Kehf Suresi'nin anlamı nedir? Arapça ve Türkçe okunuşu
Kehf Suresi, anlamı ve okunuşunun fazileti bakımından önemli bir yere sahiptir. Peki Kehf suresinin anlamı nedir, nasıl okunur? İşte Kehf Suresi'nin Arapça-Türkçe okunuşu ve anlamı...
Kehf Suresi nedir? Kehf Suresi ne zaman ve nerede nazil olmuştur? Kehf Suresi kaç ayettir? Kehf Suresi ne anlatıyor? Kehf Suresi'nin okunuşu, anlamı ve tefsiri nasıldır? Deccal’in şerrinden korunmak için okunması tavsiye edilen sure olan Kehf Suresi ile alakalı her şeyi sizler için bu içerikte birleştirdik..
Kehf Suresinin Türkçe meali
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 110 âyettir. İçinde mağaraya sığınanların bahsi de geçtiği için bu ismi almıştır. 28. âyetin Medine döneminde indirildiği rivâyet edilmiştir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3-4. Allah’a hamdolsun ki kulu (Muhammed aleyhisselâm)a, içinde hiçbir eğrilik bulunmayarak ve sağlam bir düstur olarak bu Kitab’ı; hem kendi tarafından gelecek şiddetli bir azapla (inkârcıları ve günahkârları) korkutsun, hem sâlih amel (sevaplı iş)ler işleyen mü’minleri (en) güzel bir mükâfat olan (ve) içinde ebedî kalacakları cennetle müjdelesin, hem de: “Allah çocuk edindi.” diyenleri (korkutup) uyarsın diye indirdi.
5. (Allah bir oğul edindi diyenlerin) buna dair ne kendilerinin ne de atalarının hiçbir bilgisi yoktur. (Oysa) bir kelime olarak ağızlarından çıkan (şey) ne dehşetli (bir söz)![1] (Hakikatte) onların söyledikleri ancak yalandan ibarettir!
6. Bu söze (Kur’an’a) inanmazlarsa, onların peşlerinden üzüntüden neredeyse kendini helak edeceksin! [bk. 15/97; 26/3]
7. Şüphesiz biz yeryüzünde olan şeyleri, onun üzerinde ziynet/süs yaptık. Böylece insanların hangisinin amel bakımından daha güzel olduğunu denemek istedik. [krş. 21/35; 67/2]
8. Biz elbette o yeryüzündekileri (bir gün) kupkuru bir toprak haline getireceğiz.
9. (Bu böyle iken, Ey Resûlüm!) Yoksa sen sadece Ashâb-ı Kehf’i ve Rakîm’i (Mağarada uykuda kalıp kitâbede isimleri yazılı olanları) mı bizim şaşılacak âyetlerimizden sandın?
(Kuruyan yer ve bitkilerin yeniden canlanması yanında, Ashâb-ı Kehf hikayesinin ehemmiyete şâyân bile olmadığına işaret buyurulmaktadır.[2]
(Aşağıdaki âyetler (10-29) toplumun aleyhte tavrına rağmen fıtratın ve imanın gereğini yapan gençlerden bahsediyor.)
10. Hani o genç yiğitler mağaraya sığınıp: “Ey Rabbimiz! Bize tarafından bir rahmet ver ve işimizde bizim için bir kurtuluş yolu (ve başarı) hazırla.” demişlerdi.
11. Bunun üzerine mağarada, nice yıllar onların kulaklarına (perde) vurduk (derin uykuya daldırdık). [bk. 18/25]
12. Sonra (uykuda ne kadar kaldıkları hakkında ihtilaf eden) iki taraftan hangisinin süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtelim diye onları uyandırdık.
13. Biz sana (şimdi) onların haberlerini doğru olarak anlatıyoruz: Doğrusu onlar Rablerine inanmış birtakım genç yiğitlerdi. Biz de onların hidayetini (iman güçlerini) artırmıştık.
14. Onların kalplerini (sebat ve metanetle hakka) bağlamıştık da o zaman (putlara/put heykellere tapmayı reddederek, kral Dekyanus’un önünde takiyye yapmayarak)[3] ayağa kalkıp: “Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. Biz O’ndan başkasına asla ilâh diye yalvarmayız. (Onun sözünü Rabbimiz Allah’ın sözünden üstün tutmayız. Böyle yapmazsak) o zaman haktan uzak, (pek saçma) bir söz söylemiş oluruz.” dediler.
(Bunlar kula değil, Allah’a kul olarak hürriyete ve bu uğurda ölerek de ölümsüzlüğe ulaştılar ve Allah’ın korumasıyla dokunulmazlık kazandılar.)
15. “Şu bizim kavmimiz var ya, O’ndan başka birtakım ilâhlar edindiler. Onlar(ın gerçek olduğun)a dair bir delil getirseler ya! Artık Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir?”
16. (O gençlerden biri diğerlerine şöyle demişti:) “Mâdem ki siz onlardan ve Allah’tan başka taptıkları şeylerden ayrıldınız, o halde mağaraya (girip) sığının ki Rabbiniz size rahmetini yaysın ve (bu) işinizi size uygun ve yararlı olarak hazırlasın.”
17. (Onlar uyurken baksaydın) güneşi görürdün ki; doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafına meyleder, battığı zaman da sol yanından onları kesip geçerdi (onlara değmezdi). Halbuki onlar, o (mağara)nın açık (ve geniş) bir yerindeydiler. Bu, Allah’ın (ibret alınacak) âyetlerinden (delillerinden)dir. Allah kimi doğru yola iletirse, o artık doğru yolu bulmuştur. Kimi de (kendi amelinden dolayı) sapıklıkta bırakırsa, artık onun için asla yol gösteren bir dost bulamazsın.
18. Onlar uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın. Biz onları (yerde uyuduklarından dolayı bası yaraları oluşmaması için) gâh sağa ve gâh sola çevirdik. Köpekleri de iki kolunu (ön ayaklarını mağaranın) girişine doğru uzatmış (yatmaktay)dı. Onlarla aniden karşılaşıverseydin, mutlaka dönüp kaçardın ve için korkuyla dolardı.
19. İşte böylece, aralarında (hallerini birbirlerine) sorsunlar diye onları dirilttik (uyandırdık); içlerinden bir sözcü: “Ne kadar kaldınız?” dedi. “Bir gün veya günün bir parçası kadar (eğleştik).” dediler. (Diğerleri de) dediler ki: “Rabbiniz ne kadar kaldığınızı daha iyi bilendir. Şimdi siz, birinizi bu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın hangi yiyecek daha temiz (ve iyi ise) ondan size bir azık getirsin. Ayrıca çok nazik (ve tedbirli) davransın, sakın siz(in bulunduğunuz yer)i hiç kimseye sezdirmesin!”
20. “Çünkü, onlar sizi ele geçirirlerse, ya taşla öldürürler ya da (zorla kendi) dinlerine döndürürler. Bu takdirde asla kurtulamazsınız.”[4]
21. Bu şekilde, (insanları) onların durumundan haberdar ettik ki bu sayede, Allah’ın (diriltme) vaadinin gerçek olduğunu ve kıyamet(in kopmasında) da hiçbir şüphe bulunmadığını bilsinler. Nihayet, (onları bulan halk kendi aralarında) onlar hakkında ne yapacaklarını tartışıyorlardı. Bazıları: “Onların hatırasına bir anıt yapın. (Biz onların gerçek durumunu bilemeyiz.) Rableri onları daha iyi bilir.” dediler. Onların durumuna dair (tartışmayı) kazananlar: “Mutlaka onların üstünde bir mescid edineceğiz.” dediler. (Mağaranın kapısı önüne bir mescid yaptılar.)
22. Onlar (Ashâb-ı Kehf’in sayıları hakkında): “Üçtür, dördüncüleri köpekleridir.” diyecekler; “beştir, altıncıları köpekleridir.” diyecekler. (Bu sözler) bilinmeyen hakkında tahminde bulunmak[5]/kafadan atmaktır. (Kimileri de): “Yedidir, sekizincileri köpekleridir.” derler. De ki: “Rabbin onların sayılarını en iyi bilendir. Onları pek az kimseden başkası[6] bilmez. O halde bunlar hakkında, (Kur’an’da açıklanan) bir tartışmadan başka, (derinliğine) bir tartışmaya girme! Bunlar hakkında onlardan hiçbirine (görüş) sorma!”
23-24. İnşallah (Allah dilerse/Allah izin verirse) demeksizin, asla, hiçbir şey için: “Ben yarın bunu mutlaka yaparım.” deme![7] Unuttuğun zaman da (yine inşallah diyerek) Rabbini an ve: “Umarım ki Rabbim beni, bundan daha isabetli (bir) doğruya ulaştırır.” de.
25. Onlar, mağaralarında üç yüz yıl kadar kaldılar; (bazıları) dokuz (yıl) da ilave ettiler.[8]
(Ehl-i Kitab’dan bazıları böyle dedi. Allahu Teâlâ aşağıdaki beyanı ile onların bu iddiasını reddetti.)
26. De ki: “Allah, (onların) ne kadar kaldıklarını daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı(nı bilmek) O’na mahsustur. O, ne güzel gören ve ne güzel işitendir! Onların (yerde ve gökte olanların), O’ndan başka dostu (ve yardımcısı) yoktur. O, hükmüne/hâkimiyetine hiç kimseyi ortak etmez.”
27. (Resûlüm!) Rabbinin Kitabı’ndan sana vahyedilenleri oku. O’nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O’ndan başka da asla sığınılacak (bir mercî) bulamazsın.
28. Sabah akşam rızasını dileyerek Rablerine yalvaranlarla beraber candan sabret. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan (fakir mü’minlerden) ayırma (onları gözardı etme). Kalbini bizi anmaktan gafil bıraktığımız; kendi “hevasına/arzu ve hevesine” uyan ve işi (hep emirlerimize karşı isyan ve) taşkınlık olan kimseye de itaat etme!
(Zengin ve ileri gelen bazı müşrikler, Resûlullah’tan, fakir mü’minleri yanından kovması şartıyla kendisiyle görüşeceklerini söylediler. Yukarıdaki âyet bunun üzerine nâzil oldu.) [bk. 6/52; 20/16; 68/8-14; 76/24]
29. De ki: “Hak (olan bu Kur’an) Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen de küfre sapsın (kâfir olsun).”[9] Şüphesiz biz (kâfir olan bu) zalimlere, duvarları kendilerini (çepeçevre) kuşatan bir ateş hazırladık. Şâyet onlar (susuzluktan feryat ederek) yardım isterlerse, (kendilerine) erimiş maden gibi yüzlerini kavuran bir su ile yardım edilir. O ne kötü bir içecektir ve (o ateş) ne fena dayan(ılıp oturul)acak yerdir!
30. Doğrusu iman edip de sâlih (sevaplı) amel işleyenlere gelince, elbette biz, ameli güzel olanın mükâfatını asla zâyi etmeyiz.
31. İşte bu kimseler için, alt tarafından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada altın bileziklerle bezenecekler, (altın ve gümüş işlemeli) ince ipekten, kalın ipekten yeşil elbiseler giyecekler. Tahtlar üzerine yaslan(ıp otur)acaklardır. O ne güzel mükâfat, ne güzel yaslana(rak oturula)cak yerdir! [krş. 25/75-76; 35/33]
32. Onlara (şu) iki adamı misal ver: Biz onların birine iki üzüm bağı lütfetmiş, etraflarını hurmalarla çevirmiş ve ikisinin arasında da ekin (ve meyvelik) bitirmiştik.
33. Her iki bağ da (her sene) yemişlerini vermiş, hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı. Onların (iki bağın) arasından bir de ırmak akıtmıştık.
34. Onun (başka) serveti de vardı. Bu yüzden arkadaşı ile konuşması sırasında: “Benim malım ve servetim seninkinden daha çoktur ve (ayrıca) maiyyetim bakımından da senden daha itibarlıyım.” dedi.
35. (Böylece) o (zenginliğiyle övünen kimse), kendisine zulmederek, (inkârcı bir halde) bahçesine girdi: “Bunun hiçbir zaman batacağını zannetmiyorum.” dedi.
36. “Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen ben, Rabbime döndürülürsem bunun yerine, elbette bundan daha iyisini bulurum.” dedi.
37. Onunla konuşmakta olan arkadaşı da, ona dedi ki: “Seni (önce) topraktan, sonra bir nutfe (sperm)den yaratıp sonra da sana adam biçimi veren (Allah’)ı inkâr mı ediyorsun?”
38. “Fakat (ben inanıyorum ki) O Allah benim Rabbimdir; ben Rabbime hiç kimseyi ortak tutmam.”
39-40-41. “Bahçene girdiğin zaman, ‘Mâşaallah, lâ kuvvete illâ billâh (bu Allah’ın dilediğidir, Allah’tan başka hiçbir kuvvet yoktur!)’ demeli değil miydin? Üstelik beni, mal ve evlat bakımından kendinden daha aşağı görüyorsun. Umulur ki Rabbim bana senin bahçenden daha iyisini verir, o (seninki)nin üzerine gökten bir afet indirir, o da kaskatı kaypak bir toprak oluverir yahut suyu yere çekilir de artık onu bir daha elde edemezsin.” [krş. 57/20]
42. Nitekim o (inkârcı)nın serveti kuşatıl(ıp ürünü helak edil)di, çardakları çökmüş halde (görünce), o (bahçe)nin uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını ovuşturmaya başladı ve: “Keşke ben, Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım.” dedi. [krş. 68/17-31]
(Çünkü o, mal ve mevkiinin geçici olduğunu ve bir anda yok olacağını düşünmemiş ve Allah’ı egemen kabul edip O’na sığınmamıştı. Buna karşılık malına güvenerek gururlanmış, büyüklenmişti.)
43. Ona Allah’tan başka yardım edecek bir topluluk da yoktu. Karşı koy(up kendisini kurtar)amadı da.
44. İşte böyle bir durumda koruyuculuk ve hâkimiyet, yalnız hak olan Allah’a mahsustur. Sevap verme bakımından en hayırlı O’dur, sonuçlandırma bakımından da en hayırlı yine O’dur.
45. Onlara dünya hayatının misalini şöyle anlat: O (dünya hayatının durumu) tıpkı, semadan indirdiğimiz su ile yeryüzü bitkilerinin birbirine karışması (sulanıp güzelleşmesi) ve sonunda (o bitkilerin kuruyup) rüzgarların savurduğu çöp kırıntısı haline gelivermeleri gibidir. Allah, her şeyin üstünde bir kudret sahibidir. [bk. 10/24; 39/21; 57/20]
46. Mal ve oğullar, (geçici) dünya hayatının ziynetidir. Bâkî kalacak olan sâlih ameller[10] ise, Rabbinin katında sevapça daha hayırlı, ümit bağlanmaya da daha lâyıktır. [bk. 3/14; 64/15]
47. (Düşün ki) o gün, biz dağları yürüt(üp gider)eceğiz ve yeri apaçık (düz ve çıplak) göreceksin. (Yine o gün) içlerinden hiçbir kimseyi bırakmaksızın herkesi (mahşerde) toplarız. [bk. 20/ 105-107; 101/5]
48. (Hepsi) sıralar halinde Rabbine arz olunmuşlardır. (Onlara:) “Andolsun ki sizi ilk defa yarattığımız gibi (şimdi de çırılçıplak, hiçbir şeyiniz olmaksızın) bize geldiniz. Fakat siz, sizin için vaadi(mizi) yerine getirecek bir zaman tahdit etmediğimizi zannettiniz değil mi?” (denilir).
49. (Amelleri yazılı) kitap (önlerine) konulmuştur. Artık o günahkârları görürsün ki onun içindeki (yazılı) şeylerden korkarak: “Eyvah bize! Bu kitap da ne acâyip! Küçük büyük hiçbir şey bırakmayıp onları sayıp dökmüş.” derler. Onlar (bütün) yaptıklarını (o kitabın içinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez. [bk. 17/71; 45/28-29]
50. Hani meleklere: “Âdem’e (kudretim için) secde edin.” demiştik de İblis hariç hemen secdeye kapanmışlardı. O cin(ler)dendi, Rabbinin emrinden çıktı/âsî oldu.[11] (Ey insanoğulları!) Beni bırakıp da onu ve neslini mi dostlar ediniyorsunuz? Halbuki onlar size düşmandır. (Böyle yapmak) zalimler için ne kötü bir değiştirmedir! [bk. 2/34; 7/12; 15/28-39]
51. Ben, ne göklerin ve yerin yaratılmasında ne de kendilerinin yaratılmasında, onları hazır bulundurmadım. (İnsanları) saptıranları da (kendime) yardımcı edinmiş değilim. [bk. 17/56; 27/60-64; 34/22-23]
52. O gün (Allah, müşriklere): “Benim ortaklarım olduğunu ileri sürdüğünüz (tapınma, yalvarma ve kendisine bağlanmada bana ortak hale getirdiğiniz) şeyleri çağırın.” der. Hemen onları çağıracaklar ama (onlar) kendilerine cevap vermeyeceklerdir. Biz onların arasına bir ateş deresi koyacağız. [bk. 46/5]
53. Günahkârlar, ateşi gördüklerinde artık, içine düşecek olanların kendileri olduklarını anlayacaklar, fakat oradan dönecek (ve kaçacak) yer de bulamayacaklar.
54. Andolsun ki biz, bu Kur’an’da insanlara (ihtiyaç duydukları) her misali farklı üsluplarda açıkladık. Fakat insan, pek çok şeyde tartışmacı olmuştur.
55. Kendilerine doğru yolu gösteren rehber (peygamber ve Kur’an) geldiği halde insanları, iman etmelerinden ve Rablerinden mağfiret dilemelerinden alıkoyan şey, ancak ve ancak evvelkilerin başlarına gelen, âdet-i ilâhî (olan felaket)in kendilerine de gelmesini veya onlara gözleri önünde (âhiretteki) azabın gelivermesi(ni beklemeleri)dir.
56. Biz peygamberleri sadece (cenneti) müjdeleyici ve (azaba karşı) uyarıcılar olarak gönderdik. Küfre sapanlar ise, hakkı batılla çürütmek (ve ortadan kaldırmak) için mücadele ederler. Onlar âyetlerimizi ve uyarıldıkları şeyleri de eğlence edindiler.
57. Rabbinin âyetleriyle (kendine) nasihat edildiği halde, onlardan yüz çeviren ve kendi yaptığı (günahları)nı unutan kimseden daha zalim kim vardır? Biz de (bu sebeple) onların kalplerinin üzerine, onu (Kur’an’ı) iyi anlamalarına engel olan perdeler ve kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen onları doğru yola çağırsan da, asla doğru yola gelmezler.
58. Ama Rabbin çok bağışlayıcı, merhamet sahibidir. Eğer onları kazandıkları (günahları) ile hesaba çekseydi, onlar için azabı çabuklaştırırdı. Fakat onlar için vaadedilen bir zaman vardır ki, (o gün geldiğinde) O’ndan başka hiçbir sığınacak yer bulamayacaklardır. [bk. 16/61; 35/45]
59. İşte (Âd, Semûd gibi) zalim oldukları vakit[12] kendilerini helak ettiğimiz memleketler! Onların helaki için de belli vakit koymuştuk.
60. Bir vakit Musa, (hizmet eden) gencine demişti ki: “Ben (Hızır’la buluşmak için) iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayıp gideceğim veya uzun zaman geçireceğim.”
61. Derken (ikisi) o iki (deniz arası)nın birleştiği yere varınca (bir kayaya sığındılar. Fakat azıklarından su birikintisine koydukları cansız) balıklarını unuttular. O da sıçrayıp denizde bir deliğe/oyuğa doğru yola koyulmuştu.[13]
62. (O deniz kavşağını) geçtikleri zaman (Musa) gencine: “Kuşluk yemeğimizi getir (de yiyelim). Bu yolculuğumuzda hakikaten yorgun düştük.” dedi.
63. (Genç:) “Gördün mü! O kayalığa sığın(ıp dinlen)diğimiz sırada, balığı (söylemeyi) unuttum. Onu söylememi bana unutturan şeytandan başkası değildir. O, şaşılacak şekilde (canlanıp) denizde yolunu tutmuştu.” dedi.
64. (Musa:) “Aradığımız şey bu!” dedi. Hemen (geldikleri yoldan ikisi) izlerini takip ederek gerisin geriye döndüler.
65. Derken (orada) kullarımızdan bir kul (olan Hızır’ı) buldular ki biz ona katımızdan bir rahmet (vahiy) vermiştik ve ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
66. Musa ona: “Sana doğru yol (ve hayır) olarak öğretilenden bana da öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?” dedi.
67. (O da:) “Doğrusu sen, benimle birlikte (yaptıklarıma) sabretmeye asla dayanamazsın.”
68. “(Üstelik bilgi olarak) aslını kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredersin?” dedi.
69. (Musa:) “İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem.” dedi.
70. (Hızır da:) “O halde bana tâbi olursan, ben sana (o konuda) bir söz söyleyinceye kadar, bana (yaptıklarımdan) hiçbir şey sorma.” dedi.
71. Bunun üzerine ikisi de gittiler. Nihayet gemiye bindikleri vakit, (Hızır) onu deldi. (Musa:) “Gemi halkını boğmak için mi onu deldin? Hakikaten sen korkunç bir şey yaptın.” dedi.
72. (O da:) “Sen benimle birlikteliğe asla sabredemezsin demedim mi?” dedi.
73. (Musa:) “Unuttuğum şeyden dolayı bana çıkışma, (arkadaşlık) işimde bana bir güçlük çıkarma (da beni affet).” dedi.
74. Yine (birlikte) gittiler. Tâ ki, bir oğlan çocuğuna rastlayınca (Hızır) hemen onu öldürdü. (Musa:) “Bir can karşılığı olmaksızın, tertemiz (günahsız) bir canı öldürdün ha! Hakikaten sen (benzeri görülmemiş) çirkin bir şey yaptın.” dedi.
75. (Hızır:) “Ben sana, benimle birlikteliğe sabretmeye asla dayanamazsın demedim mi?” dedi.
76. (Musa:) “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaş olma! Artık bununla, tarafımdan (kabul edilen) son mazerete ulaştın.” dedi.
77. Yine gittiler. Nihayet bir memleket halkına varıp onlardan yemek istediler. (Vermediler ve) onları misafir etmekten kaçındılar. Derken (orada) yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. (Hızır kerâmeti ile)[14] hemen onu doğrulttu (eski haline getirdi). (Musa: “Niçin yaptın?) Eğer isteseydin buna karşı bir ücret alırdın.” dedi.
78. (Hızır:) “İşte bu, seninle benim (birbirimizden) ayrılma (vakti)mizdir. (Şimdi) sana, sabretmeye dayanamadığın şeylerin iç yüzünü haber vereceğim.” dedi.
79. “Gemiye gelince: (O), denizde çalışan yoksullarındı. Onu kusurlu yapmak istedim. (Çünkü) peşlerinde her (sağlam) gemiyi zorla alan bir hükümdar vardı.”
80. “Oğlanın ise, anne babası inanan kimselerdi. (Bu çocuğun) onları azgınlık ve küfre sürüklemesinden (veya zorlamasından) korktuk.”
81. “İstedik ki Rableri ona karşılık, kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin.”
82. “Gelelim duvara: (O,) şehirde iki yetim çocuğun idi. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları da sâlih (iyi ve temiz) bir kimse idi. Rabbin onların (büyüyüp) olgunluk çağına ermelerini ve kendisinden bir rahmet olmak üzere definelerini çıkarmalarını istedi. Ben bunu kendi emrim (ve re’yim)le yapmadım. İşte üzerinde sabretmeye dayanamadığın şeylerin içyüzü bu!”
83. (Ey Resûlüm!) Sana Zülkarneyn’i soruyorlar. De ki: “Size ondan bir hatıra okuyacağım.”[15]
84. Gerçekten biz onu yeryüzünde (büyük) bir iktidar sahibi yaptık ve ihtiyaç duyduğu her şey için bir sebep (bir yol ve imkân) bahşettik.
85. O da (batıya doğru) bir yol takip etti.
86. Nihayet güneşin battığı yere ulaşınca onu, kara balçıklı bir su gözesinde (Atlas Okyanusu’nda) batıyor buldu. Onun yanında da bir kavim buldu. (Ona:) “Ey Zülkarneyn! (İman etmezlerse onlara) ya azap edersin veya haklarında güzel (olan yol)u tutarsın.” dedik.
87. (Zülkarneyn) dedi ki: “Kim (inkâr ederek) zalim olursa, biz onu cezalandıracağız. Sonra o, Rabbine döndürülür. O da kendisine görülmemiş (şiddetli) bir azap ile azap eder.”
88. “Ama kim de inanıp güzel amel (ve hareket)te bulunursa, mükâfatların en güzeli onundur. Ve ona buyruklarımızdan kolayını söyleyeceğiz.”
89. Sonra (Zülkarneyn) bir yol daha takip etti.
90. Sonunda güneşin doğduğu yere ulaşınca, onun (güneşin), kendilerine (sıcaktan koruyacak) hiçbir siper nasip etmediğimiz (çıplak) bir kavim[16] üzerine doğduğunu gördü.
91. İşte (Zülkarneyn) böyle (bir hükümranlığa sahip)tir. Doğrusu biz onun yanında ne var ne yoksa ilm(imiz)le kuşatmıştık.[17]
92. Sonra bir (başka) yol tuttu.
93. Nihayet iki dağ arasına ulaştığı zaman, onların önünde (eteğinde), hemen hemen hiç söz (dil) anlamayan bir topluluk buldu.
94. Onlar (tercümanları vasıtasıyla): “Ey Zülkarneyn! Hakikaten Ye’cûc ve Me’cûc, bu yerde (çeşitli kötülükler yaparak) bozgunculuk çıkarmaktadır. Bizimle onlar arasına bir set yapman için sana vergi verelim mi?” dediler.
95. (O da:) “Rabbimin o hususta bana verdiği imkân (ve nimet) daha hayırlıdır. Haydi siz, bana kuvvet(iniz)le yardım edin de sizinle onlar arasına sağlam bir engel yapayım!” dedi.
96. “Bana demir kütleleri getirin.” Nihayet iki dağın arası (dolup) denkleşince: “Üfleyin (körükleyin).” dedi. Nihayet onu bir ateş haline koyduğu zaman: “Getirin bana, üstüne erimiş bakır dökeyim.” dedi.
97. Artık (Ye’cûc ve Me’cûc) onu ne aşabildiler ne de delebildiler.
98. (Zülkarneyn:) “Bu, Rabbimden (kullarına) bir rahmettir. Rabbimin vaadi geldiği (kıyamet yaklaştığı veya Ye’cûc ve Me’cûc’ün çıkacağı) zaman, onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir.” dedi. [krş. 21/96]
99. O gün biz (herkesi deniz dalgaları gibi) birbiri içinde (çarparak) dalgalanır bir halde bırakmışızdır. Sûr’a üflenince de onları hep bir araya toplarız.
100-101. Beni anmaktan yana (kalp) gözleri perdeli olan ve (Kur’an’ı) dinlemeye dayanamayan o kâfirlere/küfre sapanlara o gün cehennemi tam anlamıyla gösteririz.
102. Küfre sapanlar, beni bırakıp kullarımı dost (ve ilâh) edin(ip onların dine aykırı buyruklarını tutmalarıyla onların kendilerine fayda ver)eceklerini mi sandılar? Muhakkak ki biz küfre sapanlara cehennemi bir konak olarak hazırladık.
103-104. De ki: “(Yaptıkları) işler itibariyle, en çok ziyana uğrayanları size haber vereyim mi?” Bunlar, kendilerinin iyi bir iş yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çalışmaları boşa giden kimselerdir. [bk. 24/39; 88/1-3]
105. İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr eden kimselerdir. Bu yüzden, (onların hayır olarak yaptığı bütün) işleri boşa gitmiştir. Kıyamet günü onlar(ın iyi amelleri olmadığı) için bir terazi kurmayız.[18]
106. İşte, hem küfre saptıkları/inkâr ettikleri hem de âyetlerimi ve peygamberlerimi eğlence edindikleri için onların cezası cehennemdir.
107-108. Hakikaten iman edip de sâlih ameller işleyenler(e gelince), onlara da konak olarak Firdevs cennetleri vardır. Orada sürekli kalacaklardır. Oradan başka yere gitmek istemezler.
109. De ki: “Rabbimin sözleri(ni/ilmini yazmak) için deniz(ler) mürekkep olsa, yardım olarak bir o kadarını daha getirsek, Rabbimin sözleri tükenmeden önce o deniz(ler) tükenirdi.” [krş. 31/27]
110. De ki: “Ben ancak sizin gibi bir insanım; şu farkla ki bana ilâhınızın, bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Kim Rabbine (rızasına erişmiş bir mü’min olarak) kavuşmayı arzu ediyorsa sâlih amel işlesin ve Rabbine ‘ibadet ve itaatte’ hiçbir şekilde şirk/ortaklık karıştırmasın.” [krş. 1/4; 11/123; 12/106]
(Allah varken, O’nu bırakıp gerek başkalarından yardım ummak, gerek Allah’ın emirlerine aykırı emir verenlere bağlanıp itaat etmek, amellere şirk karıştırmaktır. Rabbe kavuşma yolunda imandan sonra ilk adım, O’na ibadet ve emirlerine itaat, son mertebe de O’na tevekkül ve teslimiyettir (bk. 11/123). Allah’ın rızasına kavuşmak sâlih amelle olur. Kul namazı, cennet kazanma, Allah’tan korkma veya bir borç olarak kılmaktan ziyade; O’nun rızasına kavuşmak için kılmalıdır. Namaz, aynı zamanda nefsin veya içinde bulunulan her türlü ortamın köleliğinden kurtulduğunun ve Allah ile hür olduğunun göstergesidir. Mü’minin birinci görevi de bu hürlüğü şirksiz elde etmektir.) [bk. 2/45, 144]
Ensonhaber'i Google News'te takip edin.
Abone Ol