyyar tanrılar”ı vardı. Uğur getirdiğine inanılan bazı tanrılara sürekli bakım yapılır, süslenir, bu kült tanrılar, o savaş meydanı senin, bu savaş meydanı benim gezdirilirdi. Bu tanrılar, suyolu uygunsa mavnalarla, değilse karadan taşınırdı. Harp meydanında, tanrının kenardan savaşı seyrettiği düşünülür, galip gelinirse de savaşın onun yardımıyla kazanıldığına inanılırdı. Bu arada, ilerleyen süreçte, heykellerin sıradan insanlarla karıştırılabileceğini düşünen rahipler, yeni tanrılarını artık boynuzlu olarak yaptırmaya başlamışlardı.
“TANRILAR İÇİN” DENİLEREK TOPLANAN SERVET
Sümerlerde baş kral ve şehirlerdeki küçük krallar ile tapınak rahipleri arasında çok sağlam bir işbirliği vardı. Rahipler, binlerce tanrının –üstelik tanrıların aileleri de vardı- birçok ihtiyacı olduğuna dair “Sümer ilahiyatı”nı halka anlatıyor, halk da bu ihtiyaçları karşılayarak ibadet ettiklerini sanıyordu. Rahipler halka, “Öyle tanrılar var ki, su kanalları kazarak geçimini sağlıyor.” yollu acıklı dinî hikâyeler anlatır, halkın bu olumsuz durumu tersine çevirmesi için de bağışta bulunmalarını isterlerdi.
Halk tarafından tapınaklara getirilen mükellef sofralar (tanrılar üç öğün yemek yemekteydi), tahıl yükleri, kıymetli elbiselik kumaşlar, ziynet eşyaları vb tapınağın kapısındaki heykelin (tanrının) önüne konur, sonra sembolik olarak yemekten, tahıldan ya da değersiz süs eşyalarından birkaçı burada bırakılırdı. Geri kalanlar ise rahipler ve adamları tarafından içeri alınırdı. Bu toplumun dininde, tanrıların güzel giyinmesi gerektiği inancı da olduğu için, bağışlanan pahalı kumaşlarla yapılmış kıyafetleri onlara giydirmekle görevli rahipler bile vardı.
Halk, bağışta bulunmazsa tanrıların çok öfkeleneceğine inanırdı. Bütün bu bağışlar öylesine büyük miktarlara ulaşırdı ki tapınakların tahıl ambarları olur, gıda piyasasını onlar kontrol eder, altın ve kıymetli taşların ticareti tapınakların düzenleyiciliğinde yürütülürdü.
Krallar ise bütün bu kaynak / servet transferini sorunsuz bir şekilde organize etmekle mükellefti. Kral, yönetici ve askerleri vasıtasıyla şarkıcılar, çalgıcılar, değişik pek çok gösteri yapan oyuncular, bolca bira ve yemek ile halkın geniş yığınlar halinde katıldığı dini törenleri, bağış operasyonlarını düzenlerdi.
HALK TAPINAKLARA GİREMEZ, EVDEKİ TANRILARA TAPARDI
Sümerler zamanında, ara ara kurallar değişse de ağırlıklı olarak ibadetlerin tapınak ayağında halka –adak ve bağış dışında- fazla yer yoktu. Rahipler onlar adına içeride ibadetleri yapardı. Geniş halk kitleleri ise evlerinde “ilahi ebeveynler” dedikleri tanrılara tapınırlardı.
Halk tapınaklara en çok “tapınak fahişeleri”yle buluşmak amacıyla girerdi. Bu da Sümer ibadetlerinin bir parçasıydı. Fahişelerin tanrıçası, sembolü altı köşeli yıldız olan İnanna’ydı. Ünlü tarihçi Herodot, “tapınak fahişeleri” için, “Sümerlerin en kötü dini adetlerinden biri.” dese de aslında kendi ülkesi antik Yunan’da da bu rezalet vardı.
Sümerlerin bu işle ilgili tanrıçası daha sonra İştar olmuş, peşi sıra da eski Mısır, antik Yunan ve Roma’da da sırasıyla İsis, Afrodit ve Venüs adlarıyla ye almıştı. Sümerler ile diğer bazı Mezopotamya dinlerinde ayrıca “erkek tapınak fahişeleri” de vardı. Kimi Sümer kralları da büyük bir şenlik düzenleyerek, halkın gözü önünde tanrıçayı temsilen bir tapınak fahişesiyle gerçekten birlikte olurdu. Bu tören esnasında rahipler de kılıçlarla kendilerini yaralardı.
“AĞIT RAHİPLERİ” CENAZE EVLERİNİ GEZERDİ
Sümer inancında, ölenlere tam olarak ne olduğu bilinmiyordu. Zira cennete yalnızca tanrılara gidebiliyordu. Bu belirsizlik içinde ölümler, ağır bir yas havasıyla karşılanmaktaydı. Rahipler, bu toplumsal hassasiyeti ihmal etmeyerek, bunun için bir organizasyon kurmuşlardı. Üçüncü Ur Hanedanlığı dönemi şehir devletlerinden Lagaş’ta 180 şarkıcı ve çalgıcının eşlik ettiği 62 “ağıt rahibi” vardı. Rahiplerin çoğu, tanrıça İnanna şiirlerindeki öğretiler doğrultusunda erkek erkeğe birliktelikler yaşayan kişilerdi. Bunlar, cenazesi olan eve gider ve ilahiler okurlardı. Elbette rahiplere, yüklü ödemeler yapılır, pahalı hediyeler verilirdi.
TAM BİR BİRA TOPLUMUYDU
Sümerlerin bulduğu bira, bu coğrafyada vazgeçilmez bir içkiydi. Bira, kelimenin tam anlamıyla su gibi tüketilirdi. Tabii ki, biranın da tanrıçası vardı; biralar, tanrıça Ninkasi şerefine kaldırılırdı.
Arpa bazlı, çok koyu bir bira tüketen Sümerler, bu koyuluktan dolayı bira kadehinin alt kısmında kalan sıvıya ulaşabilmek için pipeti de icat etmişlerdi. Ancak sınıflı bir toplum olan bu millette, pipeti sadece kendilerine seçkin diye zenginler kullanabilmekteydi. Ustalar, pahalı madenlerden pipetler imal ederdi.
- Ira Spar, “Mezopotamya Tanrıları”, Metropolitan Sanat Müzesi, Nisan 2009
- Adam Augustyn, Sümerler Maddesi, Britannica