Bazı insanların hayata daha başlarken kırgınlıkları onlardan önce doğar; kırgınlıkları, şanssızlıkları, değiştiremedikleri ve asla değiştiremeyecekleri…
Böyle doğan birçok isimden sadece biri Robert… Bugün onu hepimiz tanıyorsak, severek izliyorsak işte bunlar hep onun savaşmayı bilen kalbinin sayesinde. Eğer bu yazdıklarım bir varoluşu değil de bir hayatın nasıl yok olup gittiğinin hikayesi olsaydı, hem yazık olurdu hem de haklı. Çünkü insan dediğin yenilmekle de mükellef. Ama yine de bir gerçek var ki, son nefesine kadar savaşmaktan vazgeçmemek, belki de bu en güzel yetenek…
Robert, babasından yana şanslı değildi; işte bu hayatında değiştiremeyeceği bir gerçekti, yine de çözüm ondan vazgeçmek değildi. Ama değiştireceği, hayatı yaşarken düşe kalka öğreneceği çok şey vardı. O da düşe kalka, bile yanıla ne varsa öğrendi, uyguladı, yanıldı, yenildi, tekrar uyguladı ve belki tekrar tekrar yenildikten sonra bir daha denedi…
Bu yüzdendir ki bütün cümlelerim, Robert’in vazgeçmeyen kalbine hediyedir…
Çocukluğu
Robert, 4 Nisan 1965’te Alman asıllı bir anne ve Yahudi asıllı bir babanın oğlu olarak New York’ta doğdu. Babası aktör, yazar ve yönetmen "Robert Downey Sr" idi. Annesi ise, dansçı ve şarkıcı "Elsie Ford" idi.
Robert’in hayatında birçok şey zamanından önce başlamıştı babasından sebep. 5 yaşındaydı. Robert, babasının yönettiği ismi “Pound” olan bir underground filmde kukla olarak yer aldı. Hayat küçücük bir kukla rolüyle erkenden başlamıştı.
Robert’in ilginç bir çocukluğu oldu ve bu günler geleceğine ayna tutacaktı. Henüz 6 yaşındayken babası ona ilk marijuanasını uzattı. Bu ilk adım hayatı boyunca peşinde dolanıp, onu takip edecekti. Yaşı 8’e vardığında bu durum kokain bağımlılığına doğru ilerlemişti. Bağımlılığından kurtulması 35’i bulacaktı. Yolun yarısı eder miydi bilinmez, ama Robert, küçük bir çocuk olmanın ne demek olduğunu öğrenemeden büyüyüvermişti.
11 yaşındayken anne ve babası boşandı. Artık uyuşturucu tam anlamıyla hayatının başköşesinde yerini almış davetsiz ve ısrarcı bir misafirden farksızdı. Hiçbir okul da onu kabul etmiyordu. Robert nasıl bir hayat sürerse sürsün içinde bir yerlerde saklanıp kalan çocuk yanıyla vazgeçmedi. Müziğe yeteneği vardı. “Saturday Night Live” grubuna dahil olduğunda artık 20’sinde bir delikanlıydı.
Robert, çocuk arkadaşlarıyla oyunlar kuramamıştı belki de. Ya da kurduğu oyunlarda kafası fazlaca yorgun olmalıydı…
Oyunculuk kariyeri
Robert, oyunculuk kariyerine 5 yaşındaki kukla rolünü saymazsak, 18 yaşına geldiğinde “Baby It’s You” filminde “Stewart” adlı karaktere hayat vererek başladı. Oldukça başarılı bir performanstı. Bundan sonraki adım ise 2 yıl sonra geldi. Robert, “Saturday Night Live” adlı televizyon programında konuk oyuncu olarak bulundu.
1986 yapımı “Back to School”da da oynadı. Ona şöhreti tattıran film ise, 1987 yapımı “Less Than Zero” oldu. Çünkü filmdeki aslında kendisiydi; uyuşturucu bağımlısı bir genci oynuyordu. Aslında ticari anlamda başarısızdı, ama kendi adına ses getiren bir yapımdı.
Talihsiz bir başlangıçla olsa da adım adım ilerliyordu. Daha sonra “Air America” ve “Soapdish” gibi büyük işlerle ilerledi. 1992’de “Chaplin” filmi için Robin Williams gibi isimleri geride bırakarak “Şarlo” rolünü aldı. "Charlie Chaplin" rolü ile en iyi aktör dalında Oscar’a aday gösterildi.
Uyuşturucuya esir düşmüş bir hayat
Robert, 1996’da trafik kontrolü sırasında arabasında kokain, eroin ve mermi dolu bir tabanca bulundu. Bir ay kadar sonra da komşusunun evinde yakalandı. Bu olaylardan sonra gözlem evine gönderildi. Buradan da kaçmak istedi, ancak başaramadı.
Tüm bu hapishane zamanları boyunca sürekli gündemdeydi. Kamera önünde yakalayamadığı başarı, neredeyse bu şekilde gelecekti. Bu psikolojik bir algıydı. Belki de toplum babasına kızıyor, Robert’e üzüldüğünden ona bir şans vermek istiyordu. Bugüne kadar sancılı ve yorgun geçen hayatının grafiği yükselişe geçmişti.
Yetenekli Robert
Robert, artık yeteneğini konuşturabilecekti. Çünkü insanlar dönüp ona bakmaya karar vermişti. Hapishane günleri de bitmişti. Artık 2000’li yılları dolu dolu yaşayabilirdi.
Bağımlılığından da arınmıştı; yeteneği ile Hollywood’da hızlı bir yükselişe geçti. 1994’te “Natural Born Killers” adlı iki katilin sıra dışı hikayesini anlatan filmde, Robert, “Wayne Gale” adlı yan karaktere hayat vermişti. Bu roldeki performansı büyük bir beğeni topladı. Ardından 1996’da yaşananlar gerçekleşiverdi.
1999'da “Bowfinger” adlı filmde başrole çok yakın bir karakteri canlandırdı. Bu komedi türündeki filmde Robert, “Jerry Renfro” olmuştu. Her şey sanki iyiye gidiyordu.
Sonunda, Şarlo’yu canlandırdığı yıllarda bıraktığı başarısına, 2000’lerde “All McBeal” dizisi ile devam edebilmişti. Çünkü bu projenin başarısı ona “Altın Küre” ödülünü ve “Emmy” ödüllerine aday gösterilme şansını getirdi.
Çelişkili hayat
Robert, zor başlayan ve kendi içinde çelişen bir hayat yaşıyordu. Tam her kötü şey sonlandı, güzele yeniden başlandı derken Robert, uyuşturucuyu çağıran bedenine yenik düştü. Robert’te bir haller, eskiyi çağrıştıran gariplikler vardı ve bunu sonunda dizinin prodüktörü de fark etmişti. Henüz ilk sezonu tamamlamışlardı; dizinin başarı grafiği de hep yükselişteydi. Ancak Robert’in dizi ile ilişiği kesildi.
Bir gün yeniden bu diziye dönebilecekti, ama bunun için 1 yıllık tedavi ve 3 yıllık deneme süreci yaşaması gerekiyordu. İşte o zaman dizinin son sezonu olan beşinci sezonda küçük bir rol ile diziye dönebilirdi.
Hayat Robet için çiçekli bahçeler sunmamıştı. Seçme şansımızın olmadığı aile konusunda, o biraz daha şanssızdı…
Robert evlendi
Robert iki kez evlendi. İkinci ve hala devam eden evliliğine varana kadar arası sadece uyuşturucuyla iyi değildi, kadınlar da vardı.
1984 – 1991 yılları arasında oyuncu "Sarah Jessica Parker" ile uzun soluklu bir birliktelik yaşadı. Ancak ilk evliliğini 29 Mayıs 1992’de "Deborah Falconer" ile yaptı. Bu evlilikten "Indio Falconer Dawney" adında bir çocukları oldu. Evlilikleri 26 Nisan 2004’te bitti.
Robert’in hayatında rayına oturmayan şeylerin tek bir sebebi vardı: Uyuşturucu. Sorunu belli ki yalnız başına ya da hayatına soktuğu insanlarla çözemiyordu. Bunu sağlayabilmek için hayatında bir güce ihtiyacı vardı; kalpten gelen, onu kalpten etkileyen bir güce. Elbette ilk eşini de yıllarca birlikte yaşadığı Sarah’ı da sevmişti; ama bir şeyler pek yolunda değildi.
Bazen sevdiğimiz insanı olduğu gibi kabul etmemek demekti sevmek belki. Çünkü Robert kendine zarar veriyordu. İşte onu seven, ama olduğu gibi kabul etmeyen isim 2003’te çıktı karşısına: "Susan Levin". Susan, yapımcıydı.
Deborah ile evlilikleri çatırdıyordu; bitiyordu. Artık boşanmıştı... Robert, Susan’a evlenme teklif etti. Ancak Susan çok keskindi ve Robert’in karşısında dağ gibi güçlü duruyordu: “Uyuşturucuyu bırakmadığın sürece seninle evlenmeyeceğim” diye cevap verdi.
Robert sonunda hayatının kararını verdi ve uyuşturucudan bu kez gerçekten arındı. Bir faninin aşkı, bazen kalbin pusulası olabiliyordu…
Bu evlilikten “Exton Elias Downey” adını verdikleri bir çocukları oldu. Bugün hala devam ettirdikleri evliliklerini Beverly Hills’te Robert’in oğlu Indio ile birlikte yaşayarak sürdürüyorlar.
Aşkın ardına saklanmış hayat
Robert, sanki yeniden doğmuş gibiydi. Evet, çabalamaktan hiç vazgeçmemişti, şimdi ona çok yabancı gelen bir hisle kendini iyi hissediyordu.
Yıllar sonra kendisi ile yapılan bir röportajda şöyle bir cümle kuracaktı: “20 yıldır bu sektörde bir şekilde var olan çoğu insan, yalnızca tesadüfen, çok fazla para yapan işlerde yer aldı. Oysa ben, son birkaç yıl hariç, bu tesadüflerin arasında yer alamadım”
Önce 2004’te ilk albümü “The Futurist”i yaptı. Yeteneği sadece oyunculukla sınırlı değildi Robert’in…
Aşk Robert’e yaramıştı; hayatı düzene giriyordu. Fark etmişti ki, sevgiden geçen yol güzelliklere çıkıyordu. İşte bu yüzden, birlikte çalışmaktan keyif aldığı insanlarla olmaya, yeni işlerde kendini göstermeye karar verdi.
Hem verdiği karardan hem de yaşamında geldiği noktadan memnundu. Ama 2005’te eşinin yapımcılığını üstlendiği ve çok beklentiler içine girdikleri film, “Kiss Kiss, Bang Bang” ziyadesiyle başarısız oldu. Bu film onun için fazlaca duygusal anlamlar da taşıyordu. İşte bu yüzden hüsranını yıllar sonra şu cümlelerle anlatacaktı: “Filmin vizyona girişini ve ne kadar düşük hasılat yaptığını dün gibi hatırlıyorum. Gerçekten yıkılmıştım”
Elbette, ne olursa olsun, Robert vazgeçmezdi. Hem zaten o başarısızlığın kelime anlamını “gerçekten” biliyordu. Adeta bir savaşçı gibiydi…
Iron Man Robert
Bunca çabasının sonucunu almasına az kalmıştı. Bir gün “Iron Man” için yapımcılar Robert’in kapısını çaldı.
Robert birçok başarısızlık yakalamıştı. Normal şartlarda bir süper kahraman filminin gişe tasası olmazdı. Ama Robert kendi hayatı için her şeyin mümkün olacağının farkındaydı. Bir yandan bu farkındalığın verdiği rahatlık bir yandan da içinde tarifsiz bir istekle bu filmin bir parçası olmayı istedi. Başarısızlıklarından güç alıyordu.
Role hazırlanması için üç hafta verildi. Bu süre boyunca her gün, günün neredeyse her anı Susan ile çalıştılar. Üç hafta sonra stüdyonun kapısından içeri girerken sadece kıyafetlerini değil, vücudunu da kapının dışında bırakmıştı. Her yanını saran heyecan, onu “Iron Man” yapmıştı.
Bu film, Robert’in gerçek anlamda başarılı bir hayata attığı ilk adımdı. Çünkü kariyerinin grafiği bundan sonra hep yükselişteydi. ”Iron Man”in açtığı kapı, “Tropic Thunder, Sherlock Holmes ve The Avengers”e de açılmıştı.
Uğurlu kask
Robert, “Iron Man” filminin uğuruna hep inandı. Yaşadığı onca başarısızlıktan sonra bir gün en çok para ödenen aktörlerden biri olacağını neredeyse hayal bile edemezken, bu filmden sonra hayatı değişmişti.
Altın renkli “Iron Man” kaskı onun en değerli eşyası olmuştu. Hatta hayatına getirdiği uğuruna inandığından bazen yanına alıyordu. Çünkü 2006’da ona verilen üç haftada, işte bu kaskın fotoğraflarına bakmış ve içine nasıl bir insan yerleştireceğini hayal etmişti. Yalan değil, rezil olmaktan çok korkmuştu, ama sonunda şansı dönmüştü; bu kask onun miladıydı…
Hayat, böylesine tuhaftı işte. Hiç olmaz dediğin, vazgeçmenin kuyusuna düşmeyi düşlediğin anda çekip çıkarıveriyordu seni o kuyudan. Elbette bir kask değildi Robert’in hayatını değiştiren. Onun hayatını değiştiren kendisiydi, Susan’a duyduğu aşktı, hayatı ne olursa olsun sevmekten hiç vazgeçmeyişiydi… Bu kask sadece elle tutulup, gözle görülen fiziksel şeklini bulmuş, o katı nesneydi sadece. Aslolan, onu değeri kılan, ona aşkla baktıran, üzerine yüklenmiş sayısız anlamdı…
Robert, yaşamaktan, sevmekten vazgeçmediği için “Robert John Dawney Jr” oldu. Bugün bize onu bu kadar sevdirten, filmlerini izleten belki de bu gerçekler işte.
Çünkü hayatı yaşamanın anahtarı, Robert’in şu cümlesinde saklı: “Hayat ne kadar zorlaşırsa zorlaşsın, asla pes etme!”
O savaşçı yüreğiyle, kaybettikleriyle, kazandıklarıyla bir Robert John Dawney Jr geçiyor bu dünyadan…
İyi ki…
Not:
Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.
Daha Fazla Yorum Yükle
0 Yorum Yapılmış