Sosyal mesafeden röportajlarımda bugünkü konuğum Sevgili Afşin Kum. İçinde bulunduğumuz süreçte akla gelen isimlerden biriydi, çünkü ilk romanı Sıcak Kafa, abukluk hastalığı salgınını konu ediniyordu. Yakın bir zamanda ise Kübra adını verdiği romanını okuruyla buluşturdu. Romanlarını, yazarlığını sordum, samimiyetle yanıtladı. Yazdıklarının bugün yaşanıyor hissiyatı için ise şöyle dedi Kum:
“Sıcak Kafa, bir salgını anlatan bir roman olduğu için ve şu anda bir salgının içine düştüğümüz için, bu soruyla sık sık karşılaşıyorum; ama açıkçası, yazdıklarım gerçek oldu gibi bir hissiyat içinde değilim.”
İşte keyifli röportajımız…
#evdeyimokuyorum
YAZDIKLARIMI OKUYANLAR, BENİMLE TANIŞTIKLARINDA FAZLA NORMAL GELİYORUM
- Afşin Bey merhaba! İlk sorum hep aynı, alacağım cevaplar beni heyecanlandırıyor doğrusu. Kendi gözünden Afşin Kum kimdir? Ulaşılanın dışında, kalemi ve duygularıyla kendini nasıl anlatır?
Yazdıklarımı okuyanlar beni kafalarında eksantrik, uçuk kaçık bir tip olarak canlandırıyorlar anladığım kadarıyla; benimle tanıştıklarında fazla normal geliyorum. Sakin, güler yüzlü, genelde herkesle iyi geçinen, yemeyi, içmeyi, muhabbeti seven, ekseriyetle normal bir insanım. Daha yakından tanıyanlar bazı tuhaf özelliklerime de tanık oluyorlar tabii.
- Yazmaya nasıl başlamıştınız? Yazma rutininiz nedir?
Yazmaya başlamam, yazmayı öğrenmemin hemen akabinde oldu. Yıllar boyu doldurduğum sürüyle defter var; ama başkaları okusun diye yazmaya çok sonraları başladım. Çok belirli bir rutinim olduğu söylenemez. Roman yazarken, kendime ara hedefler koyarak ilerliyorum. Genellikle, her gün, günde birkaç saat yazarak geçirdiğim dönemlerle hiç yazmadan geçirdiğim dönemler birbirini izliyor. Arada uzun duraklama dönemleri yaşanabiliyor. Bu baştan planlanmış bir yöntem değildi; ama bu duraklamaların faydalı olduğunu fark ettim. Bir durup düşünme ve toparlama şansı veriyor. Öykü yazarken ise, çoğu zaman, öyküyü kafamda kelimesi kelimesine kurguladıktan sonra yazmaya geçiyorum. Aslında romanlarda da aynı şeyi yapabilmek isterdim; ama beynin kapasitesi sınırlı maalesef.
YAZDIKLARIM GERÇEK OLDU GİBİ BİR HİSSİYAT İÇİNDE DEĞİLİM
- Malum zor bir süreçten geçiyoruz. Pandemi döneminin özellikle yazarlığınız üzerine etkisi nasıl oldu? Sizi daha çok besledi mi?
Ne yazık ki benim için çok verimli bir dönem değil. Bir yandan edebiyat dışında uğraşmak zorunda olduğum başka sorunların dikkatimi dağıtması yüzünden, belki biraz da salgın ve ev hapsinin yarattığı ruh hali yüzünden, bir erteleme döngüsüne girdim, dişe dokunur hiçbir iş üretemiyorum. Umarım önümüzdeki günlerde biraz daha düzelir.
- Siz aslında ödüllü ilk romanınız Sıcak Kafa’da delilik salgını ile abuklama hastalığı üzerine yazmıştınız. Şimdi ise dünya olarak Koronavirüs ile iki aydır boğuşuyoruz. Romanınızda da karantina olgusu vardı. Orada virüs konuşmayla bulaşıyordu, konuşulmuyordu; şimdi ise, insanlar birbirine temas edemiyor. İkisinde de bir sosyal mesafe söz konusu. Okuduğumuz, yazdığımız kitapların gerçek olma ihtimaliyle yüz yüzeymişiz gibi hissettiniz mi?
Sıcak Kafa, bir salgını anlatan bir roman olduğu için ve şu anda bir salgının içine düştüğümüz için, bu soruyla sık sık karşılaşıyorum; ama açıkçası, yazdıklarım gerçek oldu gibi bir hissiyat içinde değilim. Sıcak Kafa’da konuşmayla bulaşan bir hastalık anlatılıyordu. Bizim yaşadığımız ise gayet tanıdık bir virüs salgını, yalnız bulaşma hızı ve ölüm oranları yüzünden öncekilerin hepsini aşan bir etki yarattı. Öte yandan, salgın ortamı, Sıcak Kafa’da anlatılana benzer sözel virüslerin de yayılmasına uygun ortam hazırlaması açısından ilginç. Sık sık, büyük planı gören birilerinin komplo teorilerine, Tanrı’nın bizi şu ya da bu için cezalandırdığına kanaat getirenlere ya da salgının suçunu birilerinin üstüne atmaya çalışan ırkçı ve nefret içerikli metinlere denk gelebiliyoruz. Bunlar da virüsle birlikte, virüs gibi yayılıyor. Bunlar, Sıcak Kafa’daki sözel virüse, Koronavirüsünden daha çok benziyor.
KÜBRA, SANIRIM BİLİMKURGU DEYİNCE ÇOĞU İNSANIN AKLINA GELEN ŞEYE PEK BENZEMİYOR
- Elbette Sıcak Kafa’dan da konuşacağız; ama son romanınız Kübra yollarımızı kesiştirdi. Delilik salgını konulu Sıcak Kafa’dan sonra, yapay zekâyı işlediğiniz Kübra! Kübra’nın roman olarak türünü nasıl değerlendirmeli? Aslında bunu iki kitabınız için de sormalı! Sadece bilimkurgu demek yeter mi?
Kitaba bir tür etiketi koymak, okura fikir vermek için yararlı; ama bir yandan da sakıncalı. Çünkü Kübra, sanırım, bilimkurgu deyince çoğu insanın aklına gelen şeye pek benzemiyor. Henüz var olmayan bir teknolojiyi konu edindiği için bilimkurgu demeliyiz herhalde; ama çok uzak bir teknoloji değil bu. Büyük bir olasılıkla çoğumuz kendi hayat süremiz içinde teknolojinin bu seviyeye geldiğini göreceğiz. Bir yandan da Kübra, günümüzdekinden farklı olmayan bir Türkiye’de, yani şimdi ve burada geçiyor. Dolayısıyla, belki “gerçekçi” demek tam olarak uygun düşmese de, bildiğimiz dünya ve yaşadığımız hayatla ilgili bir hikâye olduğunu söylemek lazım.
- Kapağı ile oldukça dikkatimi çekmişti ve öğrendim ki tasarımı size aitmiş. Bu çizimin kitabı yansıtan hikâyesi nedir?
Çizim, Kübra karakterinin, kitabın 13. bölümünde geçen bir tasvirine dayanıyor. Kitabı yazarken bitmiş halini hayal ediyorsunuz ister istemez. Benim için bu, kapak çizmeyi de kapsıyor. Sonuçta gerçekten kitabın kapağında yer alsın diye değil, yazmak için şevk vermesi için daha çok. Ama doğrusu bu çizim üzerinde bayağı uğraştım, sonuçta kapakta yer almasından mutluyum.
- İki kitabınız arasında bir bağ var gibi hissediyor insan. Aslında tam Kübra yayınlanmışken, Sıcak Kafa’nın da Netflix dizisi olacağı haberini aldık. Belki de o yüzden. Size Kübra’yı yazdıran neydi? Kübra’yı size yazdıran şey ile Sıcak Kafa’yı yazdıran o şey arasında bir bağ var mı?
İkisi tamamen bağımsız hikâyeler olmakla birlikte, her iki kitabı da okuyanlar, aralarında bir tür tematik devamlılık olduğunu fark edeceklerdir. Temelde, dil teması ekseninde bir bağlantı söz konusu diyebiliriz sanırım. Sıcak Kafa’da dil, salgının taşıyıcısı konumunda. Kübra ise, kısa mesajlarla, küçük cümlelerle başlayıp kitlelere yayılan bir hareketi anlatıyor. Salgın hastalık demesek de dil yoluyla bulaşma ve yayılma davranışı açısından benzer. Sıcak Kafa’da sembolik ve alegorik olarak anlatılan durumun daha gerçekçi, ete kemiğe bürünmüş bir örneği olduğu söylenebilir.
İKİ ROMANDA DA ASIL KAYGININ, İNSANLIĞIN KADİM GERÇEKLERİYLE İLGİLİ FİKİR YÜRÜTMEK OLDUĞUNU SÖYLEYEBİLİRİM
- Söz konusu bilimkurgu olduğunda Türk yazarların bu işi pek iyi yapamadığı düşünülür. Sonra siz çıktınız ve çok etkilediniz; şimdi ilk romanınız bir dizi oluyor. Burada zamanın rolü ne sizce? Bir şeyler olurken zamanın bize yeni şeyler taşıması işini, enfes kurgular yapan bir yazar olarak gerçek hayat adına nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bilimkurgu nispeten yeni bir tür; bilimsel gelişmenin hayatı çok hızlı şekilde değiştirmeye başladığı 19. yüzyılda ortaya çıkmış. Dolayısıyla, gelecek tahayyülleri, bilimkurgu edebiyatının ayrılmaz bir parçası. Ama benim için bu türü ilginç kılan, geleceği veya bambaşka bir gerçekliği kurgulamaktan ziyade, yaşadığımız dünyayı ve insanlığın tabiatını kurcalamak için bir alan açması. İki romanda da asıl kaygının zamanı yakalamak veya geleceği görmeye çalışmaktan ziyade, insanlığın kadim gerçekleriyle ilgili fikir yürütmek olduğunu söyleyebilirim.
- İki kitapta da aile teması ve aşk üzerinden ilerliyorsunuz. Dünya edebiyatında bilimkurguda bu olgular ne kadar kullanılıyor? Siz, bu konuları özellikle mi işliyorsunuz?
Aile ve aşk konularına özellikle eğilmek gibi bir düşüncem yoktu. Sanırım iki kitapta da, karakterlerin hayatında tuttukları yer ölçüsünde yerleri var. Sıcak Kafa’da belki aşk biraz daha ön planda, çünkü başkarakter Murat Siyavuş’un temel motivasyonu. Kübra’da da ba karakter Gökhan’ın ailesine ve sevgilisi Merve’yle olan ilişkisine, onun hayatının parçası oldukları için tanık oluyoruz; ama Gökhan’ın motivasyonları açısından biraz geri planda kaldıkları söylenebilir.
- Dünyayı etkisi altına alan virüs, öncesinde ve sonrasında başka felaketler… Ya da bir kitabınız çıkarken diğerinin dizi olacağı haberi… Zaman içinde yaşadıklarımızın dengesi ilginç değil mi?
Evet, 2020 bayağı hızlı girdi. Umarım sonu hayırlı olur.
- Peki yeri gelmişken dizi haberini zaten bekliyor muydunuz? Şimdi kaygılarınız var mı konu ile ilgili?
Dizi için çalışmalar ve görüşmeler iki yıla yakın süredir devam ediyor. Tabii bu işe girişilirken, dünyayı bir salgının altüst edeceği kimsenin aklından geçmemişti. Gerçek salgın, diziye ilgiyi arttırır mı, azaltır mı bilemiyorum. Sıcak Kafa’yı bir hikâye olarak ilginç kılan şey, bir salgını anlatmasından çok o salgının niteliği, yani konuşma yoluyla bulaşan bir hastalıktan kaynaklanması. Dolayısıyla şimdi yaşadığımız şeyle pek de ilgisi yok aslında.
- Kübra da dizi ya da film olur mu dersiniz? Ya da bu yönde bir gelişme var mı?
Evet, olabilir. Henüz niyet seviyesinde bazı fikirler var. Okuyanlardan da bu yönde yorumlar alıyorum. Sıkı kurgulanmış olay örgüsü ve hızlı akan hikâye sanırım okuyanlarda bundan iyi film çıkar fikri oluşturuyor.
GÖKHAN, BİR YAZAR OLARAK ŞEFKATLE YAKLAŞTIĞIM VE OKUYUCUNUN DA HAK VERMESE BİLE ANLAMASINI İSTEDİĞİM BİR KARAKTER
- Yine döndük Kübra’ya. Başkahramanımız Gökhan! Gökhan nasıl bir karakter? Yazarı olarak onu nasıl anlatırsınız?
Biraz basmakalıp olacak; ama Gökhan için ilk söyleyebileceğim şey, temelde iyi biri olduğu. Gelişkin bir ahlak anlayışı var. Aynı zamanda bulunduğu toplum içinde değer verilen, saygı gören, sivrilen biri. Çalışkanlığıyla, güvenilirliğiyle, içinde bulunduğu her topluluğun sözüne en çok itibar edilen kişisi. Hikâye ilerledikçe, Gökhan’ın Kübra tarafından rastgele değil, bütün bu özellikleri nedeniyle seçildiğini görüyoruz. Belki çoğu okuyucu için; dünyaya bakışı, hikâye içinde verdiği kararlar ve izlediği yol açısından kolaylıkla özdeşlik kurulamayabilir; ama bir yazar olarak şefkatle yaklaştığım ve okuyucunun da hak vermese bile anlamasını istediğim bir karakter.
- Peki bu romanda yazarını en çok etkileyen karakter kim, olay ne? Ve tabii neden?
Roman, iki paralel hikâye anlattığı için karakter sayısı fazla. Hepsi üzerine ayrı ayrı düşündüğüm için, anlatsam uzun uzun anlatırım; ama karakterleri ve olayları keşfetmeyi okuyuculara bırakmakta yarar var. Sadece en zevkle yazdığım karakterin Muzaffer Tosköylü olduğunu söyleyebilirim. Karanlık ve karmaşık bir karakter, bayağı mizah malzemesi veren bir tarafı da var.
- Kitabı yazmak için nasıl bir araştırma süreci izlediniz? Konu yapay zekâ, bilinmesi gereken çok şey var gibi…
Bilgisayar mühendisi olduğum için, bizzat yapay zekâ üzerine çalışmıyor olsam da, konuya çok uzak değilim. Yine de güncel gelişmelere hâkim olmak için epey araştırma yaptım. En zorlayıcı tarafı, Kübra’nın dilini kurgulamaktı, çünkü dil kullanımı açısından gelişme aşamasında olan, henüz insan yetkinliğine ulaşmamış bir yapay zekâ söz konusuydu. Biraz tuhaf konuşan, hatta yer yer saçmalayan bir karakter Kübra. Onun doğru tonunu tutturmak bayağı uğraştırdı.
- Kurgularınızda mühendislik eğitimi almış olmanın avantajını yaşıyor musunuz?
Avantaj mıdır bilemiyorum; ama bir etkisi olduğu kesin. Öncelikle, anlatım tarzıma yansıyan bir tarafı olduğunu tahmin ediyorum. Biraz mühendisçe yazıyorum. Soğukkanlı, pek duygusal olmayan; ama oyuncul diyebileceğim bir alan açan bir tarz bu. Kurgu konusunda, özellikle Kübra’da olay örgüsünün kurgulanmasına bir mühendislik projesi gibi yaklaştığım doğru. İç içe geçmiş iki paralel hikâye ve çok sayıda karakter olması, biraz sistematik yaklaşmayı gerektirdi, burada mühendislik bilgilerinden faydalanmış olmam mümkündür.
- Kitap yazıyorsunuz, çizim yapıyorsunuz, sanırım müzikle de ilgileniyorsunuz… Büyüyünce ne olacaksınız? Hangisi daha ağır basıyor?
Müzik yapmaktan en az yazmak kadar zevk ve heyecan duyuyorum; ama çok sınırlı bir kitlem var ne yazık ki. O alanda üzerinde biraz daha çalışıp ortaya çıkarmayı düşündüğüm yarım kalmış çalışmalar var. Çizim konusunda o kadar iddialı değilim; ama belki bazı çizimler, ileride yazmayı düşündüğüm bazı kitapların içinde kendine yer bulabilir.
: Teşekkür ederim.
Afşin Kum: Teşekkür ederim.
Kübra
Afşin Kum
April Yay.
S.: 304
Kitabı satın almak için tıklayınız: kitapyurdu
*
Instagram: biyografivekitap
Daha Fazla Yorum Yükle
0 Yorum Yapılmış