Bu belki de ortak kaderde aynı zamanda Çiğdem Talu’nun da biyografisi. Kesişen 8 yıl 3 günlük ömürleri ile “Yaşadım” diyecek zamanları yaşayan iki aşığın hikayesi. İçinde bolca sevgi ve müzik barındıran bir hayatın…
İşte tüm hikaye bu noktada; ortak kaderde. Dünyaya geliş sebebini bulmak şansına nail olmakla kalmayıp bir de gerçek aşkı tatmakta…
Şimdi sıcacık bir kahve alın, sindire sindire okuyun derim ben. Bir de naçizane tavsiyem, bahsedeceğim, adı geçen her şarkıyı bir kez de içli içli dinleyin…
İyi ki doğdun Melih Kibar…
Çocukluğu ve eğitim hayatı
Melih, 6 Eylül 1951’de, İstanbul’da dünyaya geldi. Babası, İzmir Belediye Başkanlığı yaptığı dönemde şehrin tüm yollarını asfaltladığından “Asfalt Osman” lakabı ile anılan Osman Kibar idi. Onu anlayan, yeteneklerini keşfedecek bir aileye doğmuştu Melih.
Haliyle onun müziğe olan yatkınlığını keşfetmeleri uzun sürmedi. Melih, stanbul Belediyesi Konservatuarı’na yarı zamanlı piyano bölümüne eğitim almaya başladığında, 8 yaşındaydı. Bu atılmış ilk adımdı ve müzik hayatında hep olacaktı.
Alman Lisesi’nde okurken müzik hayatında daha da geniş bir yer tutmaya başladı. 1970’te okul orkestrası ile birlikte Milliyet Liseler Arası Müzik Yarışması’na katıldı. Melih org çalıyordu ve bu yarışma, onlara, En İyi Beste Ödülü’nü getirdi. Bu da Melih’in gelecekteki enfes besteleri adına alınmış ilk ödüldü aslında. Sadece henüz kimsenin bundan haberi yoktu…
Okul ve müzik bir arada
Gençliğini yaşadığı şu yaşlarda, Melih müziğe daha da düşkün olmaya başlamıştı. Birlikte ödül kazandıkları grup, daha sonra “Dönüşüm” adıyla profesyonel müzik yaşamına adım attığında, Melih de Timur Selçuk ile çalışmaya başlamıştı. Bu yarışma ona, Timur Selçuk ile uzun soluklu bir müzik yaşamı kazandıracaktı.
Hayatında her şey bir aradaydı. Ayakları tutkusuna rağmen yere basıyordu. Hala okulunda başarılı bir öğrenciydi ve bu sırada Robert Koleji Kimya Mühendisliği Bölümü’nü bitirecekti.
Evlilikleri
Melih, ilk kez 1967’de evlendi. Avukat olan Şefika Pekin ile yaptığı bu evlilik, onlara Selin adını verdikleri kızlarını getirdi. Ancak pek fazla sürmedi; boşandılar.
Sonra birazdan uzun uzun değineceğim bir büyük aşk yaşadı; ama o da bitmek zorundaydı…
Sonra İbrani kökenli Ethel ile evlendi Melih. Merve adını verdikleri bir kızları oldu. Ethel, onu anladı, saygı duydu. Bu evlilik, ömürlük olmuştu…
İlk çalışmaları
Melih iyiden iyiye müzik yaşamına da tutunmuştu. 1974’te Timur Selçuk Orkestrası’nın kendi adını taşıyan albümünde org çalan isimdi. Ki bu albümle ilk bestelerini de piyasaya çıkarmıştı. “Panayır Günü” adını verdiği çalışma, birçok Yeşilçam filminde kullanılacak ve hafızalara kazınacaktı…
Film ve oyun müzikleri
Hayatı boyunca müziğin olduğu her alanda adı bir şekilde geçen Melih, birçok film ve oyun müziğine de dokundu piyanosuyla. En önemlisi, 1975’te yayınlanan Hababam Sınıfı filmi için yaptığı müzikti. Bu eser, ona, Altın Portakal’da Film Müziği Ödülü’nü getirdi.
1980’de yayınlanan Hisseli Harikalar Kumpanyası müzikalinin de bestelerini yaptı. 2000’de yaptığı Sersem Kocanın Kurnaz Karısı adlı oyunun müzikleri ise, ona Afife Tiyatro Ödüllerinde "En İyi Besteci" ödülünü kazandırdı.
Türkiye ilk kez Eurovision’da
1975’te, Türkiye ilk kez Eurovision Şarkı Yarışması’na katılacaktı. Bunun için TRT elemelerde kullanmak için bir sinyal müziği bestelenmesini istiyordu. Melih Kibar, işte efsaneleşecek Çoban Yıldızı’nı böyle bestelemiş oldu.
Düzenleme Timur Selçuk’a aitti ve orkestrada İstanbul Gelişim Orkestrası vardı. Şarkı öylesine beğenildi ki, yarışmaya giren şarkılardan biri olmadığı bilindiği halde, elemelerde halktan en çok oy olan şarkılar arasında Çoban Yıldızı da geçiyordu. Bundan sonra bu şarkı, Türkiye’de Eurovision’un vazgeçilmez bir parçası haline gelecekti…
(Çiğdem Talu)
Yüz yıl aşkları arasında anılacak bir aşk
Sonra Melih’in tüm hayatını etkileyecek bir aşk çıktı karşısına. Bazı aşklar vardır ki, sanki özellikle anlatılmak için yaşanır. Allah onları birbirine kader edip, özellikle yar eder. Yüz yıl aşkları arasında anılacak aşklardan biri olan Çiğdem Talu, Melih Kibar aşkı da bunlardan biriydi işte. Melih Kibar biyografisi belki de sadece bu aşktan bile oluşabilirdi…
Onlar tanışmadan
Çiğdem ve Melih birbirinden habersiz, tanıştıktan sonra birbirini bilmeden geçecek onca zamana acıyacağını bilmeden, yaşıyordu. Oksijen alıp karbondioksit verebiliyorlardı; dünya dediğin dönüyordu. Ama içinde aşk yoktu…
Çiğdem, aslında İngilizce Öğretmeni'ydi, ancak bir yandan da Edebiyatçı bir aileden gelişi adeta genlerine kodlanmıştı. Çiğdem, ilk roman yazarlarından "Recaizade Mahmut Ekrem"in de torunuydu. Şarkılara söz yazmaya da 1972'de arkadaşının ısrarıyla başladı. İlk zamanlar en azından soyadı kullanılmasın istemişti. Ama ilk söz yazdığı, Nilüfer'in seslendirdiği "Ağlıyorum Yine” şarkısı ile bunun devamının geleceği belliydi.
Melih de aslında Kimya Mühendisi'ydi. Ama o da notalara karşı koyamamıştı. İşte müziğin büyüsü vardı onların aşkının temelinde…
Tesadüfi habersiz tanışma
Eurovision için seçmelere katılan şarkılar arasında Yeliz'in seslendirdiği "Hayalimdeki Adam” şarkısının sözleri Çiğdem'e aitti. Farkında olmadan aynı projede bulunmuşlardı. Bu belki de Çiğdem ve Melih'in ruhlarının onlardan habersiz ilk tanışmasıydı…
Sonra bu tesadüflerin ardı arkası kesilmedi. Bir gün bir yerde yüz yüze gelene kadar birçok yerde tekrar tekrar karşılaştılar. Çiğdem, artık profesyonel olarak söz yazarlığına soyunmuştu. Artık daha çok şarkı dinliyor, kulağını her an müzikle dolduruyordu. Yanından hiç ayırmadığı plak ise, "Çoban Yıldızı”ydı… Bu plağı özel yapan arka yüzündeki "Frehnak” parçasıydı ve Melih Kibar imzalıydı… Çiğdem bu parçayı her dinlediğinde kendinden geçiyordu, adeta gönülden bağlanmıştı bu müziğe…
Sonunda bu besteciyle tanışmak istediğini söyledi Melih'in hocası Timur Selçuk'a. Buram buram duygu yükünün yaşandığı bir tanışmaydı bu. Ama şöyle küçük bir detay var ki, tanışma Çiğdem istemese de olacaktı. Çünkü Marmaris'te yapılacak olan bir festival için Melih'ten beste yapması istenmişti ve elbette bu besteye söz yazacak olan isim de Çiğdem'di. Belki gerçekten kaderdi tanışmaları ya da böylesi daha romantik oluyordu…
Duygu yüklü tanışma
25 Mayıs 1975'te Küçük Bebek sırtlarındaki Cevat Bey köşkünde gerçekleşti o ilk buluşma. Gecenin bir yarısıydı. Mustafa Oğuz, festival için Melih'i alıp Çiğdem'in evine getirmişti. Piyano tuşlarında ahenkle dans eden ellerini uzatırken Melih çoktan düşmüştü inceden bir sızıya… Ama böyle ilk görüşte çapılmalar, aşktan ölüp bitmeler, kapısında yatmalar yoktu; kanlı gözyaşlı bir aşk da değildi onlarınki. Birbirlerine şarkılarla seslenen, asla platonik olduğu söylenemeyen, içleri sıcacık eden bir aşktı bu…
Hikaye asıl şimdi başlıyordu…
Müziğin tadı: İşte Öyle Bir Şey
Çiğdem 36 yaşında bir İngilizce Öğretmeni, Melih de 24 yaşında bir Kimya Mühendisi. İkisi de müziğe olan tutkusuna bir yerden sonra karşı koyamamıştı işte.
Çiğdem sabaha karşı evine misafir olan o çok sevdiği müziğin bestecisini piyano odasına götürdü; plak da kenardaki pikabın üzerindeydi. "Sizin yaşınızda bir insan, böyle bir besteyi nasıl yapar?” diyebildi.
Sonra asıl konularına döndüler, festival için Melih'ten bir beste istiyorlardı. Çiğdem de bir şeyler karalamıştı. Altına günün tarihini attı ve Melih'e verdi. Tanıştıkları saatin simgesiydi o kağıt artık Melih için ve bir ömür çerçeveli bir şekilde evinin baş köşesinde saklayacaktı. Bu arada tanışmalarına vesile olan bu festival hiçbir zaman yapılamadı, ama onlar da bir daha hiç kopmayacaktı.
Bundan sonra Melih her bestesini daha heyecanla yaptı; Çiğdem'in yazdığı sözler daha anlamlıydı sanki. Melih, yaptığı her besteyi dinletmek için koşarak gidiyordu Çiğdem'e… İkisi de aslında müziğin içindeydi elbet. Ama asıl tanıştıktan sonra başladı müziğin tadı. Çünkü Çiğdem, bir gün Melih'e çok basit gibi görünen, ama aslında bir gelecek barındıran şu soruyu sordu:"Senin başka bestelerin yok mu?"
Melih, onca beste arasından çok önce yapmış olduğu, "Hiçbir zaman ne için yaptığımı bilmediğim bir beste” diye tanımladığı o besteyi çaldı Çiğdem'e. Parmakları son notaya dokunduğunda, besteyi neden yaptığını anlayacağından habersizdi. Çiğdem, o çalarken besteyi kasete kaydetmişti bile…
Melih, ne yapacağını sordu; Çiğdem, "Söz yazacağım” diye karşılık verdi. Ertesi gün Çiğdem şarkının sözlerini yazmış ve Melih'i tamamlamıştı. Şarkı sessizce, inceden yapılmış bir anlaşma gibi aralarında duruyordu.
Çiğdem'in sözleri Melih'in müziğine, Melih'in müziği de Çiğdem'in sözlerine adeta hayat vermişti. O şarkı, "İşte Öyle Bir Şey”di…
Çiğdem, aslında içinde çığlıkları bile barındıran sessiz bir adım atmış, tüm hislerini sözlerine akıtmıştı.
"Seni düşündüm dün akşam yine
Sonsuz bir umut doldu içime
Bir de kendimi düşündüm sonra
Bir garip duygu çöktü omzuma”
Melih de o gece içtiği çayın tadını unutamayacaktı. Kesinlikle bir çay tiryakisiydi ve çayı limonlu severdi. O günden sonra bağlarını hiç koparmayacak ve Çiğdem de Melih'in limonlu çay sevdiğini hiç unutmayacaktı…
Sevdan olmasa
Ağustos 1976'da, "İşte öyle bir şey” Erol Evgin'in sesiyle de taçlanmıştı. Ardından "Sevdan Olmasa” geldi. Plağın ön yüzünde "İşte Öyle Bir Şey”, arka yüzünde de "Sevdan Olmasa” vardı. Çiğdem sözleriyle, Melih de bestesiyle müzik piyasasının gündemine oturmuştu. Dinlemek isteyen herkesle buluşsa da bu sözler de, notalar da aslında iki kişinin arasındaydı. Asla dile getirilmeyen, ama ateşi dünyayı yakmaya yetecek bir aşka sahip iki kişinin şarkısıydı bu.
Ah bu hayat çekilmez diyordu, sen olmasan, sevdan olmasa…
Hayat artık hissedilen duygularla anlam kazanmıştı. Bu aralarında köprü kuran ikinci şarkıydı, ama her şey o kadar yoğun hissediliyordu ki… Sanki yıllardır tanışıyorlardı da birbirlerine çok geç kalmışlardı. Çiğdem şarkıya yazdığı sözlerde artan duygu yükünü emanet etmişti Melih'e. Bir yandan da içinden kopardığı her cümle, zaten daha da yoğunlaşan duygulara dönüşüyordu…
Plak satışlarının patlamasının ardından Çiğdem'de sürpriz kararını açıkladı: "Artık yabancı şarkılara Türkçe söz yazmak yok!” Bu kadar değildi, bundan böyle çalışmalarının tamamını Melih Kibar ile yürüteceğini de özellikle bildiriyordu.
Çevrenin de zaten daha ilk şarkılarında başlamış bir bakışı vardı; Melih acaba Çiğdem'in genç sevgilisi miydi? Aralarında dile getirilmiş duygusal bir ilişki başlamamıştı, ancak Melih'in içine bir kıymık batmaya başlamıştı inceden. Ne olurdu sanki diye düşündü, ne olurdu Çiğdem ondan 12 yaş büyük olmasaydı.
Polonya Müzik Festivali
Bu başarının sarhoşluğunu henüz üzerlerinden atmamışlardı ki, Çiğdem ve Melih Polonya'nın Sopot kentine müzik festivaline gitti. Sopot, onlar için sadece festivalin yapıldığı şehir değil, aynı zamanda aşklarının adının konduğu şehir olacaktı hafızlarında…
Şu cümlelerle anlatacaktı yıllar sonra Melih orada yaşananları Can Dündar'ın belgeselinde:
"Bizim Çiğdem'le esas yakınlaşmamız galiba bu festivalde oldu. Yani normal ilişkilerde söylenen lafları birbirimize etmeye başladığımız yerdir, Sopot. Ondan sonra artık kartlar açık oynanmaya başlandı; ama hep bunun dışarı yansımasını engelledik biz. Çünkü bunu salt kadın erkek beraberliği olarak yorumlamaya meyilli insanların olması bizim içimizi acıtıyordu. Çünkü, dışarıdan bakınca "Koca kadın gencecik, bugünkü tabiriyle çıtır, sevgilisi mi var?' diyecekler. Böyle şeylerden Çiğdem de çok korkardı; bana da ters geliyordu”
İçlerinde kopan fırtınaya daha fazla karşı koyamamışlardı; artık sevgiliydiler. Ama toplum baskısı da tepelerinde kara bulutlar gibi dolanıyor, ikisinin de içine bir sızı bırakıyordu. Ortada bir ilişki varsa, kadının erkekten büyük olması kabul edilemiyordu. Ama işte, gönül de ferman dinlemiyordu…
Evet Çiğdem, Melih'ten 12 yaş daha büyüktü ve hatta bir de evlenip ayrılmıştı. Üstelik bir de kızı vardı. Ama hayat devam ediyordu ve kalp dediğin atıyordu.
Melih'in Londra yolculuğu
Aralarında günden güne büyüyen aşkta ilk kez ayrılacaklardı Çiğdem ve Melih. Artık üniversiteden mezun olmuştu ve Kimya mühendisliği üzerine master yapmak için Londra'ya gidiyordu. Melih, babasıyla birlikte, kalbine oturmuş yumrusuyla uçağa bindi.
Bir fırtına tuttu onları. Gittiği ilk gece, Londra'da kıyamet gibi bir fırtına vardı. Melih, bu fırtınayı şöyle tanımıyordu. "Tarifi namümkün. O fırtınadan nasıl sağ kurtuldum, bilmiyorum”. O gece ölümlerden dönmüştü. Morali oldukça bozuktu, ama yine de korkutmamak için Çiğdem'e bir şey belli etmemişti. Ama üzerindeki stresi de bir türlü atamıyordu. Kaldığı odadan biraz dolaşıp kendine gelmek için dışarı çıktı. Karanlık bir koridorda yürürken ona iyi gelecek şeye çarptı; bu bir piyanoydu. Parmakları neredeyse Melih'e haber vermeden piyanonun tuşları üzerinde gezinmeye başladı. Tüm korkusunu notalarla paylaşıyordu; yeni bir beste yapmıştı bile. Hemen odasına koştu, teybini aldı ve aniden ortaya çıkan bu besteyi kaydetti. Besteyi Çiğdem'e ulaştırması için İstanbul'a dönerken babasına emanet edecekti.
Beste Çiğdem'in eline ulaşmıştı. Belki çok özlediğinden belki de Melih'in notalarda saklanamayan korkulu gecesinden, besteyi büyülenmiş gibi dinledi ve hemen üzerine sözlerini yazıp Melih'e bir mektupla gönderdi.
Melih mektubu açıp okuduğunda ayakta durmakta güçlük çekmişti. İşte o anını şu sözlerle anlatıyordu: "Pembe bir zarfın içinde gelmişti. İlk sayfayı okuduktan sonra besteye yazdığı sözlerin olduğu sayfaya bakınca ben duvara tutundum. Çünkü şarkının adı ‘İçimdeki Fırtına'ydı”.
Melih, uzun zaman telefonun başında bağlanmayı bekledikten sonra Çiğdem'e ulaştı. "Sen bu parçayı nasıl yazdığımı biliyor musun?” diye sordu. Sonra konuşup biraz karşılıklı ağlaştılar. Bu aşk denilen bambaşka bir şeydi. Şöyle de bir temennisi vardı Melih'in: "Allah, insanlara bunu yaşatmalı; çok özel bir şey bu”.
Melih, ona hiçbir şey anlatmasa da belli ki Çiğdem hissetmişti. Gerçek aşk bu muydu?
Aşk yaşanırken
Her ne kadar yaş farkı gerçeği gökten sallanan bir madalyon gibi aralarında dursa da, artık herkes onları birlikte anmayı öğrenmişti. Çiğdem denince Melih, Melih denince Çiğdem ekleniveriyordu yanına. Bu Londra ayrılığına da imkanları el verdiğince çözümler bulmaya çalışıyorlardı. Çiğdem bulduğu her fırsatta Melih'in yanına gitti. Artık aşk, gerçekten aşktı ve soluksuz yaşanmaktaydı…
Plakların gelirini çoğu zaman kendi gelirini de ekleyerek gönderiyordu Melih'e, ona destek oluyordu. Ama daha özeli yeşil bir defteri vardı Çiğdem'in; haklarında çıkan haberleri üzerlerine küçük sevimli notlar ekleyerek Melih'e gönderiyordu. Hatta arada tatlı tatlı takıldıkları da vardı. Bir dergi Melih'in Çiğdem'i bırakıp tatil için İngiltere'ye gittiğini yazmıştı. Çiğdem'de o haberin çıktığı gazete kağıdını kesti ve üzerine şöyle yazdı: "Melih Bey, Melih Bey, bizim burada canımız çıkarken 'master' dalgasıyla İngiltere'ye tatile gitmek de ne demek oluyor?”
Aşklarıyla ilgili hakkında çıkan ilk haberi de buradan okudu Melih; "Melih Kibar'ın kendi İngiltere'de, kalbi Çiğdem'de”…
Yeni plaklar
Melih'in Londra'da olması aşklarına olmadığı gibi işlerine de engel değildi. Çiğdem ve Melih, bantlaşma yoluyla haberleşerek şarkılarını yapmaya devam etti.
Bir başka notta Çiğdem, Melih'e yaptıkları yeni şarkılardan haber veriyordu: "Çiğdem Talu, sevgili bestecisine kıvançla sunar: 2. Plağımız”.
Çiğden sevgilisini asla yalnız ve habersiz bırakmıyordu. Melih, yıllar sonra yine Can Dündar'ın belgeselinde hislerini aktarırken, şöyle diyecekti: "Hep bir 'Hadi Koçum' var”.
O günlerde Çiğdem de bir televizyon programında şöyle demişti: "Hayatımı milattan önce milattan sonra gibi, Melih'ten önce Melih'ten sonra diye ikiye ayırıyorum”.
1 yıllık bir ayrılıktı bu aslında. Hem çok büyük özlediler hem de hep bir arada gibi yaşadılar. Bu ayrılık 1976'nın sonunda bitti ve İstanbul'da buluştular. 1977'ye Tarabya'da bir restoranda merhaba dediler. Uzun bir aradan sonra buluşmuşlardı. O gece çekilen fotoğrafın arkasına şöyle yazmıştı Melih:
"İlk defa birlikte girdiğimiz bir sene bu, 1977 yılı. Ne güzel di mi? 365 günün de bu geceki gibi mutlu ve güzel geçmesi, yani 'hep böyle olması' dileğiyle…”
Her şey seninle güzel
Artık başarılı bir yaşamları vardı, zirvede sadece onların ismi vardı. Tüm şarkıları ezber ediliyor, gönülden gönüle dolaşıyor; nice aşka tutunacak dal oluyordu.
Çiğdem'in 31 Ekim 1977'deki yaş gününü Melih Kibar, Erol Evgin ve İlhan İrem birlikte yazdıkları bir maniyle kutladı:
"Çiğdem Çiğdem,
Çiçeklerin en güzelisin sen
Bilmem ki bundan başka sana neler söylesem
Şarkılara can veren
İlham meleğimizsin sen”
O geceki doğum günü kutlaması Çiğdem'i çok mutlu etmişti ve ona en güzel şarkılardan birinin sözlerini yazdırdı; "Her şey seninle güzel”
"Her şey seninle güzel,
Olmayacak düşlerin peşinden koşmak bile.
Her şey seninle güzel,
Bu toprak bu taş bile.
İçimdeki bu korku, gözümdeki yaş bile”
Çiğdem'in olmayacak dediği düş, hayatının merkezindeydi. İçinden Melih'in aşkıyla dökülen her sözcük dilden dile dolaşan bir şarkı oluverecekti artık… Ama yine de korktukları da oluyordu. Çiğdem, annesi ve kızıyla yaşıyordu, en çok eleştirilen de o oldu. Kimse onların arasında tarifi zor, ama mükemmel bir aşk var demedi. Zamanla bu yaşta kadın kendisinden 12 yaş küçük adamla ne işi var denmeye başladı. Ama o ilişkinin ne anlama geldiğinin, nasıl hassas bir his olduğunun ayırdına Melih bile yıllar sonra varacaktı…
Yine de yaşanan zamanda bu aşk denilen gerçekliği kapalı bir kutuya koyup yüksek bir rafa kaldırmaya karar verdiler. Çünkü Çiğdem, saraylı bir aileden geliyordu. Olmazdı. Bir kadın kendinden yaşça küçük biriyle olamazdı… Onlar da bu çizgiyi koruyup çok iyi iki dost olmayı başarmaya gayret etti. Birlikte şarkılar yazmaya, aşklarını şarkılarda yaşamaya devam ettiler.
Hisseli Harikalar Kumpanyası
Bir gün Melih, Çiğdem'in evine geldi. Çiğdem, ona piyanonun üzerindeki kağıdı okumasını istedi; "Hisseli Harikalar Kumpanyası” yazıyordu. Melih şaşkınlığını saklayamazken Çiğdem, "Müzikalimiz”i uzata uzata söylemişti.
Hatta şarkı sözlerini yazmıştı bile. Melih bunu fark ettiğinde daha da şaşırdı; "Bu söz bestelenmez” dedi. Çünkü alışkanlığı değişiyordu. Her zaman önce o beste yapar, sonra da Çiğdem sözlerini yazardı. Şimdi bu terslik ona tuhaf geliyordu. Yapamayacağını düşünürken, Çiğdem her zamanki gibi onu destekleyen konuşmalarından birini yaptı. Ne yaptı ne etti, sonunda onu ikna etti. Melih, Çiğdem'i salona gönderdi ve piyanonun başına geçti. Bestesi tamamlanmıştı.
Beklenenden daha çok ilgi görmüştü Hisseli Harikalar Kumpanyası…
Sen başkalarına benzeme sakın
Bu şarkıyı aslında Hisseli Harikalar Kumpanyası içinde bestelemişti Melih; Çiğdem de üzerine o şarkıyı yazdı: "Sen başkalarına benzeme sakın, hep böle kal; hep cana yakın…”
Bu aslında Melih bilmese de bir vedanın hüznünü taşıyordu. Çünkü Çiğdem, kanser olmuştu. Bir gün Melih'i aradı ve "Ben kansermişim” dedi. Aslında ilk kez bu telefon konuşmasından 8 ay önce de gitmişti Çiğdem doktora göğsünde bir şeyler geliyordu eline, ancak doktor bunun süt bezesi olduğunu söyledi. İkinci kez 3 ay sonra gittiğinde de bir şey olmadığını söylemiş, bundan da 5 ay sonra üçüncü kez gittiğinde meme kanseri teşhisi konmuştu.
Melih, Çiğdem'e öyle ulu bir gözle bakıyordu ki, o gücüyle her şeyin üstesinden gelirdi; kanser de neydi ki… Bu yaşananların bir şaka olduğunu düşünmek istiyordu. Ciddiyetini kavramamak için çabaladı. Çünkü Çiğdem'in olmadığı bir hayatı nasıl yaşayacağını bilmiyordu.
Takvimler 1980'leri gösteriyordu. Bu sefer Çiğdem tedavisi için Londra'ya gidiyordu. Ama neşesinden, özellikle Melih'e ulaştırdığı neşesinden hiçbir şey kaybetmemişti. Londra'da olduğu zamanlarda Melih'e bir masal ülkesinde olduğunu bildiren, sevimli kartlar yolluyordu.
Melih'e göre, Çiğdem yine aynı Çiğdem'di; sadece kanserle bir arada yaşıyordu, hepsi bu. Ama elbette öyle değildi. Çiğdem, özellikle yazdığı şarkılarda artık hüznünü saklayamıyordu. Melih'in paylaştığı bilgilere göre hayatında en severek yazdığı şarkı sözünü bu zamanlarda yazmıştı: "Koca çınar”
"Serde delikanlılık, gençlik var koca çınar
Sevda var, sen sevdanı çiğneyip geçer misin?
Öte yandan gurur var, ölesiye gurur var
Seni unutanları sen olsan sever misin?”
Belli ki Çiğdem inceden bir siteme, bir üzüntüye kapılmıştı…
7. yıl dönümü
25 Mayıs 1982'de, yani yedinci yıllarında, bir televizyon stüdyosunda Halit Kıvanç ile birlikte kutladılar. O güne kadar 160'dan fazla şarkı yazmışlardı. Çiğdem'in aslında canı yanıyordu, ama gülümsüyordu ekranda.
Melih, onun kanser olduğunu kabullenmek istemese de, artık fiziksel değişimlerini görüyordu. Kilo almaya başlamıştı ve artık peruk kullanıyordu. Metastaz bütün vücuda yayılmıştı. Tedaviye de para dayanmaz olmuştu. Bu yüzden onu seven tüm dostları bir araya gelip yardım toplamak için bir konser gecesi düzenlediler. 28 Mart 1983'te Şan Tiyatrosu'nda yapılan gecede dönemin tüm sanatçıları ve tabii ki hepsine piyanoda eşlik eden Melih Kibar vardı. Çiğdem de telefonla katılmıştı geceye.
Ama ne yazık ki tüm bu sevgi seli, toplanan para, Çiğdem'i hayatta tutmaya yetemedi. Geç konulan teşhis onu bu hayattan alacaktı.
Birlikte geçen 8 yıl 3 gün
Çiğdem, İstanbul'a döndü. Melih tanışmalarının sekizinci yıl dönümünde görmeye gitti Çiğdem'i. Konuştular, daha doğrusu Melih konuştu, Çiğdem hastalığı el verdiğince tepkisini gösterdi. Melih'e karşısında sanki Çiğdem değil de bir başkası var gibi geliyordu.
Tanışmalarının üzerinden 8 yıl 3 gün geçmişti ki, Çiğdem Talu öldü. Basın Çiğdem'in ölümünü "Şarkılar öksüz kaldı” diye vermişti…
Cenaze Aşiyan Mezarlığı'na gömüldü. Bir vosvosun içinde gitti Melih cenazeye. Ne ölüm haberini aldığında ne de camide hiç ağlamadı. Ama o arabanın içinde, mezarlığa girmeden bir gözyaşı seline kapıldı. Ömrü boyunca unutamayacağı bu an, 4 dakika sürmüştü. Tüm hüznünün, acısının boşaldığı bir andı.
Çiğdem bundan sonra aşkını büyüttüğü şarkılarda yaşayacaktı; Melih ise…
Dünyada ruh eşimizin olduğuna inanmasak yaşamak yine katlanılır olur muydu acaba? Çok sevmeseydik, özlemek nedir bilmeseydik, boşu boşuna yaşamak hissinden uzakta tutabilir miydik bedenimizi ve de ruhumuzu?
Aşk dediğin inceden dokunuyor insanın her bir hücresine. Hele bir de gerçekten bulmuşsak ruh eşimizi, kader yoldaşımızı; siz ne derseniz işte bunun kalıplaşmış adına. Hayat o zaman başlıyor belki de.
İşte öyle bir şey…
Çiğdem’den sonra
Evet, büyük aşkı toprak olmuştu. Ancak sonsuzluk diye bir şey de vardı insanın içinde. Hayat nasıl devam ederse etsin, Melih’in kalbinde, 8 yıl 3 günlük yaşanmışlıklarında hep Çiğdem vardı.
1983’te, İlhan İrem ile çalışmaya başladı. Pencere albümünün müzik direktörlüğünü yapmıştı. Kalbinden söküp atmadığı, kendinden başka kimsenin anlamasına imkan olmayan o Çiğdem aşkıyla sarıldı işlerine.
1986’da, İlhan İrem’in sözlerini yazdığı “Halley”, Klips ve Onlar tarafından yorumlanan şarkının bestesi yine Melih’e aitti. Ve bu beste, Eurovision Türkiye Birinciliği ile Norveç’teki finalde Avrupa dokuzunculuğu getirdi. Bu, bugüne dek Eurovision’da elde edilmiş en büyük başarıydı.
1993’te ise, bu kez Melih, Çiğdem’in kızı Zeynep ile çalışmış, Eurovision’da Arzu Ece’nin seslendirdiği “Sev” şarkısını yazmışlardı. Halley kadar başarı getirmese de, muhtemelen Melih’in içinde ayrı bir yeri vardı.
Ve 2001’de, Melih Kibar, “Yadigar” albümünü yayınladı. İlk yarısında Yaşar, Candan Erçetin, Demet Sağıroğlu gibi isimler ünlü Melih Kibar bestelerini yorumluyor; ikinci yarısı da enstrümantal ilerliyordu.
Melih Kibar öldü
Büyük aşklar izlerini kuşkusuz hep bırakıyordu insanın bedenine ve ruhuna. Melih, Çiğdem’i kanserden kaybetmişti. Şimdi onunla bir ortak kader daha paylaşıyordu.
Melih Kibar, uzun bir süre gördüğü kanser tedavisi sonucu 7 Nisan 2005’te her güzel şeyi çoğaltarak bırakmanın kıvancını yaşayarak hayata veda etti.
İnsan, başını kaldırıp gökyüzüne bakmayı becerse, belki biraz da kibrinden sıyrılsa, hayatının ona öğretecek ne çok şeyi var…
Kalbinde fırtınalar kopartan aşkı, ucunda sihir barındıran parmakları ve geride bıraktığı yüzlerce beste ile bir Melih Kibar geçti bu dünyadan…
İyi ki…
Not:
Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.
Daha Fazla Yorum Yükle
0 Yorum Yapılmış