Mustafa Kemal Atatürk'ün Hayatı
Ensonhaber.com

Bugün Atamız 101 yaşında!

*

Evet, bugün 81. Kez saat 9’u 5 geçiyor. Ve sanki ilk kez bu anı, hem de o odada yaşıyormuşçasına hissediyorum; bu ayrılığa dayanmıyor kalbim. Öylesine geçmişimizde, bugünümüzde var olmuşsun ki, seni anlatmaya ne kadar cümle kursam yetmez, biliyorum. Sayfalarca yazdım; ama hala o kadar eksik ki her şey. Bir yandan da konu sen olunca insanın kalbi öyle güzel tamamlıyor ki bir sonraki cümleyi. Bugün bir kere daha sana kocaman sarılmak için yazdım. Naçiz bedenin toprak olmuş olabilir; ama ruhun Türkiye’yi terk etmez biliyorum.

Kendi adıma, seni çok seviyorum…

Ülkem adına, seni çok seviyoruz…

Durduramadığım, durduramadığımız gözyaşlarımızın ardından bir kere daha,

İyi ki…

Mustafa Kemal Atatürk'ün biyografisi

Doğduğu tarih ve ev

Mustafa, 1881 yılında, Selanik’te, Zübeyde Hanım ve Ali Rıza Efendi’nin oğlu olarak dünyaya geldi. Böyle başlıyordu çocukluğumuzun okullarında öğrendiğimiz kitaplarda Atatürk’ün hayatı. Doğduğu evin görseline kadar her şeyi hatırlıyorsunuz değil mi? Halbuki dönemin şartlarına göre madalyonun bir başka yüzü daha vardı. Bir tarih bilmek, evi hatırlamak yetmiyordu…

Mustafa’nın doğum tarihi, aslında yıl olarak da kesin bilinmiyordu. Kendisi de bilmiyordu. Doğum tarihi ile ilgili karışıklık Osmanlı Dönemi’nde kullanılan iki takvimden doğmuştu. Bu dönemde kullanılan Hicri ve Rumi Takvimin ortak noktaları ile birlikte, Mustafa’nın doğum yılı 1296 olarak kaydedilmiş; ancak yanına Hicri ya da Rumi mi, belirtilmemişti. Hal böyle olunca 26 Aralık 1925’ten itibaren Türkiye’de kullanılmaya başlayacak olan Gregoryen Takvimi’nde bu yılın, ay ve yıla bağlı olarak 1880 mi, yoksa 1881 mi; hangisine denk geldiğinin kesin olarak bilinmesine engel olmuştu.

Ay konusu da keza belirsizdi. Milli ve milletlerarası pek çok kurul ve organizasyonda Türkiye’yi temsil eden Faik Reşit Ünat (1899-1964), Atatürk hakkında araştırmaları sırasında Zübeyde Hanım’ın Selanik’teki komşularını ziyaret etmiş ve konu ile ilgili bilgi almaya çalışmıştı. Ancak komşulardan kimi küçük Mustafa’nın doğumunun bir ilkbahar mevsimine denk geldiğini söylerken, kimine göre Ocak ya da bilemedin Şubat olmalıydı. Yani mevsimler bile tutmuyordu.

Tarihçi Enver Behnan Şapolyo (1900-1972), Zübeyde Hanım’ın oğlunun 23 Kânunievvel 1296’da doğduğunu söylediğini aktararak, Atatürk’ün doğum tarihinin 23 Aralık 1880 olduğunu belirtiyordu. Yazar, Tarihçi Şevket Süreyya Aydemir ise, tarihin 4 Ocak 1881 olduğunu açıklamıştı. Şişli Atatürk Müzesi’nde bugün sergilenen Atatürk’ün son nüfus cüzdanında ise, doğum tarihi 1881 olarak yazıyor.

Harp Okulu yıllarından sınıf arkadaşı, asker, siyasetçi Ali Fuat Cebesoy ise, Atatürk’ün şu söylemini kaynak göstererek 1881 doğumlu olduğunu ifade ediyordu: “Rauf Bey’le ben senin ağabeyin sayılırız. Çünkü ikimiz de senden birer yaş büyüğüz.” Bu ifadeyi kullanan Cebesoy, 1882 yılında doğmuştu…

Gelelim Atatürk’ün doğum gününün 19 Mayıs kabul edilişinin hikâyesine… Bu kabul, Tarihçi Reşit Saffet Atabinen’in bir jesti sonucu olmuştu. Atabinen, ulusun doğuşu üzerine bir jestte bulunmuştu ve bu jest, 19 Mayıs’ın önemini çok iyi bir şekilde yansıtıyordu. Bu durum Atatürk’ün de takdirini kazanmıştı. Bu jesti izleyen günlerde bir öğretmen, planladıkları “Gazi Günü” için Atatürk’e doğum tarihini soruyordu. Ancak Atatürk tarihi net bir şekilde bilmediğinden en uygun günün 19 Mayıs olacağını düşünmüştü. Dönemin milletvekili Tevfik Rüştü Aras, bu konu üzerine Atatürk ile birlikte günler süren bir araştırmaya da başlamıştı. Araştırmanın sonunda takvimlerden kaynaklı hatalar sebebiyle doğum tarihini ancak 10 Mayıs – 20 Mayıs tarihleri arasında daraltabilmişlerdi. Bunun üzerine Atatürk, “Neden 19 Mayıs olmasın?” diyerek doğum tarihini bulmuştu. Üstelik bugünü hak etmişti. Bundan böyle 19 Mayıs, Atatürk’ün resmi doğum günüydü. Önce halka, diplomatik kanallar aracılığıyla da diğer ülkelere bildirildi…

Mustafa Kemal Atatürk'ün biyografisi

Şimdi bu varsayımların ve Atatürk’ün kararının ışığında ilk cümlemi, eklemelerle geliştirmek istiyorum. Mustafa, 19 Mayıs 1881’de, Osmanlı Devleti’nde, Selanik’te, Islahhane Caddesi, Ahmet Subaşı Mahallesi’nde 3 katlı, 3 odalı pembe boyalı bir evde Zübeyde Hanım ve Ali Rıza Efendi’nin oğlu olarak dünyaya geldi. Tabii o zamanların üstüne çok savaşlar geçti, çok sular aktı. Mustafa’nın doğduğu ev şimdi Yunanistan’da, Selanik’te, Apostolu Pavlu Caddesi No: 75, Aya Dimitriya Mahallesi’nde!

Yine belirtmek gerek ki, bahsedilen adresteki bu ev, Atatürk’ün üvey kız kardeşi Ruhiye Hanım’ın torunu Ferhat Babür’ün aktardığına göre doğduğu ev değildi. Burası Zübeyde Hanım’ın ikinci kocası Ragıp Bey’in eviydi. Tabii bu da bir iddia…

Mustafa Kemal Atatürk'ün biyografisi

Çocukluğu ve ailesi

Ali Rıza Bey, ailesini de yanına katarak Selanik’e göç etmişti. 93 Harbi sırasında (1877-1878) yerel birliklerde teğmenlik yapan Ali Rıza Bey, burada gümrük memurluğu ve kereste ticareti yaptı. 1871’de, Gümrük Muhafaza Teşkilatı’ndaki memurluğu sırasında Selanik’in Batısında, Langaza’da yaşayan çiftçi bir ailenin 14’ündeki kızı Zübeyde Hanım ile evlendi. Ali Rıza Efendi’nin hayallerinde sarı saçlı mavi gözlü bir kızla evlenmek varken, siyah saçlı, bakışları derin mavi gözlü bu kıza sevdalanmıştı. Yeni Kapı Mahallesi’nde bir eve yerleşmişlerdi. 1872’de ilk “Fatma” adını verdikleri ilk çocukları bu evde geldi dünyaya. 1874’te “Ahmed”, 1875’te de “Ömer” geldi. Ömer doğduğunda ablası Fatma, dönemin kuşpalazı salgınına yakalanmıştı ve çok geçmeden 3 yaşında hayata gözlerini kapadı.

1876’da, Ali Rıza Efendi, Selanik’te Asakir-i Milliye taburunda subay olmuştu. Tayini Yunanistan sınırında Çayağzı ya da Papaz Köprüsü diye anılan ıssız, dağlık, Yunan eşkıyalarının herkesi haraca bağladığı bir geçide çıkmıştı. Buraya ailecek taşınmışlardı. Ahmed 9, Ömer 8 yaşındaydı ki, burada yine kuşpalazından sebep yumdular hayata gözlerini…

Ali Rıza Efendi, daha sonra kereste ticareti yapmaya başladı. Ticaret işi tutmuştu, artık gelir düzeyleri daha iyiydi. Zübeyde Hanım ile birlikte Selanik’te Islahane semtinin Ahmet Subaşı Mahallesi’nde bir eve taşındılar. Bu ev, gün gelecek Lozan Antlaşması ile kaybedilecek ve 1937’de, Selanik Belediyesi tarafından Atatürk’e hediye edilecekti. Ölümünden sonra da müzeye dönüştürülecekti.

Bu üç katlı evde, 1881’de Mustafa geldi dünyaya. Nasıl büyük bir umuttu kaybettiklerinden sonra. Ali Rıza Efendi, çocukken kazayla beşikten düşüp ölümüne sebep olduğu kardeşinin adını vermişti oğluna. Onu hiç unutamamıştı. 1885’te de “Makbule” adını verdikleri bir kız çocukları oldu. 1889’da da “Naciye” doğmuştu; ancak o da Mustafa’nın Harp Okulu’nu bitirdiği yıl vereme yenik düşecekti…

Zübeyde Hanım, Naciye’ye hamileyken Ali Rıza Efendi de yummuştu hayata gözlerini. Ölüm, ailenin üzerinde derin bir nefes gibi geziniyordu. Şimdi Zübeyde Hanım üç çocuğu ile kalakalmıştı. En büyükleri Mustafa daha 8’inde bile değildi. Zübeyde Hanım, çocukları alarak abisi Hüseyin Bey’in Langaza’daki çiftliğine gitti. Babasının evinden sonra büyümekte olan Mustafa’yı burada yeni bir hayat bekliyordu…

Mustafa ve kardeşi Makbule, dayılarının çiftliğinde kulübede oyunlar oynayarak büyüdü. İki kardeşin en sevdiği oyun kargaları kovalamaktı. Kargalar ekinleri yemesin diye onları kovalıyorlardı. Aslında bunu dayısı bir iş olarak veriyordu Mustafa’ya. Köy hayatına adapte olmaya çalışırken pek çok vazifede dayısına yardımcı olmaya çalışıyordu. Ama Makbule ile en sevdikleri tarla bekçiliği idi. Kargaları bu sırada kovalıyorlardı çünkü. Çocukluklarının en enfes anıları arasındaydı. Genelde çocukluğunun yoksulluk içinde geçtiği anlatıldı hep. Oysa Mustafa, yıllar sonra Armstrong adlı bir biyografi yazarına verdiği röportajda baba evi ile ilgili yaptığı şu açıklama kayıtlardaydı:

“Ben yoksul çocuğu değilim. Babamın ormanları vardı. Kereste ticaretinden zengin olmuştu. Bu yüzden eşkıyalar tarafından kaçırılmıştı. Annem de bir köylü kadını değil.”

Zübeyde Hanım, abisine yük olmak istemiyordu. Üstelik dul bir kadın olmanın yükü de pek hafif değildi. Bunun için ikinci evliliğini yapmaya karar verdi ve Selanik Gümrükler Başmüdürü Ragıp Bey ile evlendi. Ragıp Bey’in de ilk evliliğinden dört çocuğu vardı. Mustafa, aslında sonraları Ali Fuat Cebesoy’a, “Bana karşı hep çok saygılı davranmış, büyük adam muameleleri etmiştir. Nazik ve kibar bir insandır.” diye anlatacaktı Ragıp Bey’i. Ama şu anda bu evliliği, babasının hatırasına saygısızlık olarak görüyordu. Çok kızmıştı. Bu kızgınlığı Selanik’te okula devam ettiği sırada kendi içinde yaşıyordu. Zübeyde Hanım, Balkan Savaşı’ndan sonra (1913), artık Osmanlı toprağı olmaktan çıkan Selanik’i terk ederek Makbule ile birlikte İstanbul’a geldi. Burada Beşiktaş Akaretler’de bir eve yerleşti.

Mustafa, belki yeniden evlendiği için annesine çok kızgındı; ama insanlara, özellikle kadınlara nasıl davranacağını ondan öğrenmişti. Yıllar sonra şöyle bir cümle ile ifade edecekti bu durumu:

“Benim kadınlara ilişkin fikriyatımın oluşmasında en önemli isim annemdir.”

Mustafa Kemal Atatürk'ün biyografisi

Eğitim hayatı

Artık okula gitme zamanı gelmişti ki, Mustafa’nın anne ve babasını bir anlaşmazlık sardı. Sonraları Mustafa’nın aklına düşen ilk hatıralardan biri olarak anacağı bu an, bir mücadelenin hikâyesiydi. Anneciği Zübeyde Hanım, ilahilerle öğreniminin başlamasını ve bundan sebep Hafız Mehmet Efendi’nin Mahalle Mektebi’ne gitmesini istiyordu. Babacığı Ali Rıza Efendi ise, o dönemde yeni açılan yeni yöntemlerle eğitim veren seküler Mekrebi Şemsi İbtidai’sine (Şemsi Efendi Mektebi) gitmesinden yanaydı.

Giderek bu tartışmada bir çıkmaza girdiklerini fark eden Ali Rıza Efendi, ustaca bir çözüm bulmuştu. Mustafa, alışılagelmiş bir törenle, tıpkı anneciğinin istediği gibi Mahalle Mektebi’ne başladı. Böylece Zübeyde Hanım’ın gönlü kazanılmıştı. Mustafa birkaç gün sonra Mahalle Mektebi’nden ayrılarak Şemsi Efendi Mektebi’ne kaydoldu. Mustafa, bu anıyı her gülümseyerek anışında, babasına okul seçimi konusunda hep minnet duyacaktı.

1888’de babasının ölümü üzerine dayısının çiftliğine gittiklerinde Mustafa’nın eğitimi de aksamış oldu. Buna bir çözüm bulunmalıydı. Annesi bu konuda çok endişeliydi. Bunun için oğlunu Selanik’e, teyzesinin evine göndermeye ve mektebe devam etmesine karar verdi. Böylece Mustafa okula döndü.

Okula gidiyordu, başarılıydı da. Komşuları Binbaşı Kadri Bey çok ilgisini çekiyordu. Hele sürekli mektep üniforması ile gördüğü oğlu Ahmet, Askeri Rüştiyesi’ne gidiyordu ve bu durum Mustafa’nın ilgisi dışına çıkamıyordu. Şimdi aklı fikri böyle bir elbise giymenin hevesindeydi. Gözü askeri öğrencilerin, sokaklarda gördüğü zabitlerin üniforması üzerindeydi. Bu işi yapmayı ne çok istediğini düşünmeden edemiyordu. Ancak bunun için Askeri Rüştiyesi’ne gitmeliydi ve annesini buna razı etmesi zordu. O sıralarda Selanik’e gelen annesine, dayanamamış Askeri Rüştiyesi’ne gitme arzusundan bahsetmişti. Askerlik, Zübeyde Hanım için oldukça ürkütücü bir meslekti. Şiddetle oğlunun karşısındaydı. Bundan sebep Mustafa, kabul sınavına gizlice girdi. Sınavı kazanmıştı. “Böylece valideye karşı bir emri vaki ihdas edilmiş (oluşmuş) oldu.” diye özetleyecekti 1922’de Ahmet Emin’e verdiği röportajında bu durumu…

Rüştiyede olmak Mustafa’ya çok iyi gelmişti. En çok Matematik dersini seviyordu. Çok zaman geçmeden en az dersin hocası kadar, belki ondan da çok şey bilir olmuştu Matematik hakkında. Dersler dışında da en çok kompozisyon yazmayı seviyordu.

Mustafa Kemal Atatürk'ün biyografisi

Mustafa Kemal’in Matematik sevgisi

Matematik Öğretmeni, Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Sabri Bey idi. Öğretmeninin kendisine Kemal adını verişini yine Ahmet Emin’e verdiği röportajda şöyle anlatıyordu: “Bir gün bana dedi ki: ‘Oğlum, senin de ismin Mustafa, beni de… Bu böyle olmayacak. Arada bir fark bulunmalı; bundan sonra adın Mustafa Kemal olsun…’ O zamandan beri ismin filhakika Mustafa Kemal kaldı.” Öğretmeni, mükemmellik, olgunluk anlamına geldiğinden seçmişti bu ismi.

Mustafa Öğretmen oldukça sert mizaçlıydı. Onun için sınıfta birinci olmuşsun, ikinci olmuşsun fark etmezdi. Askeri Rüştiyesi’nden mezun olduğunda hem kalbinden taşan bir Matematik sevgisi, hem de yeni bir adı vardı artık Mustafa’nın.

Rüştiye’nin ardından Mustafa, Kuleli Askeri İdadisi’ne girmeyi düşünüyordu. Ancak ona ağabeylik eden Selanikli Subay Hasan Bey’in tavsiyesine kulak vererek 1896’da, Manastır Askeri İdadisi’ne gitmeye karar verdi. Rüştiye’de iyice ilerlettiği Matematik, burada oldukça kolay geldi. Bunun içim Matematik ile daha da severek ilgilendi. Ancak Fransızcası bir hayli zayıftı. Öğretmeni onunla pek ilgilenmiyor, genellikle uyarılarda bulunuyordu. Doğrusu bu uyarılar pek gücüne gidiyordu Mustafa’nın; ama üzülüp kabullenmek, vazgeçmek de ona göre değildi. Kendine çareler aramaya koyuldu. 2-3 ay kadar gizlice Frerler Mektebi’nin özel sınıfına giderek Fransızcasını ilerletti. Fransızca Öğretmeni Yüzbaşı Nakiyüddin Bey’in (Yücekök) de, özgürlük düşüncesi Mustafa Kemal’in düşünce yapısını çok etkileyecekti…

İdadi’deki Tarih Öğretmeni Kolağası Mehmet Tevfik Bey (Bilge) de Mustafa Kemal’in tarihe olan merakını parlatıyordu. Asker olmak isteği, tarih öğrendikçe daha da artıyordu. Öyle ki 1897’de, Osmanlı-Yunan Savaşı’na gönüllü olarak katılmak istemişti. Ancak hem henüz 16 yaşında olduğu için, hem de hala İdadi’de öğrenci olduğu için cepheye gidemedi. Mustafa, 1899’da, İdadi’den ikincilikle mezun oldu.

13 Mart 1899’da, İstanbul’da, Mekteb-i Harbiye-i Şahane’ye girdi. Birinci sınıfı 27., ikinci sınıfı 11. olarak bitirmişti. 1902’de ise, üçüncü sınıfı 549 kişi arasından Mülazım (Teğmen) rütbesiyle, piyade sınıf sekizincisi (1317 – P.8) olarak tamamladı. Hemen ardından da Erkan-ı Harbiye Mektebi’ne, şimdiki adıyla Harp Akademisi’ne devam etti. 11 Ocak 1905’te de, buradan Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu…

Mustafa Kemal Atatürk'ün biyografisi

Edebiyatı keşfi

Mustafa’nın edebiyatla tanışması, Bursa İdadisi’nden kovulan Ömer Naci’nin sınıflarına gelmesiyle olmuştu. Ömer Naci, daha o zaman bile şairdi. Mustafa’dan okumak için kitap istedi. Bütün kitaplarına baktığında arkadaşı hiçbirini beğenmemişti ve bu Mustafa’nın pek gücüne gitmişi. Öyle ki Mustafa, şiiri, edebiyat diye bir şey olduğunu yeni fark ediyordu. Bugüne dek öylesine Matematik kitaplarına gömülmüş, Fransızca öğrenmek için çabalamıştı ki, Edebiyat diye bir alan aklından bile geçmemişti. Öyleyse şimdi keşfetmenin tam zamanıydı.

Şiir pek ilgisini çekmişti Mustafa’nın; ama Kitabet (Güzel Yazı) Hocası olarak İdadi’ye yeni gelen bir hoca, “Bu tarz işgal, seni asker olmaktan uzaklaştırır.” diyerek yasaklamıştı. Güzel yazmak hevesi hep kalbinin bir köşesinde kaldı.

İdadi’de, tüm öğrenciler birinci olmak için birbiri ile yarışıyordu. Nihayet İdadi’yi tamamladığında Harbiye’ye geçmişti. Matematik tutkusu hala devam ediyordu. İlk sene başında kavak yelleri esiyordu. Derslerini ihmal etmişti. Senenin nasıl geçtiğini bile fark edememişti ki, kendini çabuk toparladı. İkinci sınıfta askerlik derslerine daha bir merakla sarılır olmuştu. Bir yandan da gönlünde hala şiir yazma hevesi vardı; ama İdadi’deki hocasının yasaklı uyarısını da aklından çıkarmıyordu. Güzel söz söylemek ve yazmak isteği, yüreğinde edebiyata karşı sonsuz bir sevgi beslemesini sağlıyordu. Teneffüste arkadaşları ile bir araya gelerek ellerinde bir saat, “Bu kadar dakika sen, bu kadar dakika ben söyleyeceğim” diye güzel yazı alıştırmaları yapıyorlardı. Gönlüne düşmüş edebiyat ışığını pek söndürmeye niyeti yoktu…

Mustafa Kemal Atatürk'ün biyografisi

Çocukluk aşkı

Kardeşi Makbule ile çocukluk arkadaşı ve daha sonradan da yaveri olan Salih Bozok’a göre, ilk kez 12’sindeydeyken Binbaşı Rüknettin’in 8 yaşındaki kızı Müjgan’a âşık olmuştu. Çocuk kalbi Müjgan için pır pır ediyordu. İkinci aşkının adı ise, Hatice idi. Hatice’nin annesi görüşmelerine engel olmuştu…

Tekrar gençliğe adım atan çocuk yüreğinde aşkı hissetti. Selanik Askeri Komutanı Şevki Paşa’nın 12 yaşındaki kızına Matematik dersi verirken âşık olmuştu. İlk gençliğini geride bırakırken bir de Selanik’te olduğu dönemde Rum asıllı tüccar Eftim Karinte’nin kızı Eleni Kriyas’a da âşık olduğu söyleniyordu…

Kalbinin varlığını hissediyor olmak Mustafa için oldukça değerliydi. Mesleği ve kalbi arasında bir yerde yaşayacağı günler vardı…

Mustafa Kemal Atatürk'ün biyografisi

Siyasete ilk ilgisi

Matematik, Edebiyat, Fransızca… Okul eğitimi ona pek çok ilgi alanı kazandırmıştı. Ne zaman ki Harbiye seneleri başladı, işte o zaman siyaset fikirleri de ilgisini çeker olmuştu. Henüz içine işleyecek büyük fikirler edinmemişti; ama pek uzağında da değildi. Namık Kemal’in kitaplarını okuyorlardı. O da ancak yattıktan sonra mümkün oluyordu. Çok sıkı bir dönemdi. Bu tür eserleri okumaya gayret ediyor, sonra da fikirlerini paylaşıyorlardı. Bir yerlerde bir eksiklik olduğu hissiyatı gelip yapışıyordu boğazlarına. Yine de olay öyle hemen gözlerinin önünde canlanıvermiyordu. Pişmelilerdi.

1922’de Ahmed Emin’e verdiği röportajda bu konu ile ilgili şöyle diyordu: Erkân-ı harp sınıflarına geçtik. Mutad olan derslere çok iyi çalışıyordum. Bunların fevkinde olarak bende ve bazı arkadaşlarda yeni fikirler peyda oldu. Memleketin idaresinde ve siyasetinde fenalıklar olduğunu keşfetmeye başladık.”

Bu keşif, özellikle Mustafa Kemal’in yaşamında yeni kapılar aralayacaktı…

Mustafa Kemal Atatürk'ün biyografisi

Okul gazetesi çıkardılar

Kapıların aralanması için önce birkaç pencereye ihtiyaç vardı belki. Onlar da öyle yaptılar. Yeni kapılar açmaya biraz zaman vardı madem, öyleyse keşfettiklerini okuldaki diğer öğrencilerle de paylaşmalılardı. Onların da görmesini sağlayacak bir pencere aralamakla başlayabilirlerdi. Bir ışıkla başlamıyor muydu neticede her şey?

Bir hevesle çıktılar yola ve el yazısı ile gazete çıkarmaya başladılar. Sınıftan keşfe çıkmış o birkaç arkadaşın kendilerince kurdukları gazetenin yazılarını çoğunlukla Mustafa yazıyordu. Bu gazete, Mekatip Müfettişi (Okullar) İsmail Paşa’nın dikkatinden kaçmamıştı. Özellikle takip ettiriyordu. Hatalı gördüğü bu işe Okul Müdürü Rıza Paşa “Ya farkında olmuyor, ya müsamaha gösteriyor.” Diyordu. Rıza Paşa da mevkiini korumak için durumu inkâr etmişti.

Mustafa Kemal ve arkadaşları artık gazete konusunda daha dikkatlilerdi. Bir gün yine dersliklerden birinde gazete yazılarından birini yazmak için kapıya nöbetçi bırakmış çalışıyorlardı ki, Rıza Paşa, kuşlardan birinin uçurduğu haberle soluksuz bastı sınıfı. Yazılar açık seçik masanın üzerinde duruyordu; hazırlıksız yakalanmışlardı. Yine de görmezden geldi. Sadece dersleri dışında başka bir şeyle uğraşmalarını yasakladığını söylüyordu. Başka bir cezai işlem de uygulamadı. Kendinde aranan kusuru dışa vurmak istemiyordu…

Mustafa ve arkadaşları, Erkânı Harbiye sınıfları bitene kadar bu işleri sürdürdü. Yüzbaşı olarak mezun olduğunda İstanbul’da geçirecekleri zamanda bu işlerle daha rahat ilgilenmeyi umuyordu. Bir arkadaşlarının adına bir apartmanda daire tuttular. Ara sıra burada toplanıyorlardı. Attıkları her adım biliniyordu; okul bitse de takipleri bitmemişti. Ancak öylesine işleriyle meşgullerdi ki, bir hafiyenin aralarına gireceğini düşünemediler. Fethi Bey adında eski arkadaşlardan biri çıkmıştı karşılarına. Yoksul hali, yardıma muhtaç görüntüsü ile hislerine dokunmuş, onlardan yatacak yer istemişti. Mustafa ve arkadaşları da onu, çalıştıkları bu apartmanda yatırmaya karar verdi.

Fethi Bey, 2 gün sonra Mustafa’ya buluşmak üzere bir yer söyledi. Mustafa oraya vardığında Fethi Bey’in yanında saraya mensup bir yaver vardı. Bir gün sonra hepsi tevkif edilmişti. Anlaşılmıştı ki, Fethi Bey, İsmail Paşa’nın hafiyesi idi. Mustafa bir süre yalnız başına mahpus kaldı. Sonrada sorguya çekilmek üzere saraya götürüldü. Orada İsmail Paşa, Başkâtip ve bir de sakallı bir adam vardı. Sorguda anlıyordu ki, gazete çıkarmak, teşkilat kurmak, apartmanda çalışmak gibi işlerden suçlu bulunmuşlardı. Zaten ifadesi alınan diğer arkadaşlar da itirafta bulunmuştu. Birkaç ay tutukluluk hali devam ettikten sonra serbest bırakıldılar…

Mustafa Kemal Atatürk'ün biyografisi

Askerliğe ilk adımları

Birkaç gün sonra Erkan-ı Harbiye’yi bitirmiş öğrencileri çağırdılar. Eşit bir dağılımla Edirne ve Selanik’e, yani o zamanki 2. Ve 3. Ordulara gitmeleri kararlaştırılmıştı. Kimin nereye gideceği ise, Kur’a ile belli olacaktı. Ancak eğer adaylar kendi aralarında anlaşırlarsa buna lüzum yoktu. Mustafa hemen bir işaretle arkadaşlarını bir araya topladı. Etkili bir kişiliği vardı. Biraz konuştuktan sonra kim nereye gidecek, kendi aralarında ayrıldılar. Mustafa’yı, Suriye’ye sürgün etmişlerdi. Şam’da bir Süvari Kıtası’nda staj yapacaktı. 1905’te Harp Akademisi’nden Kurmay Yüzbaşı rütbesi ile mezun olan Mustafa Kemal, 16’sından beri bu günler gelsin diye yanıp tutuşuyordu. 1905-1907 yılları arasında, Şam’da 5. Ordu’da, Lütfi Müfit Bey’in (Özdeş) emrinde görevli olacak; şu iki yıla pek çok şey sığdıracaktı…

İlk stajında 5. Ordu’ya bağlı 30. Süvari Alayı’nda bulunun Mustafa Kemal, düşük rütbeli stajyer bir Kurmay Subay olarak Suriye’nin çeşitli bölgelerindeki isyanlarla ilgileniyordu. Bu çalışma ortamı ona küçük savaş diye anılan gerilla savaşı üzerine tecrübeler katmıştı. Burada 4 ay geçirdikten sonra Şam’a döndü.

Ekim 1906’da, Binbaşı Lütfi Bey, Lütfi Müfit Bey (Özdeş), Dr. Mahmut Bey, askeri tabip Mustafa Cantekin ile “Vatan ve Hürriyet” adlı bir cemiyet kurmuşlardı ki, ordudan izinsiz Selanik’e gitti. Amacı bu cemiyetin orada da bir şubesini açmaktı. Selanik Merkez Komutan Muavini Yüzbaşı Cemil Bey’in (Uybadın) yardımıyla çıktı karaya. Çok geçmeden arandığını öğrendi. Ona ağabeylik eden Albay Hasan Bey, Yafa’ya döndü. Buranın komutanı Ahmet Bey’den, Mustafa’ya Mısır sınırında Birüssebi’ye gönderildiğini bildirmesini önerdi. Ahmet Bey de bu öneriyi dikkate alarak Mustafa Kemal’i, Birüssebi’ye tayin etti. Ancak bir süre sonra topçu stajı için tekrar Şam’a gönderildi. Mustafa Kemal, 20 Haziran 1907’de, Kıdemli Yüzbaşı (Kolağası) unvanına erişti. 13 Ekim’de ise, 3. Ordu’ya Kurmaya olarak atandı…

Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin Selanik şubesini açtıktan sonra oradan gitmek zorunda kalmıştı. Şimdi tekrar Selanik’e geldiğinde, kurulmasına öncülük ettiği cemiyetin şubesinin, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne dahil edildiğini öğrendi. Bunun üzerine Şubat 1908’de, kendisi de 322 üye numarası ile İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye oldu. 22 Haziran 1908’de, Mustafa Kemal artık Rumeli Doğu Bölgesi Demir Yolları Müfettişliği’ne atanmıştı…

İşinde adım adım ilerliyordu. Çokça hayali vardı. Ulaşmak istediklerinin bir gün kendisini de, ülkesini de bambaşka bir yere taşıyacağını, yeni bir ülkenin kurulmasının ilk adımlarını attığını hissediyor muydu acaba?

Her şeyin çok hızlı dönüştüğü zamanlardı. Yeni atandığı görevinde henüz beş ay geçirmişti ki,23 Temmuz 1908’de, II. Meşrutiyet’in ilanının ardından yıl bitmeden Aralık sonlarına doğru, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nce bugünkü Libya’nın bir parçası olan Trablusgarp’a gönderildi. Mustafa Kemal’in burada toplumsal, siyasal ve güvenlik sorunlarını incelemesi amaçlanmıştı.

Mustafa Kemal burada, 1908 Devrimi’nin fikirlerini Libyalılara anlatmaya, yaymaya çalışıyordu. Nüfusun farklı kesiminden gelenleri Jön Türk Politikasına kazanmaya çalışırken bir yandan da bölge halkının güvenliği meselesi ile ilgileniyordu. Meseleye oldukça hakimdi. Aynı anda pek çok şeyi idare edecek gözlem yeteneğine, azme ve özgüvene sahip olduğunun bilincindeydi. Buradayken şehrin dışında yapılan bir savaş tatbikatına da katıldı. Bingazi Garnizonuna liderlik ederek, askerlere modern teknikler öğretmişti. Ayrıca bu tatbikat sürecinde, isyana meyilli Şeyh Mansur’u evini sararak kontrol altına almışlardı. Bu durumun bölgede sistem karşıtı başka kişilere örnek olmasını hedeflemişti. Tatbikat sürecindeki gözlemlerinden çıkardığı sonuçla şehirden, kırsal bölgeden, tüm insanları koruma için yedek bir ordu da planlamaya çoktan başlamıştı…

Mesleğinin ilk yıllarında adımlarını sağlam ve dolu dolu atmaya çalışıyordu. Mustafa Kemal, Trablusgarp’taki görevini tamamladıktan sonra 13 Ocak 1909’da, 3. Ordu’ya bağlı Selanik Redif Fırkasının Kurmay Başkanı olarak yeni görevine başladı. 31 Mart Ayaklanması kapıdaydı. Her şey 13 Nisan 1909’da, Meşrutiyet’e karşı 3. Ordu’ya bağlı olan Taşkışla’da muntazam bir şekilde konumlanan 2. Ve 4. Avcı Taburlarının isyanı ile başladı. Ardından diğer birlikler de katılarak bu ayaklanmayı büyüttüler. Bu grup, II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinden sonra İstanbul’daki yönetime karşıydı. Ayaklanma 13 Nisan’da yaşansa da, Rumi Takvime göre 31 Mart 1325’te başladığı için adı tarihe 31 Mart Ayaklanması olarak geçecekti. Mustafa Kemal, 13 gün süren bu ayaklanmayı bastırmak üzere Selanik ve Edirne’den yola çıkarak Mirliva Mahmut Şevket Paşa komutasındaki, 19 Nisan’da İstanbul’a girecek Hareket Ordusu’na bağlı birinci kademe birliklerinin Kurmay Başkanı idi…

Bu büyük isyan karşısındaki başarılı duruşu ile göz dolduruyordu Mustafa Kemal. Kendisi de inceden bir gurur duyuyordu çalışmalarıyla. Görevleri art arda devam etti. Hemen sonra 3. Ordu Kurmaylığına atanan Mustafa Kemal, daha sonra da 3. Ordu Subay Talimgâhı Komutanlığı, 5. Kolordu Kurmaylığı, 38. Piyade Alayı Komutanlığı gibi pek çok görevde parladı.

1910’da Fransa’ya giden Mustafa Kemal, döndüğünde 27 Eylül 1911’de, İstanbul’da Genelkurmay Karargâhı’nda göreve başladı…

Mustafa Kemal Atatürk'ün biyografisi

Mustafa Kemal Fransa’da

Stuart Kline’in “Türk Havacılık Kronolojisi” kitabında anlattığına göre Mustafa Kemal, 1910’da, yeni üretilen uçakların deneme uçuşlarının yapıldığı Picardie Manevraları’na katılmak için Fransa’ya gitmişti. Bu uçuşlardan birine Mustafa Kemal de katılmak istiyordu; ama Ali Rıza Paşa buna engel olmuştu. İşte Mustafa Kemal’in katılmadığı o deneme uçuşundaki uçak yere çakıldı. Gelecek zamanda bu olaya dayanarak Atatürk’ün uçağa binmekten korktuğu söylenecekti. Oysa Stuart Kline’in kitabında yer verdiği üzere bu olaydan sonra Mustafa Kemal, 3 kez deneme uçuşuna katılmıştı.

Mustafa Kemal Atatürk'ün biyografisi

Savaş yıllarında Mustafa Kemal

19 Eylül 1911’de, İtalyanların, Trablusgarp’a saldırmasıyla Trablusgarp Savaşı başlamıştı. 27 Kasım 1911’de Binbaşı unvanına yükselen Mustafa Kemal de, 18 Aralık’ta, Binbaşı Enver Bey, Binbaşı Fuat (Bulca), Binbaşı Fethi (Okyar), Binbaşı Nuri (Conker) gibi diğer İttihatçı subaylar ile birlikte hareket etti. Grubu ile birlikte Mısır’da, Kahire ve İskenderiye üzerinden Bingazi’ye geçtiler. Bu yolculuk sırasında İskenderiye’den yola çıktıktan bir süre sonra hastalanmıştı. Buna rağmen 22 Aralık’ta, Tobruk yakınında zafer kazandı.

Derne’deki, 16-17 Ocak 1912 taarruzunda gözünden yaralanmıştı. Bir ay kadar hastanede tedaviye alındı. İyileştikten sonra 6 Mart’ta, Derne Komutanlığı’na getirilen isim oldu. Eylül’de, artık barış görüşmeleri başlamıştı. Ancak buna rağmen bir yandan da çatışmalar devam ediyordu. Bu çelişkiyi 8 Kasım’da Karadağ’ın, Osmanlı’ya karşı savaş ilan etmesi sonlandırdı. Balkan Savaşları’nın başlaması ile barışa razı olunmuştu. 18 Ekim 1912’de biten savaşın ardından Mustafa Kemal, diğer subaylarla birlikte İstanbul’a dönmüştü…

Mustafa Kemal Atatürk'ün biyografisi

Balkan Savaşları

8 Ekim 1912’de, Balkan Savaşı patlak vermişti. Trablusgarp’ta, Derne Komutanı olarak görevinin başında olan Mustafa Kemal, Binbaşı Nuri Bey ile bu savaşlarda görev almak istiyorlardı. Mustafa, dönemin Osmanlı Harbiye Nezareti Enver Bey’in de iznini alarak Trablusgarp’tan 24 Ekim’de ayrıldı.

Mustafa Kemal, 24 Kasım’da, karargâhı Bolayır’da bulunan Bahr-i Sefit Boğazı (Akdeniz Boğazı) Kuvayi Mürettebesi Harekât Şubesi Müdürlüğü’ne atanmıştı. Osmanlı ordusu burada General Stiljan Georgiev Kovachev komutasındaki Bulgar 4. Ordusu’na yenildi. I. Balkan Savaşı’nın 30 Mayıs’ta sonlanmasının ardından, 16 Haziran 1913’te, İkinci Balkan Savaşı başladı. Birinci Balkan Savaşı’ndan sonra oluşan sınırlardan tüm devletler rahatsızdı. Toprak paylaşımının adaletsiz olduğunu, Bulgaristan’ın hak ettiğinden daha fazla toprak aldığını düşünüyorlardı. Osmanlı Devleti de, kaybettiği toprakları geri almak istiyordu. Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Sırbistan, Karadağ ve Osmanlı II. Balkan Savaşı’na tutuştuğunda, Romanya da bu ortamdan kârlı bir şekilde yararlanmak için sonradan savaşa dâhil oldu.

Savaşta tek hedef Bulgaristan olduğundan tüm devletlerin hücumunu kaldıramadı ve ağır bir yenilgi aldı. Bulgaristan savunmaya çekilmek için birçok yerdeki askerlerini çekmişti. Stratejisini iyi uygulayan Osmanlı Ordusu da, 21 Temmuz’da Edirne’ye girdi. Böylece Edirne, Kırklareli ve Dimetoka geri alındı… Mustafa Kemal, komutası altındaki birliklerle Dimetoka ve Edirne’ye girdi…

Mustafa Kemal, 27 Ekim 1913’te Sofya Askeri Ateşeliği’ne atandı. Burada yakın arkadaşı Sofya Sefiri (Elçi) Fethi Bey’in (Okyar) emrinde çalışacaktı. Ayrıca bir yandan Belgrad ve Çetine Askeri Ataşeliği’ni de ek görev olarak yürütüyordu. Bu görevler devam ederken 1 Mart 1914’te, Yarbaylık (Kaymakam) rütbesine yükseldi…

Şimdi ufukta I. Dünya Savaşı vardı…

Mustafa Kemal Atatürk'ün biyografisi

I Dünya Savaşı yılları

28 Temmuz 1914’te başlayan küresel savaş, Avrupa merkezliydi ve II. Dünya Savaşı’na dek “Dünya Savaşı”, “Büyük Savaş” olarak anılacaktı. Bu savaşta Almanya ile müttefiktik. Mustafa Kemal, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Ordusu için çalışıyordu. Çanakkale Cephesi’nde Albaylığa, Sina ve Filistin Cephesi’nde de Yıldırım Orduları Generalliğine atandı…

Mustafa Kemal’in, Askeri Ataşe göre Ocak 1915’te sona erecekti. Savaş da bu görev sürecinde başlamıştı. 28 Temmuz’da başlayan savaşa, Osmanlı Devleti, 29 Ekim’de girmişti. 20 Ocak 1915’te Mustafa Kemal 3. Kolordu emrinde Tekfurdağ’da kurulacak 19. Fırka Komutanlığı’na atandı.

19. Fırka, Müstahkem Mevki Komutanlığı’nın emriyle, 23 Mart 1915’te, Eceabat Bölgesi’nde ihtiyata alınmıştı. 25 Nisan 1915’te, İtilaf Devletleri’nin Gelibolu Yarımadası’na saldırmasıyla Çanakkale Savaşı da başlamış oldu. Mustafa Kemal burada, 3. Kolordu Komutanı Mehmet Esat Paşa emrinde, Yarbay (Kaymakam) rütbesiyle savaşıyordu. Arıburnu’na çıkan ANZAC Askerlerini yarımada içine ilerlemeden, Conkbayırı’nda durdurmuştu. Bu yadsınamaz bir başarıydı ve 5. Ordu Komutanı Alman Generali ve Osmanlı Mareşali, bu savaşta Müşir rütbesi kazanan Otto Liman von Sanders’in takdirini kazanmıştı. 1 Haziran’da Miralaylığa yükseldi.

Ağustos ayında İngilizler, Suvla Körfezi’ne ikinci çıkartmasını yapmıştı. 8 Ağustos akşamı von Sanders, Anafartalar bölgesinde bulunan birliklere komuta verdi. 9-10 Ağustos’ta, Anafartalar Zaferi kazanılmıştı. Ardından 17 Ağustos’ta Kireçtepe ve 21 Ağustos’ta da II. Anafartalar Zaferi geldi. Şimdi Mustafa Kemal’in başarısının dilden dile dolaşma zamanı idi. Ruşen Eşref Bey (Ünaydın) başta olmak üzere İstanbul basını, Mustafa Kemal’i, halka “Anafartalar Kahramanı” olarak tanıtmıştı…

Bu başarının ardından Mustafa Kemal, 14 Ocak 1916’da, Gelibolu’dan Edirne’ye sevk edilen 16. Kolordu Komutanlığı’na atanmıştı. Burada geçireceği 2 aylık süreçte 16. Kolordu’nun bütünlüğünü sağlama ve eğitimi ile ilgilendi. Bu sırada savaşta gelinen noktaya göre de, Doğu Cephesi’nde Rus birlikleri Osmanlı 3. Ordusu’nu püskürtmüş, 16 Şubat’ta Erzurum’u, 3 Mart’ta Bitlis, Van, Hakkari ve Muş’u işgal etmişti. Bunun üzerine Albay Mustafa Kemal, 15 Mart’ta, emrindeki 16. Kolordu ile birlikte 3. Ordu’yu desteklemek üzere Diyarbakır’a gönderildi…

Şimdi zekâ konuşturma zamanıydı. Aslına bakılırsa bu rütbesine göre ağır bir sorumluluktu. Ancak stratejik yaklaşımları ile 1 Nisan’da Diyarbakır’da iken Tuğgeneralliğe (Mirliva) yükseltilen Mustafa Kemal’e, bir de “Paşa” unvanı verildi. Bu kadarla da kalmayacaktı. Mustafa Kemal, bir taktik uyguladı ve geri çekilme emri verdi. Düşman onun pes ettiğini sandığı anda da, beklenmedik bir saldırı ile önce Muş’u Ruslardan kurtardı. Böylece Osmanlı’ya stratejik bir üstünlük sağlamıştı. Kafkas Cephesi’nde gösterdiği bu başarıdan sebep “Altın Kılıç Madalyası”na layık görüldü. Ağustos bitmeden Muş ve Bitlis tümüyle Rus işgalinden kurtarılmıştı…

Savaş tüm soğuk yüzü ile devam ediyordu. Mustafa Kemal Paşa, 7 Mart 1917’de, karargâhı Diyarbakır’da bulunan 2. Ordu Komutan Vekilliğine atandı. Daha sonra Hicaz Kuvve-i Seferiyesi Komutanlığı’na getirilmek istense de, bunu kabul etmemişti. 5 Temmuz’da, Yıldırım Orduları emrindeki 7. Ordu Komutanlığı’na atandı…

Bu sırada İstanbul’da da başka şeyler yaşanıyordu. İttihatçı fedailerden Yakub Cemil, savaşın kaybedileceğine kanaat getirip bir hükümet darbesi yapmaya karar vermişti. Ona göre şimdi tek kurtuluş yolu Bab-ı Âli’yi basıp, hükümeti devirmekti; Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı’nın değiştirilmesi gerekiyordu. Mustafa Kemal’in bundan haberi yoktu; ama o, Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı görevi için Mustafa Kemal’i düşünüyordu. Bu işe kalkıştığı arkadaşlarından biri Enver Paşa’ya komployu haber verince ceza olarak Yakub Cemil, kurşuna dizildi. Çok sonra Mustafa Kemal Paşa, Falih Rıfkı Atay’a anlatacağı anılarında, bu olayla ilgili de şunları söyleyecekti:

"O vakit tümenlerimden birine komuta eden Ali Fuad (Cebesoy)'a : Yakup Cemil asılmış. Sebebi de ben Başkomutan Vekili ve Harbiye nazırı olmadıkça kurtuluş yoktur demiş. Dediğini yapmış bile olsaydı, ben İstanbul’a gittiğimde ilk iş olarak Yakub Cemil'i cezalandırırdım. Eğer ben, o ve onun gibiler tarafından iktidara getirilecek bir adamsam, adam değilim!"

Mustafa Kemal, 15 Aralık 1917 ve 5 Ocak 1918 tarihleri arasında Veliaht Vahdettin Efendi’nin yönetiminde Almanya’ya gitti. Burada Genel Karargâhı, Elsass Bölgesi’ni ve Kayzer II. Wilhelmm’i ziyaret etti. Alman Garp Cephesi’ndeki bazı aksaklıkları görmüştü. Gözlemlerinden sonra fikirlerindeki haklılığını daha da hissediyordu. Mustafa Kemal, bu seyahatten İstanbul’a ne yazık ki hasta olarak döndü. İki ay kadar tedavi gördükten sonra Haziran 1918’de, Viyana’ya gitti. Burada sanatoryumda bir ay yattı. Bir süre de bugünkü adı ile Karlovy, o zamanki adı ile Karlsbat’da kaldı. Bu arada Sina Cephesi’nde, Mustafa Kemal Paşa’nın vaktiyle açıkça rapor ettiği durumlar bir bir yaşanmaya başlamıştı…

Sultan Mehmed Reşad’ın ölümü ile tahta Vahdettin’in çıkması üzerine 2 Ağustos’ta İstanbul’a döndü. 15 Ağustos’ta, 7. Ordu Komutanı olarak Filistin Cephesi’ndeydi. Artık sona doğru yaklaşılmıştı. Yıldırım Orduları Grubu’nun savaşacak gücü kalmamıştı. 20 Eylül 1918’de, Vahdettin’in başyaveri Naci Bey’e (Eldeniz) telgraf çekerek durumu bildirdi. Ateşkes istenmesini öneriyordu. Bir de yeni hükümette Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı olarak görev almak istediğini de bildirmişti. 6 Ekim’de, 7. Ordu Komutanlığı’ndan istifa etti. Ve Mustafa Kemal Paşa yine haklı çıkmıştı. 19 Eylül’de, Edmund Allenby komutasındaki İngiliz kuvvetleri, genel taarruza geçti. Üç ordudan oluşan Yıldırım Orduları grubu, bu saldırı karşısında ağır bir yenilgiye uğradı. 1 Ekim’de Şam ve 25 Ekim’de Halep düştü. Neyse ki Mustafa Kemal Paşa, İngilizleri, Halep’e durdurmuş ve bir savunma hattı kurmayı başarmıştı. Mondros Mütarekesi 30 Ekim 1918’de imzalandı ve hemen ertesi gün öğle vaki yürürlüğe girdi. Mütareke’nin 19. Maddesi diyordu ki, Yıldırım Orduları Grubu Kumandanı Otto Liman von Sanders görevden alınacak ve yerine Mustafa Kemal Paşa getirilecekti. Bu oldukça kısa bir görev olacaktı. Çünkü Yıldırım Orduları ve 7. Ordu, 7 Kasım’da, kaldırıldı…

Mustafa Kemal Paşa, 10 Kasım 1918’de Yıldırım Kıt’alarının Komutasını 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa’ya bıraktı ve Adana’dan İstanbul’a hareket etti. 13 Kasım’da, İstanbul’da Haydarpaşa Garı’na ulaşmıştı. İşte Haydarpaşa’dan İstanbul’a geçerken boğazda düşmanın demirli savaş gemilerini görmüştü. O sihirli cümle orada döküldü dudaklarından: “Geldikleri gibi giderler!”

Evet, Osmanlı İmparatorluğu yenilmişti. Şimdi Mustafa Kemal’in ülkesi için daha çok planları vardı. Düşman gerçekten geldiği gibi gidecek, ülkeye de yenilik gelecekti…

Mustafa Kemal Atatürk'ün biyografisi

(Yaveri Salih Bozok ile)

Mustafa Kemal Samsun’a çıkıyor

Mondros Mütarekesi’nin ardından, Anadolu’da Kuvayı Milliye adıyla örgütlenen direniş hareketlerine başlanmıştı. Kurtuluş Savaşı’nın ilk savunma kuruluşu olmuştu. Mustafa Kemal Paşa, son görev yeri Adana’dan ayrılmadan önce Ulukışla’ya gelmiş ve ilk örgütlenmeyi başlatmıştı…

2 Şubat 1919’da, Mersinli Cemal Paşa, müfettiş olarak Anadolu’ya gönderilmişti. Doğudaki Osmanlı Ordularını mütarekenin koşullarına göre düzenlemekle görevliydi. Kasım 1918’de, İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe ve Fransız Yüksek Komiseri Amiral Amet, Osmanlı Hükümeti’ne nota vermişti. Doğuda Türklerin silahlanarak Hristiyanları öldürdüğünü söylüyor ve bir önlem alınmasını talep ediyorlardı. İşte bu noktada Padişah Vahdettin, sorunu çözmek için işgal kuvvetlerinden aldığı notalar gereğince olağanüstü yetkilerle donatarak Mustafa Kemal Paşa’yı görevlendirdi.

Mustafa Kemal’e doğduğu günü verecek, Kurtuluş Savaşı’nın başlatan o büyük gün Samsun’a çıkma vakti yaklaşıyordu. Mustafa Kemal, Samsun’a hareket etmeden önce Vahdettin ile son bir görüşme yapmıştı. O son görüşmeyi de Falih Rıfkı Atay’a anlatacaktı. Vahdettin, Mustafa Kemal’e şöyle demişti:

"Paşa Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir, tarihe geçmiştir. Bunları unutun, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin!"

Her ne kadar duydukları güven dolu sözler olsa da, Mustafa Kemal, Vahdettin’in samimiyetinden emin olamıyordu. Çok geçmeden de onun İtilaf Devletlerinin siyasetine uyduğunu anlamıştı. Vahdettin sadece bu siyasete karşı gelen Türklerin yatıştırılmasını istiyordu; hepsi bu!

Ve o büyük gün geldi. Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da Bandırma Vapuru’na binerek, Kurmay Albay Refet Bey (Bele), Kurmay Binbaşı Hüsrev Bey (Gerede), Kurmay Albay Kazım Bey (Dirik), Kurmay Albay 'Ayıcı' Mehmet Arif Bey, Dr. Albay İbrahim Bey (Talî Öngören), Dr. Binbaşı Refik Bey (Saydam), Binbaşı Kemal Bey (Doğan), Yüzbaşı Cevat Abbas Bey (Gürer) ve Yüzbaşı Ali Şevket Bey (Öndersev) ile birlikte Samsun’a çıktı. İşte o an ulaşılacak pek çok şeyin adımı da atılmıştı. Bugün Türk Kurtuluş Savaşı’nın fiili başlangıcı olarak tarihe geçecekti…

Bir hafta Samsun’da Mantıka Palas’ta kaldı. Bu süreçte bölgede meydana gelen çatışmaların sebebini araştırdı. Vahdettin’in verdiği görev aksine, işgalcilere karşı yerel Kuvayı Milliye örgütlerinin kurulmasını bizzat destekliyordu. Bir hafta sonra Havza’ya geçerek burada da 17 gün kaldı ve ayrılarak Amasya’ya geçti…

Mustafa Kemal Atatürk'ün biyografisi

Amasya Genelgesi

Mustafa Kemal ve birlikte yola çıktığı arkadaşları, Havza’daki çalışmalarını tamamlamış ve 12 Haziran 1919’da Amasya’ya geçmişti. Burada bir genelge hazırlıyorlardı. Hazırlandıktan sonra Erzurum’da bulunan 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir’e göndererek onun da onayını aldılar. Mustafa Kemal Paşa, 22 Haziran’da, Kazım Karabekir Paşa, Ali Fuad Paşa (Cebesoy), Refet Bey (Bele), Rauf Bey (Orbay) ile birlikte Amasya Genelgesi’ni yayınladı. Genelgede, vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının tehlikede olduğu, İstanbul Hükümeti’nin, aldığı sorumluluğu taşıyamadığından milleti yokmuş gibi gösterdiği anlatılıyordu. “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararının kurtaracak” diye ilan edilmişti. Ayrıca Anadolu’da her bakımdan güvenli olduğunu düşündükleri Sivas’ta bir kongre düzenleyeceklerini de bildiriyorlardı. Bu kongreye katılmak için her ilden 3 temsilcinin seçilip gönderilmesini ve seyahatlerinin gizli olması isteniyordu. Doğu illeri için de Erzurum’da bir kongre toplanacak, Erzurum Kongresi üyeleri de Sivas’a gelecekti.

Genelge bütün mülki ve askeri komutanlara da telgrafla ulaştırıldığında, İstanbul’daki işgal güçlerinin tepkisini çekmişti. İngilizler, Mustafa Kemal’in İstanbul’a geri gelmesi konusunda devletin üzerindeki baskısını artırmıştı. Baskılara daha fazla karşı koymak mümkün değildi. Dönemin İçişleri Bakanı Ali Kemal Bey, bir genelge ile Mustafa Kemal’in aslında çok iyi bir asker olduğunu; ancak İngilizlerin baskısı ile görevinden alındığını bildiriyordu.

Mustafa Kemal Atatürk'ün biyografisi

Erzurum Kongresi

Mustafa Kemal Paşa, 23 Temmuz – 7 Ağustos tarihleri arasında Kazım Karabekir Paşa tarafından toplanan doğu illeri ile Erzurum Kongresi’ni gerçekleştirdi. Kongre üyelerinin ısrarıyla Osmanlı Ordusundan istifa etti ve Kongre Başkanlığı’na seçildi. Böylece görevden alınmasının da bir önemi kalmamıştı…

Bu kongrede milli sınırlar içinde vatanın bölünmez bir bütün olduğu, eğer İstanbul Hükümeti vatanı korumayı, bağımsızlığı sağlamayı başaramazsa geçici bir hükümet kurulacağı, Hristiyan azınlıklara siyasi hâkimiyet ve sosyal dengeyi bozacak ayrıcalıklar verilemeyeceği, manda ve himayenin kabul edilemeyeceğine karar verildi!

Mustafa Kemal Atatürk'ün biyografisi

Sivas Kongresi

Sivas Kongresi de, bütün tepkilere rağmen 4 -11 Eylül tarihleri arasında toplandı. Alınan kararların sistemli bir şekilde uygulanması için bir de başkanlığına Mustafa Kemal Paşa’nın seçildiği Temsil Heyeti oluşturuldu. Bu kongrede, bütün milli cemiyetler, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirdi…

Kongrenin gündeminde, Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı gün işgale uğramamış vatan topraklarının bir bütün olduğu ve birbirinden ayrılamayacağı vardı. Kuvayı Milliye’in tek kuvvet olarak tanınması ve bununla birlikte milli iradenin egemen kılınmasının esas olduğu vurgulanıyordu. Osmanlı Mebuslar Meclisi, milli iradeyi temsil etmek üzere derhal toplanmalıydı. Ayrıca hükümet kararlarının meclisin denetimine sunulması da isteniyordu.

Burada bir de General Harbord’un, Mustafa Kemal Paşa ile yaptığı görüşmeden bir not da aktarmalı! I. Dünya Savaşı’’nda Genereal Pershing’in Kurmay Başkanı General Harbord ve arkadaşları, Eylül 1919’da Sivas’a gelmişti ve burada Mustafa Kemal ile görüştü. Bu görüşme elbette savaşın izlerini taşıyordu. Oldukça uzun bir konuşmanın ardından şunları söyledi:

"Ben bu vazifeye getirildiğim zaman Türk Tarihini okudum. Gördüm ki milletiniz büyük ordular hazırlamış, büyük kumandanlar yetiştirmiştir. Bunu yapan bir millet, mutlaka bir medeniyet sahibi olmalıdır. Bunu takdir ederim. Fakat bugünkü vaziyetimize bakalım. Başta Almanya olmak üzere dört müttefiktiniz. Dört sene muharebe ettiniz, neticede mağlûp oldunuz. Dördünüz bir arada yapamadığınız bir şeyi, bu vaziyetimizde tek başınıza yapmayı nasıl düşünebilirsiniz? Fertlerin intihar ettiğini vakit vakit görürüz. Şimdi de bir milletin intiharına mı şahit olacağız!"

İçinde bulunduğu durumun heyecanını saklamadan cevapları Harbord’u, Mustafa Kemal:

"Generale teşekkür ederim. Tarihimizi okumuş; milletimizin büyük ordular, büyük kumandanlar yetiştirdiğini, bunun için milletimizin bir medeniyete sahip olması lâzım geleceğini takdir ve kabul ediyor. Fakat şunu bilmesini isterim ki biz, emperyalistlerin pençesine düşen bir kuş gibi tedrici, sefil bir ölüme mahkûm olmaktan ise babalarımızın oğlu sıfatıyla vuruşa vuruşa ölmeği tercih ediyoruz."

Bu sözler dudaklarından dökülürken Mustafa Kemal, bir yandan da elleri ile pençeye düşmüş bir kuşu işaret edercesine avucunu sıkarak tedrici ve sefil ölümün şeklini açıkça gösteriyordu. Artık bu, konuşmanın bittiğini gösteriyordu. Zaten söyleyecek pek fazla söz de yoktu. Sessizce ayağa kalkan Harbord ve arkadaşları, “Biz de olsak öyle yapardık!” demeden edemediler. Usulca bir el sıkışmanın ardından ayrıldılar…

Mustafa Kemal Atatürk'ün biyografisi

Ve Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı

Mustafa Kemal Paşa ve onunla birlikte canla başla çalışanlar başarmıştı. Şimdi meclisi kurmanın heyecanını yaşama zamanıydı. Mustafa Kemal Paşa, 27 Aralık 1919’da Ankara’da heyecanla karşılandı. Bir yandan da Osmanlı topraklarının paylaşılması sürecinde son aşama yaşanıyordu. Tam da bu dönemde “Amerikan Mandası” olarak dile getirilen dış politika sorunu tartışılmış ve reddedilmişti. Artık bu halden sonra meclisin açılması kaçınılmazdı.

Mustafa Kemal, önceden beri Meclis-i Mebusanı’ın işgal atındaki İstanbul’da bir meclisin tehlikede olduğunu düşündüğünden İstanbul’da değil, Anadolu’da toplanmasını istiyordu. Bu düşüncesini Temsil Heyeti’nin yaptığı toplantılarda da belirtti; ancak İstanbul fikri daha ağır basıyordu. Meclis-i Mebusan üyelerini belirlemek için Ali Rıza Paşa Hükümeti Dönemi’nde yapılan seçimde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Üyeleri, seçimi kazanmıştı. Temsil Heyeti’nin fikri seçilen milletvekillerinin, Meclis-i Mebusan’da, bir grup oluşturması yönündeydi. Adına da Müdafaa-i Hukuk demişlerdi. Ancak böyle bir grup kurulamadı. Ancak Temsil Heyeti, hazırladıkları Misak-ı Milli’nin, Meclis-i Mebusan’da kabul edilmesini sağlamıştı. Mustafa Kemal Paşa, Meclis-i Mebusan’a başkan seçilmek ve Anadolu’da sürdürdükleri hareketin artık yasal olarak da tanınmasını istiyordu. Ancak Osmanlı Meclis-i Mebusanı, 18 Mart 1920’de İngiliz işgal güçlerince bastırıldı ve Temsil Heyeti milletvekilleri tutuklanarak sürgün edildi.

Bu tutuklanmanın ardından Meclis-i Mebusan da kapanmıştı. Mustafa Kemal bu durum üzerine hemen Temsil Heyeti’ni, temsili meclisi Ankara’da toplamaya çağırdı. 21 Nisan 1920’de yayımladığı bir bildiri ile meclisin 23 Nisan 1920’de açılacağını duyurdu. Ve nihayet 23 Nisan 1920 Cuma günü, Hacı Bayram Camii’nde kılınan Cuma Namazının ardından meclis, dualar ile açıldı. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Meclis-i Mebusan üyelerinden oluşan 324 milletvekili ile kurulan meclis, yaşanan zorluklar neticesinde 115 milletvekili ile açılmıştı. Hemen aynı gün yapılan toplantıda, varoluşunun temelini “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir!” ilkesi ile açılan meclisin adının da “Türkiye Büyük Millet Meclisi” olmasına karar verildi. Bundan böyle Atatürk’ü her söyleminde kullandığı bu şekli ile de ilk kez 8 Şubat 1921 tarihi Bakanlar Kurulu Kararnamesi’nde yazılı olarak “Türkiye Büyük Millet Meclisi” adı kalıcılık kazanacaktı…

Parlamento geleneklerine göre, en yaşlı üyesi Sinop Milletvekili Şerif Bey, Başkanlık kürsüsüne çıkarak yaptığı açılış konuşmasında bunca zaman harcanmış emeğin üstüne gururla şöyle demişti:

“Bu Yüksek Meclisin en yaşlı üyesi sıfatıyla ve Allah'ın yardımıyla milletimizin iç ve dış tam bağımsızlık içinde alın yazısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip, kendi kendisini yönetmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek, Büyük Millet Meclisi'ni açıyorum.”

Bu anlamlı açılışın ardından 24 Nisan’da, yapılan ikinci toplantıda Mustafa Kemal Paşa, Meclis Başkanlığı’na seçildi. 29 Ekim 1923’te, Cumhurbaşkanı seçilene dek de görevini sürdürdü…

Mustafa Kemal Atatürk'ün biyografisi

Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir!

Nihayet meclis açılmış, üzerinden bir yıl geçmişti bile. Hakimiyet-i Milliye muhabiri, 22 Nisan 1921’de, Mustafa Kemal ile bir röportaj yaptı ve ona ilk yıl dönümünde meclisin açılış gününe özel hissiyatını soruyordu. Mustafa Kemal kafasını toplamak için birkaç dakika şöyle bir düşündü. Gömüldüğü koltuğundan gözleriyle sigarasından pencereye doğru uzanan dumanı izledi. Uzun cevabının bir kısmı şöyleydi:

"… Gerek millete ve gerek İstanbul'daki hükümete resmen diyorlardı ki: ''Mustafa Kemal'i tanımayınız; Mustafa Kemal'e emniyet ve itimat etmeyiniz. İtilâf devletlerinin Türkiye'ye karşı gösterdiği şiddet, onun yüzündendir.'' Onlar böyle söylüyorlar.Ve ben bertaraf edildiğim takdirde, millet ve memleketin hariçten her türlü dostluğu ve iyiliği göreceğini ileri sürüyorlar, efkârı bu suretle iğfale (yanıltmaya) çalışıyorlardı. Ben, bu teşebbüste ne kadar zehirli, fakat mâhirane bir kasıt olduğunu bütün vüzuhiyle (açıklığı ile) görüyordum…

İşte 23 Nisan cuma günü, öğleden sonra takriben saat ikide Meclis binasının kapısından girerken, günlerden ve gecelerden beri bütün mevcudiyetimi işgal eden bu efkâr ve ihtilis salonunu dolduran milletvekillerinin emniyet ve itimad-ı nazarla (güvenli bakışlarla) bana mütevecih (yönelmiş) olduklarını gördüğüm zaman teşebbüsatımızın milletin âmaline (emellerine) tamamen tevafukunu (uygunluğunu) bir kere daha idrâk ettim (anladım). Ve artık benimle fikir ve emelde müşterek milletin fikir ve emelini tamamen temsil eden bu kadar arkadaşla beraber çalışacağımdan mütevellit (doğan), büyük bir bahtiyarlık hisseyledim."

Ve hepimizin hafızasına kazınan o cümleyi de bir sonraki soruda ekliyordu Mustafa Kemal yaşamını özetlercesine:

“Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir!”

*

NOT: BİYOGRAFİ DEVAM EDİYOR. İKİNCİ KISMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ.

Mustafa Kemal Atatürk'ün Hayatı

Not: Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.

Instagram: biyografivekitap