Dersim isyanını çıkaran olay

1938 Dersim Olayları'nda 30 ila 60 bin arasında insanın öldürüldüğünü, 12 bin insanın da sürgüne gönderildiğini söyleyen Tunceli Barosu eski Başkanı ve araştırmacı Hüseyin Aygün, “Aradan 72 yıl geçti. İdam edilen Seyit Rıza ve 7 arkadaşının naaşları ailelerine teslim edilmedi. Bunun hukuki ve vicdani yönden hiçbir gerekçesi olamaz. Başbakan'a sesleniyoruz, Kürt açılımında samimiyse, Dersim'in acılarını sahipleniyorsa, arşivleri açsın ve mezar yerlerini ailelere bildirsin” diyor...

Ne oldu da 1938 yaşandı?
1938, Dersimliler'in kanayan yarasıdır. Dersimliler'e göre katliamların son halkasıdır. Bu hikâye aslında 1514'te Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran Seferi öncesinde, Erzincan, Sivas ve Dersim bölgesinde en az 40 bin Alevi'yi öldürmesiyle başlıyor. O günden sonra Dersim merkezi otoriteye karşı tehdit unsuru olarak görülüyor. Ve tabii o olaydan sonra şöyle de oluyor; Anadolu'nun diğer yerlerinde tehdit altında olan ne kadar Alevi, Bektaşi, Kızılbaş topluluk, saldırıya uğrayan aşiret, kavim varsa, kendisini dağların arasında güvende hissetmek için Dersim'e geliyor. O yüzden Dersim'in etnik kökeni de tartışmalıdır. Mesela Cumhuriyet öncesinde, Ermenice, Zazaca, Kürtçe ve Türkçe, yani dört ayrı dil konuşuluyor Dersim'de. Böyle bir zenginliği var etnik yapı bakımından Dersim'in.

Kızılbaşlık, Alevi toplulukların üst kimliğidir
O zamanlar nüfusu ne kadar peki?
Cumhuriyet öncesinde en az 150 bin... Ama Dersim dediğiniz yer Cumhuriyet öncesinde Hınıs, Varto, Karakoçan ve Malatya'ya Şıh Hasan Aşireti'ne kadar çok geniş bir bölgeyi ifade ediyor. Ama Alevi Kızılbaş üst kimliği nedeniyle burası Osmanlı'da hedef haline geliyor. Padişahların yayınladığı çok sayıda emirname var. 1726'da, 1830'larda, 1880'lerde yayınlanmış emirhaneler bunlar. Alevi Kızılbaşlar'ın Hz. Muhammed'i tanımadıkları, camiye girmedikleri, Müslüman olmadıkları ve bu yüzden halledilmeleri gerektiği, hatta ileri gelenlerinin katledilmesi, taraftarlarının da sürgün edilmesi gerektiğine dair... Yani ta o günden beri bu katliam, yok etme, sürgün ve eziyet politikası sürüyor. Cumhuriyetle başlayan bir süreç değil bu.

Kızılbaşlık farklı mıdır?
Dersim inancına sahip olanlar kendilerini Kızılbaş olarak tarif ediyorlar. Tabii Anadolu Alevileri'nden farklı yönleri var. Mesela her yer ibadet alanıdır, Cem alanıdır. Doğayla uyumlu ağaca, hayvanlara, cansız taşlara saygılı bir gelenek ve kültürdür Kızılbaşlık. Dersimliler, Bektaşileri, Alevileri de kendilerinden ayırt etmiyorlar ama Bektaşilik biraz daha hükümete, Osmanlı'ya, saraya yakın olmuştur. Kızılbaşlar, dağlarda kalan, merkezi otoriteden uzak ve o otoriteyi de kabul etmemiş Alevi toplulukların üst kimliğidir.

Sorun da buradan çıkıyor galiba...
Tabii.. Dersim, sadece Kızılbaşlık'tan da değil, dil, kültür ve inanç bakımından da farklı. O yüzden de sürekli asimile edilmeye, dağıtılmaya ve gücü kırılmaya çalışılıyor. Çünkü 500 yıldır kurulamayan bir otorite var. 1938'e kadar Dersim'de kısmi bir devlet otoritesi olmuştur. Tam bir egemenlik ise ancak 1938 katliamından sonra sağlanmıştır. Bir özerklik var yani...

Vergi vermiyorlar, askere gitmiyorlar...
Tabii otoriteyi tanımayanlar, asker vermeyi reddedenler olmuş. Ama askere gitmiyorlar, vergi vermiyorlar demek yalan olur. Mesela 1930'larda bölgeye ilk karakollar yapıldığında, yollar inşaa edildiğinde aşiretler karşı çıkmıyor. Hükümetin iyi niyetli olup olmadığını izlemeye çalışıyorlar sadece. İlk olay da zaten köprünün yakılmasıyla başlıyor. Ama bunlar gerçekten fevri ve bireysel olaylar. Bir karakoldan bir kadına sarkıntılık ediliyor, üstelik ekmek istedikleri evin kadınına... Koca da çekip tüfeği askerleri vuruyor.

Bu bana inandırıcı gelmiyor...
Bu bir kıvılcım. O zaman bütün aşiretler zaten kaynıyor.

Dersimliler, 1915'te Ermeniler'i korudukları için de bu katliam oldu!
Çayan Demirel'in ‘38' adlı belgeselinde de var; Türk askeri bir Alevi'nin namusuna göz dikiyor ve olaylar başlıyor. Askeri vuran Alevi'ye, Ermeni bir usta kaçmasını, kaçarken de tahta köprüyü yakmasını söylüyor. Öyle mi?
Eğer yaşlı Alevileri dinlerseniz, hikayeyi böyle anlatırlar size... Efsane ile gerçek iç içe geçiyor ama orada bir çatışma olduğu, birkaç askerin öldüğü doğru. Ovacık'ta yine buna benzer bir karakol baskınının olduğu, 8 askerin öldüğü de doğru... Ama bundan dolayı bir halk toptan katledilebilir mi? Demek ki bu bir birikimi ifade ediyor.

Yani sadece namus meselesinden patlak vermiyor olaylar?
Hayır, değil tabii... Öncesi de var. Bir kere Ermeni katliamında Dersimliler suç ortağı olmuyor. Kendi içlerindeki Ermenileri teslim etmiyorlar. Ankara'dan telgraflar geliyor, “Ermeniler'i bize teslim edin, verin” diye... Dersimliler Ermenileri koruyor. Hatta sahip çıkıyorlar, Türkiye'de Ruslar'la buluşmalarına yardımcı oluyorlar... Seyit Rıza ve diğer aşiretlerin 20 bin Ermeni'yi Türkiye'deki katliamın genelinden korudukları ve Erzincan üzerinden güvenli bir şekilde Türkiye'den çıkmalarını sağladıkları biliniyor. Bu Dersim'in Ankara'daki görüntüsünü son derece kötüleştiriyor. Yine Koçgiri katliamından kaçan Alişer Beyler ve havalisi var. Seyit Rıza ve diğer aşiretler onları da Dersim'de barındırıyor ve Ankara hükümeti pek çok defa uyarmasına rağmen teslim etmiyor. Bunlar da Dersim'in hükümeti tanımadığı, hükümet otoritesine karşı bir tehdit olduğu yönündeki izlenimi güçlendiriyor.

Diyorsunuz ki, Dersimliler Ermeniler'in Ruslar'la buluşmalarına yardımcı oldu. Kurtuluş Savaşı sürüyor ve Ermeni çetecilerin de Ruslar'la işbirliği yaptığı biliniyor. O zaman devlet haklı görülebilir?
Bunların hepsi tarihi bilgiler, gerçekler. Ama ne yapmış olurlarsa olsunlar, bunlar masum insanların öldürülmesine gerekçe olabilir mi? Dersimliler, çetecilerle işbirliği yapmadılar, sıradan Ermeniler'e sahip çıktılar. Çünkü alınıp Suriye'ye, sınırdışına götürülüyorlardı, yolda çetelerin saldırısına uğruyor, aç kalıyor, öldürülüyorlardı. Onları teslim etmediler, çünkü bu yolculuğun ölüme gideceğini tahmin ediyorlardı. Sahip çıktılar... Dediğim gibi kısmi bir özerk yapı da var. Devlet gelip alamıyor, aşiretler silahlı.

Dersimliler, sürgüne toplama kamplarına gider gibi gittiler
Sürgünler 1938 ağustos ayında başladı. İnsanlar Elazığ ve Divriği tren istasyonlarından kara trenlerle batıdaki yerleşim yerlerine gönderildi. Tren istasyonları, askerlerin zorla erkeklerin saçını sakalını kestiği, kadın ve kız çocuklarının bile saçlarının usturaya vurulduğu yerler oldu. Her vagonun üstüne inecekleri yerler yazıldı ve insanlar çoluk-çocuk, üst üste atılarak yolculuğa çıkarıldı. Günler süren bu yolculukta yemek, tuvalet ihtiyaçları dahi karşılanmadı. Nereye gideceklerini, başlarına ne geleceğini bilen yoktu. Eziyetlerle dolu tren yolculuğu sona erdiğinde, birbirlerini 9 yıl boyunca ve belki de hiçbir zaman göremeyeceklerini bilmiyorlardı. İndikleri yerde yabancıydılar, dillerini bilmedikleri köylere doğru kafileler olarak yol aldılar. Cemal Süreya bu olayın mağduru ve tanığıdır. Bir şiirinde; “Bizi kamyona doldurdular. Tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu” der.

O MEKTUBU YAZAN SEYİT RIZA DEĞİL!
Peki idam edilen Seyit Rıza'nın 1937'de İngiltere Dışişleri Bakanlığı'na yazdığı ve yardım istediği mektup ne oluyor?
Fransızca yazılmış bu mektup öteden beri tartışmalıdır. Dersim katliam harekatını yürütenler, özellikle bu mektuba dayanarak Dersim 1938 olayının ‘dış kaynaklı bir kışkırtma' olduğunu ileri sürerler. Söz konusu mektubu yazan kişi Seyit Rıza değildir. Danışmanı Baytar Nuri'nin 1935'te Dersim'i terk edip Suriye'ye geçtiği ve mektubu orada yazdığı bilinmektedir. Baytar Nuri, Dersimliler arasında hâlâ tartışılan bir kişiliktir. Özellikle Kârerli Mehmet Efendi'nin anıları yayınlandıktan sonra kişiliği ve görüşleri daha net şekilde ortaya çıkmıştır. Kürt milliyetçisi görüşlerinin tartışmalı ve tutarsız olduğu, Dersim gerçeğini anlamaktan uzak olduğu, yazdığı kitaplara kuşkuyla yaklaşmak gerektiği bugün daha da açıktır. Baytar Nuri, mektubu, “Seyit Rıza adına” yazmış olabilir. Ama mektuba kişisel görüşlerini ve ideolojik bakış açısını da katmış olabilir. Seyit Rıza ile aralarında eğer bir ‘vekalet ilişkisi' varsa bu vekaleti kötüye kullandığını düşünüyoruz. İngilizler'in mektuba cevap dahi vermediği dikkate alındığında “dış kışkırtma” iddiasının saçmalığı daha iyi anlaşılır. Bugün arşivler açılırsa tüm bu tartışmalar ve karanlıkta kalmış olaylar da açık hale gelir. (Mine Şenocaklı -Vatan Gazetesi)