“Bir aşk yok ki paydos demiş gözyaşlarına
Mutlu aşk yok ki dünyada
Ama şu aşk ikimizin öyle de olsa…”
Diyor Louis Aragon, Cemal Süreya’nın enfes çevirisiyle. Mutlu aşk yoktur… Bu şiiri kaç kez okudum bugüne dek, bu soruyu hayatımın başka zamanlarında kaç kez sordum kendime bilmiyorum. Ki bu konuda yalnız olmadığıma da eminim.
Louis Aragon, Avrupa’nın çarpıcı değişimler geçirdiği, birbirini izleyen kuşakların farklı sanatlar ve siyasal arayışlar içinde olduğu çokça uzun bir dönem boyunca, güçlü kaleminin yanında varlığını hissettiren güçlü kişiliğiyle birçok sanatsal akımdan hem etkilendi, hem de başkalarını etkiledi. Hangi akımı ya da duyguyu savunursa savunsun değişmeyen bir şey vardı; Louis, özgün ve hep duyarlı oldu.
Birçok şiirini şarkı olarak da dinledik. Romalarıyla da ünlendi. Ama yine de en çok şiirleriyle çaldı gönlümüzü; Elsa’ya bir ömür yitirmediği aşkıyla.
Sevgili Louis, gerçekten en büyük aşkına öfkeyle mi gittin bu dünyadan bilmiyorum. Ama umarım bir şekilde bir şeyleri kabullenmenin ve onu affetmenin bir yolunu bulmuşsundur. Hem sen demiyor muydun işte:
“Mutlu aşk yok ki dünyada
Ama şu aşk ikimizin öyle de olsa…”
İyi ki doğdun…
Çocukluğu ve eğitim hayatı
Louis, 3 Ekim 1897’de, Marguerite Toucas ve Louis Andrieux çiftinin oğlu olarak dünyaya geldiğinde, anne ve babası ayrıydı. Hatta Marguerite, Louis’den annesi olduğunu saklamış ve ona kendisini ablası olarak tanıtmıştı. Marguerite de küçüktü ve belli ki korkmuştu da. Elbette Louis eninde sonunda annesini tanıyacaktı. Ancak bu durum hiç dile gelmese de ikisinin de travmasıydı. O, aslında kendi içinde yalnız bir çocuktu. Belki de bu sebeptendir ki, bir gün “Ölmek daha kolaydır sevmekten” diyecekti…
İlk yazı denemelerine de çocuk yaşlarında başlamıştı aslında. Sadece ne zaman açığa çıkacak şu an için belli değildi.
1904’te Neuilly’e taşındılar. Oldukça başarılı bir öğrenciydi. 1908’de Saint-Piere Lises’i’ne girdi. Annesi özellikle tıp okuması yönünde ısrarcıydı. Daha fazla karşı koyamadı ve iyi notlarının hakkını vererek 1914’te Tıp Fakültesi’ne kaydoldu. Ancak okulu tamamlayamayacaktı…
I Dünya Savaşı ve sonrası Louis Aragon
Louis, Tıp Fakültesi’nde öğrenciyken üçüncü yılının sonunda askere çağrıldı. I. Dünya Savaşı yaşanıyordu ve orduya katılmalıydı. Orada aldığı Tıp eğitimi sebebiyle ikinci dereceden doktor olarak bulundu. 1918’de, cephede sağladığı fayda, ona bir madalya bile getirdi.
Burada kendisi gibi Tıp öğrencisi olan Andre Breton; ayrıca Paul Eluard ve Philippe Soupault ile tanıştı. Terhis olduktan sonra üniversite eğitimine geri döndü. Ancak bir yandan da kendisini edebiyat çevresinin içinde buluvermişti. 1921’de okulu bıraktı ve kütüphaneci olarak çalışmaya başladı.
Louis de, arkadaşları darengarenk kravatları, nükteli ve küstah konuşmalarıyla bir örnek, dönemin züppelerinden biri olarak görünüyordu. İşte bu durumlarının karşılığı bohem hayat, tam da şu sıralar başlamıştı. Fransız Komünist Partisi, bu sebepten onları kabul etmemişti…
1923’te Giverny’e yerleşti. Üç yıl önce Dadaizm’i benimsemişti; ama şimdi ondan uzaklaşıyordu. Ertesi yıl Breton’un yayımladığı “Sürrealizm Manifestosu” ve “Revolution Sürrealist” dergisinin belirttiği görüşler artık daha çok ilgisini çekiyordu.
İlk şiir kitabı
Louis, bir şeyler yazarak en azından rahatlıyordu. Bu onun belki terapi şekliydi. Ama bünyede barınan yetenek çok da uzun süre gizli kalamıyordu. Louis Aragon’un da yavaş yavaş açığa çıkma zamanı gelmişti.
İlk ciddi adımını belki de hiç farkında olmadan şiir konusundaki görüşlerini cephede tanıştığı Brenton ile geliştirirken atmıştı. Tristan Tzara’nın öncülük ettiği Dadaizm akımının etkisindeki ilk şiirleri 1918’de, “Nord-Sud” dergisinde yayımlandı. Etkisinde bulunduğu akımın görüşlerine göre, toplum kurallarına, savaşa ve geleneklere, hatta şiirin o güne dek süregelmiş kurallarına da karşı olduklarını da belirtiyor; hatta ve hatta bunu anlamsızlığa dek dayandırıyorlardı.
Louis, 1920’de çıkardığı ilk şiir kitabına “Le fen de joie” (Kıvanç Ateşi) adını vermişti. Bir yıl sonra da “Anicent on le panorama” adını verdiği romanını çıkardı. Dönemin usta yazarlarında övgü dolu eleştiriler almış, oldukça ses getirmişti.
1924’te Dadaizm’den sıyrılığ Gerçeküstücülüğü savunmaya başladıktan sonra 1925’te yayımladığı "Le paysan de Paris” (Parisli Köylü), bu akımın başyapıtlarından biri kabul edildi…
(Louis Aragon, Nancy Cunard, Taylor Gordon)
İlk aşk ve intihar
Sonunda arkadaşları da, kendisi de komünist partiye üye olmuştu. Ancak bu kez de aklını bulandıran, onu sarhoş edip kendinden geçiren bir sevgilisi vardı. Öyle ki, bunun için bir damla dahi şarap içmese de olurdu…
Nancy Cunard, ah Nancy Cunard… Nancy, Louis’i bir caz piyanisti için terk etmişti. Beynini uyuşturan bu olay karşısında aslında tersi bir etki yaşadı Louis. Tüm aklı, algısı hiç olmadığı kadar açıktı ve düşünebildiği tek bir şey vardı. Aşırı dozda ilaç içerek her şeyi noktalamalıydı. Neyse ki bunu başaramadı…
(Elsa Triolet ile)
Bundan sonrası hep şiir
Louis, 1928’de, Rus Yazar Elsa Triolet ile tanıştı. Bu tılsımlı bir andı onun için ve hayatının geriye kalan her bir gününün şiir olacağı anlamına geliyordu. Artık hayatı boyunca onun içim şiirler yazacaktı. Aşk, bundan böyle her koşulda Elsa demekti.
Estetik ve politik görüşleri de değişmişti üstelik. Aynı yıl evlendiler. Onlar mutlu aşkın temsiliydi.
II Dünya Savaşı zamanları
Elsa ile evlendikleri yıl Louis, Sovyetler Birliği’n gidip bir yıl orada yaşadılar. Yazarlığı ve şairliği konusunda da oldukça ilerleme kaydetmişti. 1930’da, Harkov’da toplanan Devrimci Yazarlar Kongresi’ne katıldı. 1932’de artık Breton’dan da Gerçeküstücülük’ten de tamamen kopmuştu. Bir yandan da Fransız Komünist Partisi’nin yayın organında çalışmaya başladı.
Bir sonraki yıl da artık Sovyetler Birliği Yazarlar Kongresi’ndeydi.
1935’te Paris’te toplanan Kültürün Savunulması İçin Dünya Yazarları Kongresi’ne katıldı. Ertesi yıl Ce soir gazetesinin yönetimine geçti. Paul Nizan ile de çok yakın bir ilişki içindeydi.
Bu kez de II. Dünya Savaşı yüzünü göstermeye başlamıştı. 1939’da çıktığı New York gezisinden döndüğü sırada yeniden askere alındı. Louis, 42 yaşındaki şair işçilerden oluşan büyük bir grupla cepheye gitti. Almanlara esir düşmüştü; ama ellerinden kurtulmayı başardı. Louis Aragon, ikinci kez savaş madalyasına layık görülmüştü.
Tam bu sırada şiirleriyle aşkı da bir efsaneye dönüşmüştü. Direnişe farklı bir kimlikle gittiği Güney Fransa’da gizlice basılıp dağıtılan şiirleri büyük bir ün kazanmıştı. Elden ele dolaşan şiirleri ile aşkı ölümsüzleşti ve Louis, şiirlerinde, savaşla, devrimle, direnişle kararan zihinleri, aşkıyla aydınlatmanın mutluluğunu yaşıyordu…
Savaş sonrası
Louis, savaştan döner dönmez soluksuz çalışmalarına devam etti. Tekrar Paris’teydi ve birçok sol yanlı derginin yönetimini üstlenmişti. 1950’de, Komünist Partisi Merkez Komitesi üyeliğindeydi ve 1968 Mayıs olaylarında öğrencilerin gösteri ve toplantılarında konuşmalar yapıyordu.
1969’da Goncourt Akademisi’ne girdi. Ancak bu kısa sürdü. 1970’te kaybettiği eşi, politika dostu, her şeyi Elsa’nın ölümü, onu derinden yaralamıştı. Louis, bir daha eski Louis olmayacaktı…
1977’de, Ekim Devrimi’nin 60. Yıl dönümü için hazırlanan törende Louis Aragon, Fransız temsilciydi. Son yıllarda sadece eski eserlerinin yeni basımlarını hazırlıyor ve birkaç konferans ya da TV konuşmaları dışında pek bir yere katılmıyordu. Bu çok sesli ve bir yandan da sessiz bir yalnızlık gibiydi…
Elsa’nın ölümü
Onlar mutlu aşkın temsiliydi. Gerçek şu ki, belki de herkes böyle zannediyordu. Evet, 42 yıl aşkla evli kaldılar ve bu şiirler gerçekten de yazıldı. Ancak her şey Elsa’nın ölümünden sonra değişti. Sadece birlikte yaşadıkları zaman değildi onların aşkını gösteren. Sonrasına da bakmalıydı.
Elsa, 16 Haziran 1970’te kalp krizi sebebiyle hayata veda etti. Louis, onun eşyalarını toparlarken çekmecesinde bir liste buldu. Elsa, bu listede kendine aşık olan adamların adlarını sıralıyordu. Louis emin değildi; ama belki de bu isimler Elsa’nın birlikte olduğu adamların adlarıydı. Kim bilir…
Hem sonra günlüğünde de şu cümleye rastlamıştı: “Herkes beni sevsin, bütün erkekler bana hayran olsun istiyorum”.
Bu listeyi bulduğu ana kadar Louis, büyük bir şair, bir romancı ve bunların yanında siyasi mücadelelere de girmiş bir adamdı. Tüm şiirleri Elsa içindi ve birçok dilden insan okuyor, hatta ezbere biliyordu. Ama Louis, artık bu listeyi bulmuştu ve bir daha hiçbir şey içinde eskisi gibi olmadı. Geriye kalan 12 yılını aldatıldığına inanarak yaşadı ve öldü…
Her şey yalandı demek doğru olmaz belki. Aslında Louis’in yaşlı kalbini inciten, ona hiçbir şey soramamış olmaktı. Elbette onca yıllık yaşadıkları evliliklerine, hayatlarına duyduğu güvenle gülüp geçebilirdi de. Aslında aşkının büyüklüğündendi belki de hepsi. Bence o kadar da kırgın ölmedi…
Louis Aragon öldü
“Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Bilmem ben
Sana benzeyen zamandan söz açmayı
Bilmem senden söz açmayı bilir görünürüm
Tıpkı uzun bir süre garda
El sallayanlar gibi gittikten sonra trenler
Bilekleri sönerken yeni ağırlığından gözyaşlarının
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Korkuyorum senden
Korkuyorum yanın sıra gidenden
Pencerelere doğru akşam üzeri
El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan korkuyorum senden
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Kapat kapıları
Ölmek daha kolaydır sevmekten
Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam
Sevgilim”.
Şu içli şiirin son üç satırı için acaba kaç şiir daha yazılır. Böylesine duygu yüklü şiirler yazdıran Elsa’nın ölümü elbette sarsacaktı onu. Hayatta yaşanan her şey bir dengede ilerler; bilir ve de inanırım. Yine de diyorum, belki Louis o listeyi bulmasaydı, bambaşka şiirler okuyabilirdik. Aşkın özleme dönüştüğü, yokluğun iç yaktığı şiirlere. Elsa bu listeyi hiç yapmasaydı demeyeceğim. Sadece bardağın hep renkli bir tarafı var. Louis, sadece yazdığı bunca şiir ve hissettiği duygu için teşekkür borçlu Elsa’ya. Hem nihayetinde aşk bencillik barındıran bir duygu değil mi? Biz aslında aşık olduğumuz kadını/adamı bize hissettirdiği midemizde kelebekler uçuşturan şu tarifsiz duygu için sevmez miyiz?
Bu tarifsiz acının ve üzerine eklenen kederin ardından Louis, koyu renkli, onu ziyadesiyle ciddi gösteren takımlarını atıp, gösterişli kıyafetlere yönelmişti. Sarı çizmeler, kovboyları andıran şapkalar, göz alıcı trençkotlar, uzun saçlar… Tüm bunlar çok sevdikten sonra kaybetmenin tablosu adlı bir çalışma gibiydi. Üstelik cinsel tercihlerinin dahi değiştiğini gösterir kaynaklar var…
Kuşkusuz Elsa ile birlikte o toprağa kendisini de sokmuş, neyse zıttı oluvermişti. Belki böylesi daha kolaydı, kim bilir…
Sonra, yani Elsa’nın ölümün üzerinden 12 yıl geçtikten sonra 24 Aralık 1982’de hayata veda etti. Belki Elsa’ya öfkeliydi; ama yine de uzağına gidemedi. İki aşık özel bir yasayla, yan yana o bahçeye yatıyorlar…
Louis ve Elsa’nın ölümsüz aşkı üzerine,
Sevgiyle…
Not:
Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.
Instagram: biyografivekitap
Daha Fazla Yorum Yükle
0 Yorum Yapılmış