Vakanüvis yazdı: Bir kısa Gazze tarihi
İsrail’in birkaç yılda bir ağır saldırılarına maruz kalan Gazze'nin nasıl bir yer olduğu, Vakanüvis tarafından kaleme alındı.
Kâh mesut, kâh mazlum
Vakanüvis
Yüreğimiz Gazze’yle çarpıyor, gözyaşlarımız Gazze için akıyor. Dualar Gazze’nin bu amansız, acımasız saldırılardan bir an önce kurtulması için. Peki, İsrail’in birkaç yılda bir ağır saldırılarına maruz kalan Gazze, nasıl bir yer? Peygamber Efendimizin büyük dedesi Hâşim b. Abdümenâf’ın kabrinin bulunduğu Gazze’nin tarihinde neler var?
ESKİ MISIRLILAR GAZZE’YE “DEĞERLİ ŞEHİR” DERLERDİ
Gazze, Akdeniz’in güneydoğu köşesi kıyılarında, sahilden dört kilometre içeride kurulu, 363 km2 yüzölçümüne sahip bir kıyı şeridi. Yerleşim tarihinin 5 bin yıl öncelerine uzanması, Gazze’yi dünyadaki en eski şehirlerden biri yapıyor. İbranice, “güçlü yer” anlamına gelen “gzz”den Arapça’ya Gazza olarak geçen Gazze’ye, antik Mısırlılar “değerli şehir” anlamında “Ghazzat” diyorlardı. Gazze’nin yerleşim tarihi, Antik Mısır’ın ilk dönemlerinde bir kale olarak inşasıyla başlamıştı. Bugünkü şehrin güneyinde bulunan Tell as-Sakan’da inşa edilen kale, Gazze’nin şehirleşmesinin de nüvesini oluşturmuştu. Gazze uzun asırlar boyunca önemli bir liman kenti olarak canlılığını korumuştu. Mısır Valilerinin ikamet ettiği yer özelliği de olan Gazze, böylece Mısır’ın önemli idari bölgelerinden birisi olmuştu.
GAZZELİLER, BÜYÜK İSKENDER’E KÖK SÖKTÜRMÜŞTÜ
İllk zamanlardan itibaren stratejik önemi olan bir kervan merkezi olarak Gazze, Mısır ve Filistin ile Suriye ve Mezopotamya güçleri arasında sık sık savaşlara yol açıyordu. Antik Mısır’ın ilk hanedanları tarafından 350 yıl yönetilen Gazze, MÖ 12. yüzyılda Ege kökenli denizci bir kavim olan eski Filistin halkı tarafından ele geçirilmişti. MÖ 6 ve 5’inci yüzyıllarda, Pers İmparatorluğu döneminde bağımsız kalan Gazze, MÖ 520’lerde ise Yunanlıların kontrolüne geçmişti. Arada bağımsızlığını kazanan Gazze, antik Yunan’ın güçlü komutanı Büyük İskender’i uzun süreli direnişiyle uğaştırmıştı. İskender, Mısır’a giderken ona direnen en son şehir olan Gazze'yi ancak beş ay süren bir kuşatmanın ardından, MÖ 332’de ele geçirebilmişti. Sert bir fırtına çıkıncaya kadar kuşatmaya direnen askerler ve halk, ölünceye kadar şehirlerini savunmuştu. Gazze’yi ele geçiren İskender, burayı Helen felsefesinin Akdeniz’in en uç noktasındaki merkezi haline getirmek için özel bir çaba sarfetmişti. Böylece Gazze uzun yıllar boyunca Yunan kültürünün önemli merkezlerinden biri olmuştu.
ROMA ZULMÜNE İSYAN EDEN YAHUDİLER GAZZE’Yİ YAKMIŞTI
Kısa bir süre, bölge devletlerinden Nebatîlerin kontrolüne geçen Gazze, milattan sonra ise Roma ve Bizans evrelerini yaşamıştı. Roma İmparatorluğu, Orta Doğu ve Afrika arasında zengin bir liman ve bir ticaret merkezi olarak büyüyen şehre altı yüzyıla yakın bir süre büyük önem vermişti. Dönemin Yahudilerine zulmeden Romalılar, sonunda bunun bedelini mamur Gazze’nin yakılmasıyla ödemişti. İsyan eden Yahudiler, Gazze’yi bir baştan bir başa yakmışlardı. Gazze, yeni ortaya çıkan Hıristiyanlığın da önemli merkezlerinden biri olmuştu. Deniz yoluyla bölgeye “Hac” için gelen Hıristiyanlar, ilk olarak Gazze’de konaklıyorlardı.
PEYGAMBER EFENDİMİZİN DEDESİ GAZZE’DE MEDFUN
İslam’ın doğuş yıllarına uzanan süreçte Gazze; Filistinliler, Yunanlar, Romalılar, Kenanlılar, Fenikeliler, Yahudiler, Mısırlılar, İranlılar ve Bedevilerden oluşan nüfusuyla tam bir dünya şehri hüviyetindeydi. Gazze’nin canlı ekonomik hayatı, çöl içlerindeki kabilelerin tüccarlarını da buraya çekiyordu.
Eski asırlarda olduğu gibi Bizanslılar zamanında da ticaret merkezi özelliğini koruyan Gazze’ye Mekkeli tüccarlar da sık sık gelmekteydi. Mekkeli tüccar kafileleriyle Gazze’ye gelenlerden biri de Peygamber Efendimizin büyük dedesi Haşim b. Abdümenaf’tı. Ticarî bir seyahat için Suriye’ye giderken Medine’de Neccaroğulları’ndan Amr b. Zeyd b. Lebîd’in misafiri olan Haşim b. Abdülmenaf, hem babasının hem de kendisinin dostu olan Amr’ın kızı Selma ile evlenmişti. Bu evlilikten Peygamber Efendimizin dedesi Abdülmuttalib dünyaya gelmişti. Hâşim b. Abdülmenaf, evlendikten sonra da Gazze seyahatlerini sürdürmüş, burada da vefat etmişti. Hâşim b. Abdülmenaf’ın kabrinin burada olması nedeniyle de kimi kaynaklarda Gazze’den “Gazzetü Hâşim” diye bahsedilmekteydi. Öte yandan, Resulullah Efendimizin babası Abdullah bin Abdulmuttalib de Gazze’de ticaret yapardı.
HZ. ÖMER’İN SERVETİNİN TEMELLERİ GAZZE’DE ATILMIŞTI
Gazze’deki ticari hayatın önemli isimlerinden bir diğeri de Hz. Ömer’di. Hz. Ömer’in kayda değer zenginliğinin kaynağı, Gazze’deki yoğun ticarî faaliyetleriydi. Mekke ve Medine ileri gelenlerin buradaki ticarî faaliyetleri devam ederken, Gazze Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti zamanında (H. 13 / M. 634) fethedildi. Fethin ardından Gazze, geçmişte antik Yunan’ın fikir ve kültür merkezi olduğu gibi bu defa da İslam’ın önemli hukuk merkezlerinden birisi haline gelmişti.
HAÇLILAR TAŞ ÜSTÜNDE TAŞ BIRAKMAMIŞTI
Gazze, bir ilim merkezi olarak varlığını sürdürürken başlayan Haçlı Seferleri, bu mamur kenti bir kez daha yıkımla baş başa bıraktı. Deniz yoluyla Kudüs’e gelen Haçlı donanmaları Gazze kıyı şeridinden bölgeye giriş yapıyor ve önlerine ne çıkarsa yakıp, yıkıyorlardı. Dönemin tarihçilerinden birisi Haçlı sürülerinin istilası sonrası geldiği Gazze’yi, “insansız ve harap” satırlarıyla tasvir edecekti.
Gazze, sonraki asırlarda da seller ve Moğol akınları yüzünden birçok sıkıntı yaşamıştı. Gazze 16’ncı yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarına katıldığında bu yoğun saldırılardan dolayı bir köy durumundaydı. Osmanlı ile tekrar eski mamur günlerine dönen Gazze, I. Dünya Savaşı, sonrasında İngiliz Mandası dönemi ve nihayet 1948’de israil’in kurulmasıyla birlikte, izleri bugünlere kadar uzanan acılı bir tarihin coğraffyası oldu.
Ensonhaber'i Google News'te takip edin.
Abone Ol