Bugün menüde öncelikle Atatürk çok seviyor diye her gün özenle hazırlanan kuru fasulye, bir de onun aşçısı Halit Atay’ın anıları var. Bugün onun ölüm yıl dönümü çünkü…
Hayatıyla ilgili pek detaylı bilgilere sahip olamadım maalesef. Ama anıları çekti beni, sizler de bir kalem benden okuyun istedim. Hep unutmaya meyilli hafızalarımızla ne az şeyler anıyoruz diye hayıflanmaktan kendimi alamadım çünkü. Özellikle 26 Ekim gelsin diye de bu yüzden bekledim.
E hadi o zaman, afiyet olsun…
Çocukluğu
Halit, 1913’te Bolu Mengen’de dünyaya geldi. İçine doğduğu zaman dilimi açısından pek şanslı bir bebek değildi. Henüz bir yaşına gelmemişti ki I. Dünya Savaşı başladı. Çocukluğu ise Kurtuluş Savaşı dönemine denk düşmüştü. Sokaklarda oyunlar kurarken etrafında gelişenlere bire bir şahit olarak büyüyen çocuklardı…
Her bölgenin kendine has özellikleri vardı bu ülkede. Halit’in doğduğu topraklar da yemekleriyle, aşçılarıyla ünlüydü. Halit daha küçük bir çocukken karar vermişti, o da bir aşçı olacaktı. Ama bir gün doğduğu büyüdüğü ülkenin kaderi üzerine etki eden bir adamın aşçısı olacağını hayal eder miydi, bilinmez.
Çankaya Köşkü’ne doğru
Halit’in ailesinde aşçılık bir gelenekti. O da yaşı ilerleyip bıçağa, ateşe alışacak yaşlara geldiğinde yemekler yapmaya, işini ehlilerinin elinden mutfağında öğrenmeye başladı. Zamanla yaptığı yemeklerle elinin lezzetini kanıtladı.
İşte bundan sonra her şey çorap sökülür gibi gelişti. Abisi Mehmet, Çankaya Köşkü’nde çalışıyordu. Köşkte bir aşçıya ihtiyaç olmuştu ve Mengen’e haber gönderdi: “Halit gelsin”.
Bu haber, tüm Mengen’de sevinçle karşılandı. Kendi topraklarında yetiştirdikleri bu genç adam hepsinin oğlu sayılırdı. İçlerinden biri köşkün aşçısı olacaktı, ötesi var mıydı? Dualarla uğurladılar Halit’i, katırlarla Ankara yollarına düştü.
Halit, Mustafa Kemal Atatürk’ün aşçısı olmak için Çankaya Köşkü’ne varmıştı.
Atatürk’ün Aşçısı Halit Atay
Çok çalışmıştı Halit ve bu unvanı hak etmişti. Yıl 1931’di ve Halit, Atatürk’ün Aşçısı sıfatıyla Çankaya Köşkü’nde bulunuyordu.
1931 – 1935 yılları arasında görevi başındaydı. Halit bir ömür heyecanla anlatacağı, içinde taşıyacağı anılarını işte bu yıllarda yaşadıklarından biriktirdi. İşte bu yüzden Halit Atay’ın biyografisi, Atatürk ile ilgili anılarından oluşuyor. Abisi Mehmet de, Atatürk 1938’de ölene kadar devam etti işine.
Mutfakta toplamda 8 aşçı çalışıyorlardı. Sayıca fazlalardı, bir köşkün mutfağını çekip çevirmek kolay değildi. Bir diğer sebebi de, Atatürk Dolmabahçe’de olsun, Çankaya’da olsun, asla yalnız yemek yemezdi. Her gün bu mutfaklardan 30 – 40 kişilik yemek çıkardı. Öyle pek göremezlerdi Atatürk’ü, ama sevilip sayıldıklarını her zaman hissederlerdi. Arada bir mutfağa iner, mutlaka hallerini hatırlarını sorardı; hep güler yüzlüydü.
Aylık kazancı 20 liraydı, dönemi için iyi para kazanıyordu. Ayrıca Atatürk’ün aşçısı olması da ayrı fiyakaydı sonuçta.
Kahvaltı ritüeli
Atatürk’ün her sabah bir kahvaltı ritüeli vardı. Her işinde olduğu gibi, yemek konusunda da pek titizdi. Örneğin soğuk yemek yemeyi sevmezdi.
Neredeyse sabahlara kadar çalışıyordu her gün. Sabahları da Halit’in ellerinden çıkmış iki yumurtayla yapılmış beyaz peynirli omletini yerdi; bu hiç şaşmazdı. Bazen soğuksa omleti mutfağa gönderiyordu, Halit de hemen başka bir omlet hazır ediyordu. Burada yemek yapmanın keyfi bambaşkaydı onun için, her sabah iki yumurtayı kırıp peynirle buluşturmanın sevincini gökyüzüne uçurtmasını salmış bir çocuk gibi yaşıyordu.
Her gün pişen kuru fasulye
Mutfağın demirbaş yemeği, kuru fasulyeydi. Her gün sabahtan hazır edilmeye başlıyorlardı; çünkü Atatürk’ün en sevdiği yemekti ve ne zaman isteyeceği hiç belli olmazdı. Hangi mutfakta olduklarının da bir önemi yoktu. Trenle yolculuk yaparken dahi ilk kaynayan tencerenin içinde mutlaka kuru fasulye bulunurdu.
Kuru fasulye ya da başka yemekler fark etmez, hepsi için geçerli olan en önemli kural özendi. Tabaklar ayrı özenli, sunumu ayrı özenli olmalıydı. Her şey muntazam bir şekilde hazırlanmalıydı.
Atatürk’ten çekinirlerdi
Sadece aşçılar değil, tüm çalışanlar ne onu ne kadar sevseler de bir yandan da Atatürk’ten çekiniyorlardı. Asla sarsılmaz bir saygı duyuyorlardı ona, ağzından çıkacak her söz emirdi. Bir gün Bursa – Yenişehir arasındaki tren yolculuğunu şu cümlelerle anlatıyor Halit: “Bursa – Yenişehir’e trenle yola çıktık; Atatürk’ün programı var. İnip yerleşeceğiz, araba göndermişler. Yola çıktık, ama ne olduysa araba devrildi. Aşçıbaşı 150 kiloluk bir adamdı; üzerime devrildi. Neyse zar zor arabada nefes almayı başardık. Bizi çıkardılar. Ama dışarı çıktık, ‘Atatürk yemek istiyor’ diye birileri geldi. Trene nasıl yetiştiğimizi hatırlamıyorum. Meğer Atatürk kızmış, trene binmiş ve gidiyoruz demiş”.
Sonra Atatürk’ün bir bakışı bile yetiyordu. Halit’in şahit olduğu onu en çok sarsan olay, İsmail Müştak Mayakon ile ilgiliydi. İsmail Bey, bir gün fena kızdırdı Atatürk’ü. Hiçbir şey demedi Atatürk, sadece dönüp şöyle bir yüzüne baktı. Ama yetti İsmail Bey’e, felç geçirdi. Sebebi sadece o bakış değildi belki, ama Atatürk çok üzüldü. Yurt dışına gönderdi, tedavi ettirdi. Ancak olmadı, Türkiye’ye döndükten bir süre sonra öldü İsmail Bey.
Anılar iyisiyle kötüsüyle hep hafızasındaydı Halit’in, son nefesine kadar.
Mutfakta çıkan yangın
Bu da bir başka anıydı. Atatürk Yalova’ya gitmişti. Tüm mutfak ekibi Dolmabahçe’deydi, Halit de tabii. Atatürk olmasa da, mutfakta da rutin işler devam ediyordu. Sabahtan başladılar yine işlere. Krema hazırlıyorlardı. Ocağın üzerine tencereleri bıraktılar, diğer işlere koyuldular. Çok ısınmış olacak ki o anda bir patlama sesi duyuldu. Patlama normal bir evden duyulsa bu kadar tesirli olmazdı elbet, ama ses Dolmabahçe’den gelince İstanbul’u bir panik sardı. Sokaklarda “Dolmabahçe yanıyor!” diye nidalar atarak koşturan insanlar vardı. İtfaiye geldi ve rutin işler ilerledi. Öyle bir hasar vs yoktu. Ama mutfak ekibini sarmış bir korku vardı; Atatürk çok kızacaktı.
Haber çok zaman geçmeden Atatürk’e de ulaştı; ama o hiç kızmadı. Mutfaktakilerin korkuları onlara yetmişti. Ayrıca sayısız kere verdikleri ifadeler de cabasıydı…
Gençlik başında duman
İlk aşk, ilk heyecan… Çok genç o zamanlar Halit. Bütün günü köşkte geçiyordu. Haliyle aşkı da burada bulacaktı. Çok hizmetçi kız vardı çalışan, ama içlerinden Saliha, kendini özel kıldırmayı başarmıştı. Bir gün bir mektup yazdı ve kağıdı gemi yapıp mutfağa bıraktı Saliha; Halit’i sevdiğini yazmıştı. Gençlik, başta esen kavak yelleri, bir kadının rüzgarına kapılmak bu kadar kolaydı işte. Aralarında bir aşk doğdu. Ama bir yandan da olmazdı, imkansızdı.
Bir gün aşçıbaşı duymuş, yanına geldi; “Sen bu kızı bırak, git. Atatürk duyarsa seni meydana astırır”. Bir genç aşka da korkuya da aynı süratte düşebilirdi, Halit de bunun kanıtıydı. Korku çoktan yüreğine dolmuştu. Halit kaçıp köyüne döndü.
Atatürk, Halit’in gidişini öğrendiğinde sebebini de öğrenene kadar konuyu kapatmadı. Dedikoduyu çıkaran Bulaşıkçı Nazif idi; yanına çağırdı. Söyleyecek söz bulamıyordu adam karşısında. “Yalancı adamın burada işi yok” dedi ve Nazif’i kovdu hemen. Sonra da aşçıbaşını yanına çağırdı Atatürk: “İsterse gelsin evlendireyim, sonra da Atatürk Orman Çiftliği’nde çalışırlar” dedi.
Aşçıbaşı haberi saldı köye, ama nafile. Halit’in korkusu çok büyüktü, Atatürk’ün karşısına çıkacak cesareti kendinde bulamamıştı. Bir daha köşke hiç dönmedi.
Koca bir hayat
Halit, bu günleri bir anı olarak hatırlamayı tercih etti. Denenmişi ikinci kez denemeye gerek duymadı. Anılarda yaşamayı seviyordu hem, öyle ki bazen bunları yaşayan bir başkasıymışçasına uzaktan baktığı da oluyordu.
Elbette hayat devam etti. Halit, üç evlilik yaptı bu süreçte. 6 çocuğu, 38 torunu oldu. Hatta oğullarından Yalçın, Meclis Restoranında garsonluk yaptı.
Yaşlılığında ise, İstanbul, Ankara ve Pazarköy arasında çocuklarını ziyaret ederek geçirdi. Yine de yılın büyük bölümünde Pazarköy’de geçiyordu.
Halit Atay öldü
Halit Atay, Ankara’da oğlunun yanında kaldığı sırada, yaşlılığa bağlı sağlık sorunları nedeniyle hayata gözlerini kapadı. 95 yaşındaydı. Bedeni, Mengen’e bağlı Düzköy’de toprağa verildi. Öldüğünde memleketi yasa boğuldu.
Halit Atay, içinde biriktirdiği ve sürekli dillendirdiği anılarıyla, 26 Ekim 2008’de aramızdan ayrıldı. Daha olgun zamanlarına denk gelebilseydi köşkteki aşçılık günleri, belki çok daha fazla anısı da olurdu. Ama belli ki o bu kadarıyla da yetinmesini bilmişti.
Bugün onun ölüm yıl dönümü… Anmak, biraz da anılarda kaybolmak için yazmadan geçemedim…
Ruhu şad olsun…
Not:
Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.
Daha Fazla Yorum Yükle
0 Yorum Yapılmış