Vakanüvis yazdı: Antik çağda çevre kirliliği
Çevre sorunlarının modern zamanlarda çok yaşandığının üzerinde durulmasının ardından Vakanüvis, antik çağdaki çevre kirliliği ve sorunlarına dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.
Gaflet aynı, sadece zaman farklı
Antik çağda çevre kirliliği
Vakanüvis
İnsanın tabiata yönelik taammüden saldırıları ve buna bağlı olarak ortaya çıkan çevre sorunları her geçen gün artıyor. Modernleşmeyle birlikte çevre sorunları ve bu sorunlara karşı bilincin geliştiği ise bir mütearife. Yaygın söylemde, anaakım literatürde çevre sorunlarının modern zamanlarda görülmeye başladığı sıklıkla vurgulanıyor. Oysa tarih, insanın çok eski çağlardan beri çevreyle sorunlu bir ilişki kurduğunu ortaya koyuyor.
SAHRA ÇÖLÜ DEĞİL “VERİMLİ SAHRA HAVZASI”
Doç. Dr. Ergin Duygu’nun “Antik Dönemden Orta Çağa Çevre Sorunları Tarihi” isimli çalışmasında anlattığına göre, antik çağlardaki kimi toplumların ölçüsüz tüketim alışkanlıkları, tıpkı bugünkü gibi çevresel felaketler yaşanmasına, refahın gerilemesine, giderek de toplumsal trajediler yaşanmasına neden olmuş. Araştırmalar, antik çağlardaki kimi uygarlıkların, çevre üzerinde zannedilenden daha fazla etki yaptığını gösteriyor. Örneğin, ünlü Sahra Çölü bölgesi, 10 bin yıl önce filan gayet verimli, zengin bir bitki örtüsüne sahipti. Ama asırlar boyunca buralarda yaşayan çeşitli toplulukların, çevreyi adeta “hunharca” kullanması sonucu bölge çölleşmişti. Yine, 8 bin yıl kadar geriye gidebilen başka araştırmalarda da arkeolojik kanıtlar, Sahra Çölü bölgesini kaplayan ve Nil kıyılarından içeri yayılan zengin bitki örtüsünün kıyılardan başlayarak batıya doğru makiliğe dönüştüğünü göstermişti. Bu bölgelerde yaşayan toplumlarda görülen safahat, aşırı tüketim tarımsal üretime yüklenilmesine, bu da toprağın çoraklaşmasına yol açıyordu. Zayıflayan bitki örtüsü nedeniyle toprak aşırı ısınıp kuruyor, bu da kuraklığı daha da trajik hale getiriyordu. Zaman içerisinde bu kısır döngü sonunda çölleşmeyi getirmişti. Süreçte zincirleme olarak hayvancılık da geriliyordu.
GÖLLER BÖLGESİ SAHRA
Asırlar asırları takip ederken, bu devasa coğrafyada yaşayan toplulukların yanlış çevre politikaları göllerin de ortadan kalkmasına yol açmıştı. Modern zamanlarda arkeologlar tarafından yapılan araştırmalarda, bölgede çok sayıda göl olduğu anlaşılmıştı. Sahanın, neredeyse Kuzey Afrika’nın tamamını kaplıyor oluşuyla “çok sayıda göl” tanımının anlamı daha da netleşiyordu. Zira, Sahra bölgesinin genişliği takriben 8 milyon 600 bin kilometrekareydi. Bölgede ayrıca çok fazla sayıda nehir yatağı kalıntısına da rastlanmıştı.
BRONZ ÇAĞINDA BALTALAR ORTAYA ÇIKINCA…
İnsanlığın tarihteki yolculuğunda bulduğu yenilikler de çevreyi etkiliyordu. Yeni buluşlar aşırı sömürüye dayalı uygulamaların da önünü açıyordu. Mesela, bronz çağında ortaya çıkan sair kesici aletler ve hassaten baltalar, odun kesimini asimetrik bir şekilde arttırmıştı. Bronz çağında baltalarla ormanlara yönelik bu saldırılar, birkaç nesil sonraki insanların erozyon sorunuyla tanışmasına neden olmuştu.
ANTİK ÇAĞLARDAKİ METAN SALINIMI, SERA GAZI HAREKETLİLİĞİ
Yüze yakın ülkeden 250’yi aşkın araştırmacının derlediği bir araştırmaya göre de M.Ö. 10.000 ile M.Ö. 1800 arasında çeşitli medeniyetlerin sakini antik toplumlar, ekolojik tercihlerin / ihmallerin önemini hafife almışlardı. “Pastoralizm” adı verilen, “göçebe veya yerleşik hayata dayalı toplumların büyük başhayvan yetiştiriciliği” bu ihmallerle dönem dönem neredeyse ortadan kalkar hale gelmişti. Oysa geçmiş devirlerde, günümüzün Pakistan ve Türkiye arasındaki bölge ile Amerika ve Avrupa kıtalarının yanı sıra Kuzey Afrika, Rusya, Moğolistan ve diğer bazı Asya bölgeleri ile Papua Yeni Gine ve Batı Papua’da yaygın bir tarım ve hayvancılık faaliyeti vardı. Aşırı gelişen hayvancılık için otlak alanlarının açılması zarureti ise o kısır döngüyü tekrar yaşatmış ve dünya nüfusunun çok büyük bir bölümünün yaşadığı bölgelerde ormansızlaşma görülmeye başlanmıştı. Bekleneceği üzere, ormansızlaşma ve biyoçeşitlilik kaybı da bitki ve hayvan türlerinde dengesiz populasyon büyümelerine yol açmaktaydı. Anız yakma, geviş getiren hayvanlar ile pirinç tarımının çeltik tarlalarındaki aşırı nemli ortamının yol açtığı metan salınımı, böylece topyekün sera gazı artışına, yerkürenin pek çok yerinde karbon çevriminin çoğalmasına neden olmuştu.
İNSAN ELİ YANGINLAR DA VARDI
Dönemde “vahşi hasat” da büyük sorunlara yol açıyordu. Pek çok tohum da ürün de gerekli süresi beklenmeden ekiliyor ve hasat ediliyordu. Bu durum ise yıllar içinde “bitki sosyolojisi”nde değişme yol açıyordu. Ayrıca bizon, kanguru gibi hayvanları etleri için avlayabilmek amacıyla onlara otlak sağlamak gerekiyor, bunun için de insan eliyle orman yangınları çıkarılıyordu.
ANTİK YUNAN VE ROMA ZAMANI AKDENİZ’DE SOYU TÜKENEN BALİNALAR
İnsanlığın çevreyle olan sağlıksız ilişkisi; görece daha yakın zamanlarda, Yunan ve Roma medeniyetleri döneminde de görülmüştü. Bu durum Türkiye’yi de ilgilendirmekteydi. Zira, gerek Ege’de, gerekse Akdeniz’de bir dönem balinalar yaşamıştı. Ancak yoğun avlanma, Atlantik okyanusundan Avrupa ve Anadolu kıyılarına gelen balinaların soyunu kurutmuştu. Yine Ege ve Akdeniz’de daha önce varlığı bilinen “biyota” (Belirli bir bölgede bulunan bitki ve hayvan çeşitliliği) ile “algler” (Çeşitliliğine rağmen genelde tek renk, yeşil olan bitki örtüsü) ise sonraki asırlarda ortadan kalkmıştı. Bu arada ormansızlaştırmanın kuraklık ve erozyona yol açıp Efes, Truva (Biga), Miken gibi antik kıyı kentlerinin zamanla iç kısımlarda kaldığı da görülmüştü.
EFLATUN’DAN EROZYONLA MÜCADELE ÖNERİLERİ
Atina yakınlarındaki dağlarda bulunan ormanlar inşaat, madencilik, ısınma, gemicilik gibi amaçlar için kullanılır olmuştu. M.Ö. IV. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Atina (Attika) çevresi büyük ölçüde ormansızlaşmıştı. Keçilerin otlatılması ve yakacak odun ihtiyacı kaynaklı kayıplar sonucunda Atina çevresi büyük ölçüde orman varlığını kaybetmişti. Bölgedeki ormansızlaşma ve erozyonun en açık şekilde belirtildiği kaynak, Eflatun’un “Kritias Diyaloğu”ydu. Burada filozof, eski yıllarda yamaçlardaki ormanlardan getirilmiş büyük keresteleri binalarda görebildiğini ama şimdi aynı yerlerde sadece kısa bitkilerin yetiştiğini söylüyordu. Bunun sonucunda da ormanlar tutamadığı için yağmur suları denize akmaya başlamış, eski kaynakları kurutmuş ve toprağı da peşi sıra sürüklemişti. Eflatun, erozyonla mücadele için şu önerileri dile getirmişti:
“Keçilere göz kulak olunmalı. Gelişigüzel yakacak odun toplanma yasaklanmalı. Odun tedariki ormancı kontrolünde olmalı.”
Yine bir başka filozof, Aristoteles de “Şehrin Koruyucuları” adını verdiği bir heyetin oluşturulup, bu heyetin ormanları sıkı denetime tâbi tutmasını önermişti. Ancak bu öneriler dikkate alınmamış ve bir zamanlar çok sık ormanlara sahip olan Atina’nın kereste ihtiyacı artık Anadolu’dan temin edilir olmuştu.
FİLOZOF SENEKA: BALIK KALMADI, BAŞKA ŞEHİRLERDEN GETİRİLİR OLDU
Antik dönem toplumlarının gerek karada gerekse denizde elde edilen ürünleri hoyratça tüketmesi, zamanla gıda arzında sıkıntılara yol açmıştı. M.S. I. yüzyılda Roma’da yaşamış olan ünlü filozof Seneka’nın bir tredegyada, “Aşırı avlanma nedeniyle Roma’da balık kalmadı. Artık Roma’ya balık başka şehirlerden getirilir oldu” demesi, dönemin durumu hakkında bir fikir vermekteydi. Yine, M.S. II. yüzyılda, Korsikalı balıkçıların, geceleri meşale yakarak balıkların toplanmasını sağlaması ve böylece aşırı avlanmaya yönelmeleri üzerine devlet yasaklama getirmişti.
SU KEMERLERİ HİDROLOJİYİ DEĞİŞTİRDİ, KALELER POLEN DENGESİNİ BOZDU, ORMANLARI YOK ETTİ
Akdeniz havzasındaki medeniyetlerin emperyal tutumları da çevreyi olumsuz etkilemişti. Antik çağ insanlarının, tabiatta iz bırakmadan hayatlarını sürdürme gibi bir kaygıları yoktu. Beslenme ihtiyacı için bazı hayvanların tabiî dengesini bozan toplumlar, bu canlıların insanlara bağımlı hale gelmesi için yöntemler geliştirmişlerdi. Aynı dönemlerde daha büyük nüfusa sahip yerleşimlerin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için inşa edilen su kanalları, kemerler, depolar gibi yapılarla “hidroloji”ye müdahale ediliyordu. Yine, Roma imparatoru Hadrianus tarafından, Roma’nın Britanya’nın güney kısmındaki topraklarını kuzeyde kalan bölgelerdeki düşmanlarından korumak için inşa ettirdiği Hadrianus Duvarı, yapının iki yanındaki polen dengesini bozmuş, ormansızlaşma ve tarımsal faaliyetlerin durması gibi sorunlara yol açmıştı.
Ensonhaber'i Google News'te takip edin.
Abone Ol