Ülkü, şanslı doğmuş çocuklardandı. Hayatında her şey bir düzen içerisinde ilerlerken yapması gereken tek şey durup etrafında olanları fark etmek oldu. Allah’ın ona bahşettiği güzelliklerden biriydi bu ve o, bunu en güzel şekilde kullandı.
Kah anılarından şiirler yazdı, öyküden ayırt edilmez; kah yine bir şiir daha yazdı, bestelenmeden geçilmez. Çocuk yönünü yaşatmayı bildi ve yazdıklarında insani değerler ön plandaydı. Yaşayan en büyük usta şairlerden biriydi de üstelik; dün hayata gözlerini kapayana kadar…
Virgülün boynu bükük, sen güneşler toplamaya gittin…
Nurlarda uyu Ülkü Tamer…
Çocukluğu ve eğitim hayatı
Ülkü, 20 Şubat 1937’de, Gaziantep’te dünyaya geldiğinde, geleceği konusunda şanslıydı. Çünkü kitap kurdu bir anne ve zengin bir kütüphaneye sahip babanın çocuğuydu. Yazmayı, okumayı daha çocuk yaşlarından başlayıp da sevecekti.
Çocukluğu ve ilköğrenim yıllarını doğduğu topraklarda geçiren Ülkü, ortaöğrenime geçtiğinde İstanbul’dalardı. Robert Koleji’nde gördüğü öğrenimden 1958’de mezun oldu.
Ardından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kayıt yaptırdı; ama devam ettirmedi. Yarıda bıraktığı hukuk eğitiminin üzerine İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü’ne geçti ve buradan mezun oldu. Bir gün gazeteci ve şair olarak anılacaktı.
Şiire başlarken
Sevgisi çocukluğunda başlamıştı; şiir yazmaya da ortaokul sıralarında başladı inceden. Bu konuda oldukça iyiydi. Öyle ki, ilk şiiri “Dünyanın Bir Köşesinden Lucia”, 1954’te Avni Dökmeci’nin yönetimindeki “Kaynak” dergisinde yayımlandığında lisedeydi.
Yayımlanan bu ilk şiiriyle edebiyat dünyasına hızlı ve etkili bir giriş yaptı; artık bu çevrede ismen tanınmaya başlayacaktı. 1950’liler “Garip” şiirinin eleştirildiği yıllardı. İlerleyen süreçte kendine yeni yollar arayan genç şairlere, Ülkü de katıldı.
Kendine özgü imgeler arayışındaydı. İmgeler, çağırışımlar ve soyutlamalarla yeni söylem tarzları deneyen Ülkü, zamanla duruldu, arındı ve “İkinci Yeni” akımına katıldı. Nasıl bir şair olması gerektiğine karar vermişti.
Çocuksu bir duyarlılıkla yazdığı şiirler
Ülkü, “İkinci Yeni” akımına uyan şairler arasında en genç olanı ve en az tanınanıydı. Henüz zamana ihtiyacı vardı. Kendi çizdiği yolda sağlam adımlarla yürüyecekti.
Şiir yazmaya ilk başladığı günden beri çocuksu bir duyarlılıkla, geleneksel halk şiiri tınısını koruyordu. Çocukluktan, çocukluğa ait her bir çağırışımdan, tarihten ve doğadan besleniyordu. Halk Edebiyatı’ndan Batı Edebiyatı’na geniş bir yelpazenin etkisindeydi. Şiirlerinde, ölüm, yalnızlık, acı, yabancılaşma, özgürlük gibi her bir insani duygu ön plandaydı. Gündelik hayatı ve anılarıyla perçinlediği şiirlerinde iyi bildiği sinema da kaynakları arasındaydı. Sinema ve tiyatroya duyduğu özel ilgi, şiirlerinde öyküleme olarak kendini gösterdi. Tüm bu özellikler, yıllar içinde “Soğuk Otların Altında,” “Gök Onları Yanıltmaz”, “Virgülün Başından Geçenler”, “İçime Çektiğim Hava Değil Gökyüzüdür” gibi birçok eserinde karşımıza çıkacaktı…
Şiirlerinde keskin bir ironinin hakim olduğu derin acılar ve insani trajediler ön plandaydı. 1970’lerden sonra, toplumsal duyarlılıklar da ilgi alanına eklendi.
Şiirleri 1954’ten itibaren “Kaynak”, “Pazar Postası”, “Yeditepe”, “Yeni Dergi”, “Papirüs”, “Sanat Olayı” gibi birçok dergide yayımlandı. İlk şiir kitabı “Soğuk Otların Altında”ydı ve 1959’da çıktı. Yayımladığı 7 şiir kitabını ise, 1986’da “Yanardağ Üstündeki Kuş” adını verdiği eserinde bir araya getirecekti.
Ülkü Tamer evlendi
Ülkü, şairlerin hayran olduğu kadın, Tomris Uyar’ın gönlünü çelen ilk şairdi. Kolejden beri aşıktılar; sonra aynı üniversiteye de gittiler. Kaçınılmaz son olarak da evlendiler. Bu evlilikten “Ekin” adını verdikleri bir çocukları oldu.
Her şey yolunda gidiyor gibiydi aslında; ta ki, Ekin bebek sütten boğulup, ölene dek. Bu yıkım, onların evliliğinin sonunu da getirdi.
Ülkü, daha sonra Neslihan Hanım ile ikinci evliliğini yaptı.
Ülkü Tamer sahnede
Ülkü, 1964-1968 yılları arasında özel tiyatrolarda oyunculuk yapmaya başladı. Büyük bir hevesle çıktığı sahnede kendini yeterli bulamadı ve tiyatronun dışında kaldı. Bu serüven 5 yıl sürecekti. Çocukluğundan beri sinemacı olma hayali kuruyordu. Bu tiyatro macerasına da bu sebepten atılmştı işte. Belki sinemacı olamadı; ama “Fellini”nin ünlü filmi “Amarcord”u 1973’te Türkiye’ye getirdi.
Onun işi yazmaktı. Buradan da bir yazı işi çıkardı kendine. Kendini yeterli görmediği oyunculuk alanında bir kitap yazamaya yetecek kadar anı biriktirmeyi başarmıştı. Anılarını, 2003’te “Bir Gün Ben Tiyatrodayken – Kırk Sanatçıdan Tiyatro Anıları” kitabında topladı.
Kitapta bu süreci şöyle anlatıyordu Ülkü Tamer: “Eskiden tiyatro anıları sık sık anlatılırdı. Kısa süren oyunculuk döneminde, tanımaktan onur duyduğum tiyatro ustalarından ne anılar dinledim. Bu anılardan bazılarını, söz gelimi Toto Karaca’nın, Mehmet Karaca’nın anılarını kendi sesleriyle kaydetme olanağı buldum, bazılarını ise hemen kağıda aktardım. Bu ustaların, özellikle bizden öneceki dönemlerde sahneye gönül vermiş olanların anıları, sadece tiyatro alanında eğlenceli renkler içermiyor. Tiyatroya yaklaşımımızdan hareket ederek Türkiye’nin yakın tarihinden ilginç ayrıntılar da yansıtıyor. Kötü bir tiyatro oyuncusuydum ben. Ama gönlümün sahnede olmadığını anlamam beş yıl sürdü. Bu beş yıl içinde bende ilginç olaylar yaşadım”.
Alleben Öyküleri
Ülkü’nün kimliğinin oluşmasında anne ve babasının edebiyata düşkünlüğü kadar etkili bir şey daha vardı; doğduğu toprak. Antep, onun için ziyadesiyle özel bir alandı. Kuşkusuz hepimizin doğduğu yere bir bağı vardı. İşte Ülkü’nünki bundan belki biraz fazlaydı.
Yıllar sonra bir röportajında şöyle anlatacaktı Antep’in ondaki özel yerini: “Gaziantep benim için sadece doğup büyüdüğüm bir kent değil. Beni oluşturan en önemli öğelerden biri. Annem, babam, ninem gibi. Ben yine onların çocukları olsaydım, ama bir başka yerde doğup büyüseydim, içimdeki birtakım zenginlikler olmayacaktı sanki. Antep’e ne zaman gitsem, o zenginlikleri yeniden yaşıyorum. Belki yok olup gitti çoğu; ama içimde bir yerlere o zenginlikleri define gibi gömmüşüm. Onları yeniden çıkarıp keşfetme olanağını sağlıyor Antep yolculukları”.
En çok Alleben’in sularında çimmeyi, bol kahkahalı kalabalıklarla suyun kenarında piknik yapmayı sevmişti Ülkü’nün çocuk kalbi. Buraları, bu toprakları, çocukluğundan hafızasına mıhlananları yazmasa olmazdı. Çocukluğundan çıkan dört öyküyü, 1991’de, “Alleben Öyküleri” adıyla paylaştı. Bu kitap ona, 1991 Yunus Nadi Öykü Armağanı’nı getirdi.
1997’de ise, “Alleben Anıları” adlı öykü kitabını yayımladı. Onun ardını 1998’te yayımladığı “Yaşamak Hatırlamaktır” izledi.
Yaşamak Hatırlamaktır
Bu cümlenin içinin doluluğuna gerçekten inanıyordu ve yaşamı boyunca bir gün bile günlük tutmayan Ülkü Tamer, bu kitabında anılarını anlatıyordu. Ama baştan bugüne hepsini; çocukluk zamanları, Robert Koleji ve üniversite yaşamı…
Yaşamak Hatırlamaktır hakkında şunları söylemişti: “Yaşamım boyunca günlük tutmadım. Not tutmadım. Eş-dost toplantılarında oradan buradan anılar anlatılır ya, benimkiler de öyle zamanlarda su yüzüne çıktı. Bu kitap bir yaşam öyküsü değil. Olsa olsa, yaşamımdan çizgiler. Belirli bir sıra gözetilmeden, kendiliğinden beliren renkler. İçinde karakter tahlilleri yok. Ufacık olaylar var. Başkalarının yaşamlarını bilemem, ama benim yaşamımı böylesine ufacık olaylar belirledi”.
Birçok kitap çevirdi
Ülkü Tamer, sadece şiirler, öyküler yazmıyordu; 100’ün üzerinde kitabın çevirisini yapmıştı. Özellikle “Edit Hamilton”dan yaptığı “Mitologya” çevirisiyle “1965 TDK Çeviri Ödülü”ne layık görüldü.
Bir dönem Milliyet Yayınları’nda danışman editör olarak çalıştıktan sonra başlamıştı çevirmenlik. Sonra Milliyet Karacan Yayınları’nı yönetti. Ayrıca “Milliyet Çocuk” ve “Sanat Olayı” dergilerini çıkardı. Ülkü Tamer, çocuk edebiyatı için de eserler vermişti.
Bir yandan da yazdığı şiirler şarkı olmuştu. “Güneş Topla Benim İçin”, “Kilis’e Haber Saldım”, “Kırda Vurulanların Türküsü”, “Selam Olsun”, “Memik Oğlan” gibi şiirleri, Zülfü Livaneli;“Üşür Ölüm Bile” ise, Ahmet Kaya tarafından yorumlanan şiirlerindendi.
Ülkü Tamer öldü
Yaşayan en özel şairlerimizden Ülkü Tamer, Bodrum’da Turgut Reis Mahallesi’ndeki evinde yaşıyordu; 81 yaşındaydı. Yaşlılığında getirdiği rahatsızlıkla, Tamer, 1 Nisan’da, evinde hayata gözlerini kapadı.
"Kâğıdımız çaput bizim,
Kefenimiz bulut bizim,
Mesleğimiz umut bizim,
Kıranlara selam olsun".
Dedi de gitti…
Kulağımıza nağme olan şiirleri, kalbini dolduran hayatı ve hep çocuk bıraktığı yanıyla bir Ülkü Tamer geçti bu dünyadan…
İyi ki…
Not:
Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.
Instagram: biyografivekitap
Daha Fazla Yorum Yükle
0 Yorum Yapılmış