G.Kurmay Öcalan'ı böyle sorguladı

G.Kurmay Öcalan'ı böyle sorguladı

Abdullah Öcalan'ın 15 Şubat 1999'da yakalandıktan sonra, Genelkurmay tarafından yapılan sorgusu ilk kez bugün Aydınlık'ta yayımlandı. Mehmet Bozkurt imzalı haberde, Ergenekon tutuklusu emekli Jandarma Kıdemli Albay Atilla Uğur, Öcalan'ı İmralı'da nasıl sorguladığını anlatıyor. Yazı dizisi 2 gün daha yayımlanacak. İşte Aydınlık'ta yayımlanan o haber:

ÖCALAN'IN SORGUDAKİ İLK SÖZÜ: Devletimin emrindeyim

16 Şubat'ta 1999'da öğle saatlerinde İmralı adasında sessiz bir bekleyiş vardı. Poyraz hücumbotunun uzaktan görülmesiyle sessizlik bozuldu. Bir gün önce Skorsky helikopterle İmralı'ya gelen askeri ekip, çözdüğü kriptodan Öcalan'ın getirildiğini biliyordu. Bu ekibin komutanı Hasan Atilla Uğur ise Öcalan'ı sorgulayacaktı. Hücumbot iskeleye yanaştı. Elleri kelepçeli, gözleri bağlı olarak kolundan tutttuğu kişi Öcalan'dı. Hücre tipi odaya geçtiler, Öcalan iki Türk bayrağının asılı olduğu duvarın önüne getirildi. Gözleri çözülen Öcalan'ın ilk sözü; "Ben devletimin emrindeyim" oldu. O fotoğraf Öcalan'ın Türkiye getirildikten sonra çekilen ilk fotoğrafıydı ve Genelkurmay tarafından basına dağıtıldı. O fotoğrafı çektiren ve ardından günlerce sorgusunu yapacak olan emekli Jandarma Kıdemli Albay Hasan Atilla Uğur böyle anlatmaya başlıyor Öcalan'ın sorgusunu.

CUMHURİYET VE ATATÜRK'LE HESAPLAŞMA VAR

Öcalan'ın sorgusu ilk kez ortaya çıkıyor. Uğur bu sorguyu neden anlattığını da şöyle açıklıyor; "Ciddi devlet anlayışı gereği "birebir yaşadığım" bu konuda hep sessiz kaldım. Zaten doğrusu da buydu. Ancak kamuoyunda "Ergenekon" olarak bilinen ve ortalama zekâ seviyesine sahip herkesin uydurma olduğunu anladığı, Cumhuriyet ve Atatürk'le hesaplaşma gayretindeki şeref cellâtlarınca üretilen ve desteklenen bir dava nedeni ile deşifre olunca artık susmanın bir anlamı kalmadığını, millete olanları anlatmaktan kaçınmanın ihanetle eşdeğer olacağını anladım. Son Türk büyüğü ve Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün izinden gitmeye yemin etmiş bir Türk subayı olarak yaşadıklarımı kamuoyuna açıklamaya karar verdim."

Atilla Uğur 4 Temmuz 2008 tarihinden bu yana Silivri Cezaevi'nde tutuklu. 2. Ergenekon davasında tutuklu yargılanıyor. Ergenekon davası klasörlerinden Uğur'un bu görevi deşifre edildi. Uğur bu sorguyu ve yaşadıklarını çok yakında Kaynak Yayınları'ndan çıkacak 'Abdullah Öcalan'ı Nasıl Sorguladım?' isimli kitabında anlatıyor. İlk olarak Öcalan'ın Suriye'den çıkışıyla başlayan, Yunanistan, Rusya, İtalya giriş çıkışlarıyla süren ve Kenya'da yakalanmasıyla son bulan süreci sorgulanıyor. Sorgunun ilerleyen bölümünde Öcalan'a örgütün eylemleri soruluyor. Öcalan örgüt yöneticileri ile ilgili ayrıntılı bilgiler veriyor. PKK'nın uluslararası siyasi ve mali bağlantıları da Öcalan tarafından açıklanıyor. Uğur bu bilgileri sıcağı sıcağına, Ankara'da kurulan Başbakanlık Eşgüdüm Merkezi'ne gönderdiğini belirtiyor.

İşte Öcalan'ın sorgusunda öne çıkanlar:

'HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK EFENDİM, DEVLETİMİN EMRİNDEYİM'

"Sabah erken saatte odaya girdiğimde ayağa kalktı. Bana hitaben "Her şey çok güzel olacak efendim, ben devletimin vereceği tüm görevlere hazırım" dedi. Ondan sıcağı sıcağına alacağımız doğru bilgiler terör örgütünün belinin iyice kırılmasına, Kürt kardeşlerimizin Apo'nun ve terör örgütünün elinden, tahakkümünden kurtulmasına hizmet edeceği için önceden yaptığımız hazırlıkta belirlediğimiz soruları sormaya başladık.

Bu noktada şunu önemle belirtmeliyim ki, Apo verdiği bilgilerle PKK'nin adeta ipini çekmiştir. Özellikle isim, yer ve zaman açısından güvenlik güçlerimizin elinin güçlenmesine ve terör örgütünün büyük darbeler yemesine sebep olmuştur. Bunların birçoğu kamuouyuna yansımamıştır, yansıtılmamıştır. Ama gerçek olan terör örgütünün 2000'li yılların başında bitme noktasına gelmesidir. Bunu Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının, besleme dönek yazarların bile inkâr etmesi mümkün değildir."

"Toprak koparabileceğine inandın mı?"

"Sordum: "Sen Türkiye Cumhuriyeti ülkesinden toprak koparabileceğine gerçekten inandın mı?"

Hafif tebessüm ederek cevap verdi: "Asla benim böyle bir düşüncem ve idealim olmamıştır. Uygulanan dezenformas- yonlar böyle düşünüyormuşum gibi algılanmasını temin etmiştir. Başkanlık konseyi veya diğer arkadaşlar böyle düşünmüş olabilirler ama ben hiç düşünmedim. Bana göre biz haydi ayrılalım deseniz bile ayrılmayız, çünkü biz bütün Türkiye'ye talibiz, Cumhuriyeti biz de kurduk. Her şey de biz de vardık. Bunun için söylüyorum bunu" dedi.

Sordum: "Yani siyasette olmaktan, ülke yönetimine ortak olmaktan söz ediyorsun, öyle mi" dedim.

"Evet, onu kastediyorum" dedi.

"Peki, bunun için herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının önünde engel mi var, bunca insanın kanına girerek mi bu amacına ulaşacaksın?" diye sordum.

"Haklısınız, benim de çok hatalarım oldu. Ama fırsat verirseniz inanın telafi edeceğim" dedi.

"KÜRTLERİN ÖZGÜR İFADE HAKKI GELİŞTİ"

"1992-93 yıllarında Siirt ve Gabor- da gece uçuşu yapan ABD helikopterlerinden teröristlerine yardım malzemesi atıldığını, ele geçirilen birçok sığınakta ve teröristin üzerinde Amerikan ordusuna ait konservelerin, harp paketlerinin olduğunu hatırlattım. "Evet" dedi, "bizim bir talebimiz olmadan bu yardımlar yapılmıştır. Ama neticede bizi değil Talabani ve Barzaniyi tercih etmişlerdir."

Devam etti: "Ben uzun örgüt hayatımda Kürtlerin özgürlüklerinin Türkiye içerisinde bulunduklarını gördüm. Bana göre Kürtlerin derdi ayrı bir devlet kurmak olamaz, federasyon ve otonomi bir çözüm değildir. Türkiye'de mevcut sistemde Kürtlerin siyasal hakları vardır. 1990'lardan sonra Kürtlerle ilgili kültürel haklar geliştirilmiştir. Bu halen de yürürlüktedir. Kürtçe gazete çıkarılmaktadır, Kürt Enstitüsü kurulmuştur. Kürtlerin oy verdiği bir parti ve kültür dernekleri vardır. Bütün bunlar Türkiye'de Kürtlerin özgür ifade hakkının geliştiğinin göstergesidir. Bununla şunu anlatmak istedim. Türkiye'de Kürt meselesi demokratik sistem içerisinde Kürtlerin ifade özgürlüğüne kavuşarak olumlu yönde gelişmiştir. Türkiye'de demokrasi geliştikçe bundan elbette Kürtler de yararlanacaktır. Esasında daha Cumhuriyet kurulmadan da, kurulduktan sonra da Kürtler sizin asli unsurunuzdur."

33 ASKERİN ŞEHİT EDİLMESİ

"Soru: Şimdi gelelim 1993 yılında, silahsız 33 Mehmetçiğimizin katledilmesi olayına. Bazı konularda konuşurken samimi olduğunu ve sana inanmamız gerektiğini söylüyorsun, oysa o dönemde senin sözde eylemsizlik ilan ettiğin bir süreçti ve senin örgütün silahsız ve memleketlerine gitmekte olan 33 evladımızı kurşuna dizerek şehit etti. Saldırının alçaklığı bir yana, senin ve örgütünün eylemsizlik aldatmacası yoluna başvurmanız da bir o kadar iğrençtir. Peki neden böyle bir yola tevessül ettin?

Cevap: "Size tüm içtenliğimle söylemek isterim ki, bu çok talihsiz bir olaydır. Ateşkes ilan ettiğimiz sürece denk gelmesi de ayrı bir olumsuzluktur. Bingöl ilinde 33 askerin vurulması ateşkese indirilen en büyük darbe olmuştur. Bu olayı gerçekleştiren Diyarbakır bölgesi sorumlusu Parmaksız Zeki kod Şemdin SAKIK'tır. Bir silahlı çatışmada 16 örgüt mensubunun öldürülmesi üzerine bu eylemi misilleme olarak yapmıştır. Yani bu konuda benim direk talimatım yoktur. Sadece üzerinize gelirlerse öz savunma hakkınızı kullanırsınız demiştim." dedi.

Ben 1993 yılında Bitlis'te görevli idim. Çatışmalar, eylemler yoğun olarak devam ediyordu.

Apo, Mardin Eyalet Sorumlusu Felat (kod) Mehmet Azaydın adlı teröristle yaptığı telefon konuşmasında, "Çizgiyi biraz oturtmamız lazım, bir de bu operasyonlar filan oluyor sonra, bu ateşkes hikâye, bunların böyle aldırış ettiği bir şey yok, gelişme adına ne varsa yapılır" diyordu.

Ama şimdi çok daha iyi anlıyorum ki, o zamanın askeri ve sivil yönetici kadrosu bu sözde ateşkes oyununa yatmışlardı. Operasyonların hemen hemen durma noktasına geldiği, terör örgütünün toparlanmak adına zaman kazandığı, hazırlıklarını tamamladığı bir anda Bingöl'de, izne giden 33 silahsız erimizin kahpece katledildikleri haberi geldi. Terör tehditi yok edilmeden gevşemenin bedeliydi bu."

'Avrupa'ya uyuşturucu sevk ettiklerini biliyorum'

"PKK terör örgütünün dünya uyuşturucu ticaretinde oldukça önemli bir yeri var, bunu herkes biliyor, sen ne diyorsun?" diye sordum. Önce, "Ben uyuşturucuya karşıyım, böyle bir talimat vermedim" gibi kör göze parmak sokar bir cevapla inkâr etti. "Elimizde birçok rapor, ifade ve delil var. Ayrıca İngiltere- Fransa arasında bulunan ve karapara aklama cenneti olarak da bilinen Jarsey Adası'nda, 1995 yılı içerisinde PKK terör örgütü tarafından 'Kürt Kredi Vakfı' adında bir vakıf tesis edildi. Bu vakıf oluşumunu MED televizyonunda görevli PKK ajanları yönetti ve MED TV uyuşturucu parası ile finanse edildi" deyince şöyle cevap verdi:

"Örgütün yaşaması için finans konusu hayati önemdedir. Özellikle Avrupa'da halkın yardımı ve bizim yaptığımız küçük çapta ticaret vardır, ama bunlar yetmemektedir. Uyuşturucuya kişisel olarak karşıyım, ama başta kardeşim olmak üzere bazı kadroların İran-Zağnos ve Romanya üzerinden Avrupa'ya uyuşturucu sevk ettiklerini ve örgüte para temin ettiklerini biliyorum, hatta yapmayın diye de tembihlerde bulundum, ama kâr etmedi" dedi.

Gülümsedim ve ona: "PKK terör örgütünün acımasızlığı ile ün yapmış elebaşı olacaksın ve senin talimatın olmadan, hatta yapmayın demene rağmen kadroların uyuşturucu ticareti yapacak, biz de buna inanacağız" dedim. Başını önüne eğdi.. Sustu"