Musevî bir ailenin çocuğu olan Bergson, son çağın en önemli filozoflarındandır. Condorcet Lisesinde güçlü bir klasik eğitimden sonra 1877'de açılan bir genel retorik müsabakasında onur mükafatını kazandı.
Daha o zamanlarda bile geniş bir hayal gücüne, orjinal şahsî düşüncelere sahip bulunuyordu.
Aynı zamanda matematik mükâfatını da kazanmıştı. Hocası, öğündüğü öğrencisinin Pascal'la boy ölçüşecek bir matematikçi olacağını düşünüyordu. Fakat Bergson, matematik bilimlerini “çok yorucu” buldu ve hayatını felsefe ile geçirmeye karar verdi.
Bergson'un tahsil hayatı bir tekamüldü. Lisan yeteneği kuvvetliydi. Canlı ifadelere bayılırdı. İki özelliği göze çarpıyordu: Sert bir titizliği ve geniş bir hayâl gücü. İlim adamı kafasında şair ruhu taşıyordu.
Bergson zamanında geçerli görüş ve moda eğilimler hep maddeci idi. Tamamen materyalist bakış açısı revaçtaydı. Önceleri Bergson bu akımlara kapıldı ve tanrı-tanımaz olarak tanındı.
Mezun olduktan sonra Auvergne vilayetinde bir kasabaya öğretmenliğe tayin edildi. Buraya geldiğinde şüpheciydi, fakat burada şüpheciliği yok oldu. Kırda yürüyüşler yapıyordu. İçindeki şair ve isyan ruhu nihayet kendini gösterdi. Laboratuar denemeleri, fizik formülleri, ateist aydınların gösterişli cümleleri onun tanrı anlayışında önemli dönüm noktalarını oluşturdu.
Yaradılışın sonsuz sadeliğini karışık formüllerle ve zahiri teorilerle izaha çalışan bilim, Bergson tarafından eleştirilmeye başlandı.
Ona göre bilime “sığınmak”* (19. yüzyıl pozitivizmi böyleydi) “Ümit ve cesaretini kaybeden yorgun kafaların” işiydi.