Anne-babasının gözüyle Reha Muhtar..

Reha Muhtar'ın 'Son Mohikanlar' olarak adlandırdığı 50 yıllık evli annesi Ferdane Muhtar'la babası Cemal Muhtar ilk defa kamuoyu önünde....

'Son Mohikanlar'la konuşmayı nihayet başardım. 30 Eylül 2007'de, köşesinde anne ve babasından 'Son Mohikanlar' diye söz eden Reha Muhtar, "Evliliğin yok olmaya yüz tuttuğu bir tarihin 50 yıllık evlilik örnekleri onlar," demişti. Reha Muhtar için annesiyle babası, tehlikeli sularda dolaşmadan, egolarına yenik düşmeden 50 yıllık evliliklerini mutlulukla götürebilmişlerdi... Hatta Muhtar yazısında 'Her şeye rağmen ikimiz' adlı röportaj dizimde konuştuğum çiftlerin hiçbirinin, toplum için ne bir örnek ne de bir rol model olabileceğini iddia etmişti. O günden itibaren Reha Muhtar'ın 'başka bir dönemin insanları' diye anlattığı anne ve babasını merak etmeye başladım. Kendisini defalarca arayıp, 'Son Mohikanlar'la konuşmak istediğimi söyledim. İkna etmek hiç kolay olmadı, itiraf edeyim. Aradan üç ay geçti. Ve nihayet aralık ayının son günü Ferdane ve Cemal Muhtar'la tanışabildim. Boğaz'a bakan şirin evlerinde, onlarla geçirdiğim iki saatin sonunda 'başka bir dönemin insanları' olduklarına artık ikna olmuştum. 'Biz' diye konuşuyor, eleştirirken bile birbirlerini kırmamaya özen gösteriyorlardı. Ferdane Hanım hazırladığı börekler, dolmalar ve keklerle Kutup'la beni çok şımarttı. Tabağımızdakini bitirmeden kalkmamıza izin vermedi! Eşinden iki yaş büyük olan Ferdane Hanım, Türk Dili ve Edebiyatı okumuş. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ödüllendirilerek genç yaşta Bağdat'a Arapça öğrenmeye gönderilmiş. "Yıl 1956'ydı. Laik, Atatürkçü bir kızdım, başımda şapkayla indim uçaktan," diyor Ferdane Muhtar. Bağdat'ta Kerküklü bir Türk olan Cemal Muhtar'la üniversitenin yemekhanesinde tanışır. "Bana çok yardımı oldu, hoş ve alımlıydı," dediği Muhtar'la Kerkük'te nişanlanırlar... Birlikte Ankara'ya taşınırlar. Cemal Muhtar'a iki fakülteden de hocalık teklifi gelmiştir çünkü. Cemal Muhtar, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya ve İlahiyat Fakültesi'nde doktorasını tamamlar. İki fakültede de Osmanlıca ve Arapça dersleri vermeye başlar. 1958 yılında evlenirler, 1959 Temmuz'unda ise oğulları Reha doğar. Ferdane Hanım oğlunu en iyi şekilde yetiştirmek için çalışmayı bırakır. Oğlunu Ankara Koleji'ne gönderir. Reha tek çocuk olduğu için ailenin merkezi haline gelir. Cemal Bey, eşinin bu tutumuna hep karşı çıkar, "Çocuğun üzerine çok düşme," der. Ama Ferdane Hanım için evlilik artık bir nevi oğlu demektir. Yıllar sonra, "Reha'nın üzerine çok düştüm, biraz aksi tesir yaptı. Kaybettim," itirafında bulunan Ferdane Hanım'dan genç annelerin alacağı dersler olduğunu düşünüyorum. Siz bu röportajı okurken onlar, oğullarının kendileri için yaptığı sürprizi yaşıyor olacaklar. Pasaportlarını alıp ortadan kaybolan Reha Muhtar, annesiyle babasını nereye götüreceğini sadece kendisi biliyor! Her şeye rağmen beraber olabilmek için bir rol modeli aramaktansa, yanı başımızdaki Son Mohikanlar'dan bir şeyler öğrenemez miyiz acaba?

d
CEMAL MUHTAR:
* Reha Beşiktaşlı olduğu için Ferdane de koyu Beşiktaşlı oldu.
* Ferdane çok acelecidir. Karadenizliliğinden geliyor. Düğmeye bastı mı o iş mutlaka olacak!
* Ferdane çok iyi bir aşçıdır. Ben bamyasını, Reha karnıyarığını sever.
* Ferdane Reha'nın üstüne çok düştü. Bunu hiç tasvip etmedim.
* Reha sırlarını, annesinden ziyade benimle paylaşır.

FERDANE MUHTAR:
* Reha benim için Cemal'den önce gelir.
* Reha'nın üstüne çok düştüm, biraz ters tepki yaptı.
* Cemal inatçıdır. Reha'da da vardır bu huy. Emekli oldu, evde oturdu, evde kadın işlerine karışmaya başladı.
* Gelin adaylarını hep başımın üstüne koydum. Hâlâ da koyarım. Yeter ki Reha'yla mutlu olsunlar. Para pul hiç önemli değil.
*Ayşe Nazlı beni babaanne, Cemal'i de dede diye çağırır.

- 50 yıl beraber kalmanın sırrı nedir?
- F.M: Evlenir evlenmez bir sene sonra çocuğumuz oldu. 50 yıllık mutluluğumuzun sırrı, bizim için oğlumuz Reha'dır. Ona dört elle sarıldık. Ayasofya Kütüphanesi'nde müdürdüm. Reha'yı iyi yetiştirmek için işten ayrıldım. O zaman kreşler yok. Köyden gelmiş, kirli, paslı hizmetçiler vardı. Cemal'le uzun uzun düşündük, Reha'yı onlara emanet edemedik. Çocuğumu iyi yetiştirmek istiyordum. Reha 20'li yaşlarına gelince çalışma hayatına geri döndüm. ODTÜ'de Türk Dili ve Edebiyatı dersi verdim.

- Oğlunuzun doğduğu güne dair ne hatırlıyorsunuz?
- F.M: Trabzonluyum ama İstanbul'da büyüdüm. Doğumumu İstanbul'da yapmak istedim. 21 Temmuz 1959'da Amerikan Hastanesi'nde dünyaya geldi Reha. Aileleri bağlayan çocuklardır. Biz de aile mutluluğumuzu Reha'nın üzerine kurduk.
- C.M: Mazbut bir aile hayatı yaşadık. Hâlâ da öyleyiz.
- F.M: Cemal ağzına içki, sigara koymaz mesela. Çocuğumuzu medeni yetiştirdik. Laik, Atatürkçü'dür.
- C.M: Size enteresan bir şey anlatayım, Tuluhan kızım. Sene 1938, Kerkük'te ilkokul birinci sınıftayım. Eve geldim, baktım duvarda asılı Atatürk resmimizin üzerine siyah örtü örtmüşler. "Ne oldu?" dedim. "Mustafa Kemal Paşa ölmüş," dediler. 40 gün o siyah bez Atatürk'ün üstünde kaldı. Babam bir Osmanlı beyefendisiydi, gülmezdi, şakalaşmazdı. Aramıza her zaman mesafe koyardı. Bir gün geldi, cebinden bir kağıt çıkardı, "Al bakalım bunu oku," dedi. Eski Osmanlıca yazılmış. "Korkma, sönmez bu şafaklarda..." diye başlayan İstiklal Marşı, Kerkük'te elden ele gizlice dolaşıyordu. İlk kez babamın göz yaşlarının aktığını o zaman gördüm.

- Duygularını göstermeyen bir babanın oğlu olarak, kendi oğlunuza nasıl davrandınız hayatınız boyunca?
- C.M: Babamın bir defa bile beni öptüğünü görmedim. Bu yüzden kendi oğluma babam gibi davranmadım hiç. Babamın duygularını göstermemesi beni hep üzmüştür. Bu yüzden Reha'ya sarıldım, öptüm, hâlâ da öperim. Her şeyi konuşuruz, her şeyi anlatırız birbirimize. Sırlarını annesinden ziyade benimle paylaşır.
- F.M: Oğlum mutlu olunca ben de mutlu oluyorum. Reha benim için Cemal'den önce gelir! Her gece ona dua ederim. Vazifesiyle ilgili konuşmamızı istemez hiç.
- C.M: İstanbul'da Bostancı'da oturuyorduk. Evimiz de çok güzeldi, bu yalıyı almış, "Gözümün önünde olmanızı istiyorum," dedi. Yanına geldik.
- F.M: Reha'nın yanına sekiz sene önce taşındık. Denizi çok sever. Bu güzel manzaralı evi bize verdi, o da alttaki yalıda oturuyor. Yan yana olduğumuz halde haftada bir veya iki gün görüşüyoruz.

- Reha Muhtar nasıl bir çocuktu?
- C.M: Bir yaşına kadar hiç ağladığını görmedim. Hatta liseye kadar çok uysaldı. Lisede yavaş yavaş isyan etmeye başladı.
- F.M: Siyasal Bilgiler, Basın Yayın'ın ikinci sınıfına geçerken o yaz Cambridge'e gönderdik, İngilizcesini ilerletmesi için. İkinci sınıftan üçe geçerken Paris'e gönderdik, Fransızcasını ilerletsin diye. Üniversite son sınıfta Berlin'e gitti. Her yazı değerlendirildi. Maddi, manevi destek olduk. Ankara Koleji'nde okuması için de ben ısrar ettim. Küçükken öğrenilen yabancı dil insanın ana lisanı gibi oluyor. Her zaman kendimde bu eksikliği hissetmiştim. Bu çalışkanlığıma rağmen Trabzon'da devlet lisesinde okumuştum.

- Bu yıl evliliğinizin 50. yıldönümünü kutlayacaksınız. Oğlunuzdan hediye olarak ne istersiniz?
- C.M: Evlenmesini çok arzu ediyoruz. Yalnız Reha'yla evlenen hanım çok fedakâr olmalı. Reha çok çabuk öfkelenir ama yarım saat sonra hiçbir şeyi kalmaz, unutur, gider.
- F.M: Bir gün geldi, karşımıza oturdu, "Sizlerden çok iyi şeyler öğrendim. Fakat baba senden öyle bir şey öğrendim ki, ömrümün sonuna kadar sana minnettar kalacağım. Dürüstlük!" dedi. Onun için Reha'yı yıkamadılar.
- C.M: Reha çok duygusaldır, bana benzer.

- Ferdane Hanım, Cemal Bey size hiç hoş sürprizler yaptı mı evliliğinizde?
- FM: Böyle bir yetişme tarzı yok Cemal'in. Kerkük'te ayrı bir kültür var. Daha ciddiler, kadınlara daha mesafeliler. Kadınlara önem veren yoktur oralarda. Ama Cemal farklıydı onlardan.
- C.M: Karımın başını hiç örttürmedim.
- F.M: 1957 yılında Bağdat'a gittiğimde başım açıktı, şapkam vardı. Laik bir genç kızdım. Ben örter miyim zaten başımı?
- C.M: İki taraf da fazla üzerine gitti bu meselenin. Etkiye tepki oldu. İlk başörtü meselesi ben Ankara'da İlahiyat Fakültesi'nde hocayken başladı. Ali Babacan'ın halası benim talebemdi. İlk o başlattı. Rahmetli Bahriye Üçok oda arkadaşımdı, karşı koydular. Bir kız başını örtmek isterken buna çok tepki verince kızların yüzde 80'i başını örtmeye başladı.

- Pişmanlıklarınız var mı hayatla ilgili?
- F.M: Bütün hayatımı Reha'ya verdim. O iyi yetişsin diye işimi bıraktım. Bir ateşlense, sabaha kadar uyuyamazdım. Otoriter olan bendim, şımartan Cemal. Yanlış şeyler yapmışım, çok üstüne düşmüşüm, o bakımdan beni suçluyor. Reha iyi yetişsin diye bazı şeylerde yanlışlıklar yapmış olabilirim. İsterdim ki her şeyi öğrensin, alsın, daha iyi yetişsin. Birlikte matematik çalışırdık, çok hırslıydı. Daima öne geçmek gibi bir huyu vardı.
- C.M: Reha'nın üzerine düştüğü için Ferdane'yi hiç tasvip etmedim. Biraz rahat bırakmak lazım. Bu doğru değil, nitekim hâlâ Reha annesinden şikâyetçi, bana daha düşkün, benimle daha rahat.
- F.M: Ben kaybettim. Yeni evlilere söylüyorum artık "Çocuklarınızı rahat bırakın," diye. Ben yapamadım. O dışarı çıkmasın diye arkadaşlarını bize çağırırdım. Yetişme çağında başına bir şey gelmesin diye üzerine çok düştüm.

- Oğlunuzun gazeteci olmasını onayladınız mı?
- C.M: Reha'nın gazeteci olmasını hiç istemedim. Ya hariciyeci olsun ya da eczacı olsun istedim. Hatta üniversitedeki hocaları okula asistan olmasını istemişlerdi. Reha kafasının dikine gitti.
- F.M: Mesleğiyle ilgili hiçbir şeyi konuşmamızı istemez. Onun işlerine karışmamıza kızar.

- Show TV'de reyting rekorları kıran ana haber bültenini sunduğu dönemlerde oğlunuzu seyrederken ne düşünürdünüz, aranızda ne konuşurdunuz?
- C.M: Gurur duyuyorduk ama oğlumuzu eleştirdiğimiz zamanlar da çok oldu. Reha habere magazin getirdi. Ondan önce haber bültenlerinde magazin yoktu. Önce benimsemedik, bize de ters geldi. "Daha cidi konular koysan daha iyi olur, bana ters geliyor," dedim. Güldü, bildiğini okudu. Devrim yarattı.
- F.M: Başarılı olduktan sonra hepsi Reha'nın üzerine hücum etti. Reha dürüstlüğü sayesinde yıkılmadı. Reha korkusuzdur.
- C.M: Olaylardan sonra sinirleri bozuldu. Biz de televizyondan biraz uzaklaşmasını istedik. Yakın zamanda da arabamızın üç lastiğini birden patlattılar.
- F.M: Şimdi mesela kadınlar hakkında yazıyor. Çok derinlere falan giriyor. Kadınlar hakkında yazdığı yazılardan pek hazzetmiyorum. "Sen bilgili, kültürlü bir çocuksun, bunca sene okudun. Böyle basit şeyler yazma," diyorum. "Memleketin hayrına yaz," diyorum. Politika yazsın, gericilere karşı yazılar yazsın istiyorum.

Reha Muhtar'ın annesi ve babası olmak
- Reha Muhtar sizinle ilgili çok güzel bir yazı yazdı, "Son Mohikanlar" diye...
- C.M: Yazılar yazar, sürprizler hazırlar. Yılbaşını beraber geçireceğiz, nereye götürecek bizi bilmiyoruz. Mazbut bir aile hayatımız oldu her zaman. Küçük şeylerle mutlu olmayı bildik. Ama ölmeden önce Reha'dan, kanımızdan bir torun istiyoruz.

- Reha Muhtar'ın annesiyle babası olmak hayatınızı kolaylaştırıyor mu?
- C.M: Bazen kolaylaştırıyor, bazen de zorlaştırıyor.
- F.M: Reha Muhtar'ın evi olduğunu öğrenen bir tamirci, elektrikçi bire üç fiyat çıkarıyor. Reha'nın annesi olduğumu bilseler hemen pahalıya mal veriyorlar pazarda, çarşıda. Bu yüzden annesibabası olduğumuzu çok söylemiyoruz. Ama doktorlara gittiğimizde, sağlık problemlerimiz olduğunda hayatımızı kolaylaştırıyor.
- C.M: Bir sefer arabayla bir yere gidiyoruz, kestirmeden geçelim dedik, Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'nin içinden geçeceğiz. Adam "Geçemezsiniz," dedi. "Marmara İlahiyat Fakültesi'nden emekliyim, profesörüm," dedim, "Geçemezsiniz," dedi. "Dekan yardımcısı ahbabımdır, bir telefon edeyim," dedim. "Onu da yapamazsınız," dedi. Hanım, "Biz Reha Muhtar'ın annesiyle babasıyız," deyince, "Niçin söylemiyorsunuz, geçsenize, buyurun," dedi.
- C.M: Oğlumla gurur duyuyorum ama 46 sene emek vermiş bir profesör olarak önemsenmemek üzüyor beni.
- F.M: Cemal çocukken bile Reha'yı kıskanırdı. Daha doğrusu benim ona olan ilgimi kıskanırdı.
- Cemal Bey hiç çapkınlık yapmayı aklınızdan geçirmediniz mi?
- C.M: Gençtim, yakışıklıydım. 28 yaşında Ankara İlahiyat Fakültesi'nde hocalığa başladım. 31 yaşında Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde 17 sene sürecek Arapça dersi verdim. Benim yuvam vardır, kariyerim vardır diye bana kur yapan öğrencilerimi geçiştirdim. Babam anneme çok sadıktı. Ben de bu sadakatimi eşime karşı sürdürdüm, aile olmak budur. Karı koca fedakârlık yapmazsa, bu müessese yürümez. Fakültede talebelerime de söylerdim, "Fedakârlığı göze almazsanız, karşı tarafın canını sakın yakmayın," derdim. Hayat yolu hep güllerle dolu değildir, dikenleri de vardır. Evlilik de böyledir.

- Ferdane Hanım, 50 yıl içinde hiç Cemal Bey'den sıkıldığınız zamanlar olmadı mı?
-F.M: Biz ayrı dünyaların insanlarıydık, ayrı örf ve ananelerle yetiştirilmiştik. Erkek çocuklur Kerkük'te çok kıymetlidir. Aileye bakmakla yükümlüdürler. Cemal de öyleydi. Evle, çocukla ilgili her işi ben üstlendim. Aramızda yaşadığımız zorlukları iyilikle hallettik. Ona daima nasihat ettim.

- Birlikte atlattığınız zor dönemler oldu mu? Nasıl destek oldunuz birbirinize? Kim daha çok fedakârlık yaptı?
- F.M: 1975 yılında meme kanseri ameliyatı oldum, Ankara'da bir mememi aldılar. Cemal yanımdan hiç ayrılmadı, Reha'dan sakladık önce.
- C.M: Hâlâ etkisini üzerimden atamamışımdır. Çok üzüldüm, mahvoldum. Ferdane metanetliydi. Reha küçüktü. Ameliyattan birkaç gün sonra söyledik ona.
- F.M: Altı sene önce mesane ameliyatı oldum. Bu kadar ağır şeyler geçirdim, ölümlerden döndüm ama hayata hep iki elle sarıldım. Her şeyi toleransla, sabırla karşıladım.

- Reha Muhtar tek çocuğunuz, "Mutluluğumuzu oğlumuz üzerine kurduk," diyorsunuz. "Torun istiyoruz," diye sıkıştırır mısınız bazen oğlunuzu?
- C.M: Zaten tek üzüntümüz bir torunumuzun olmaması. Kendi kanımızdan bir torunumuz olsun çok istiyoruz. Bu koskoca evde bahçede koşuşturan iki torunumuz olsa fena mı olurdu?
- F.M: Fakülte üçüncü sınıftayken bir evlilik yaptı. İleride mutsuz olmaması için bu evliliği onayladık. Çok iyi bir kızdı. Kavgacı değildi, sessiz, sakindi. Sevim İzmirliydi. Feministti, koyu ama... "Çocuk yapmam, bakamam," dedi. "Ev işinden nefret ederim," derdi, başka hiçbir kusuru yoktu. "Biz bakarız," dedim, "Terbiyesi bozulur," dedi. Bu evlilik üç buçuk sene sonra bitti.

- Sizinki gibi mutlu bir evlilik yapmasını ister miydiniz oğlunuzun?
- F.M: İyi, kötü günümüzde beraber olmak; hastalıkta, ameliyatlarda, ne kadar mühim.
- C.M: Eş, yaşlılıkta çok mühim. Allah razı olsun Ferdane her şeyi yapar. Çok güzel yemek yapar, evi çekip çevirir. Reha'nın köpeğine de Ferdane bakıyor.
- F.M: Reha'ya önceleri sevdiği yemekleri yapıyordum ama şimdi istemiyor, daha çok dışardan yiyor.

- Oğlunuzun bütün kız arkadaşlarıyla tanıştınız mı? Onlarla ilgili düşüncelerinizi sorar mı? Danışır mı size?
- C.M: Ciddi olduğu kız arkadaşlarıyla tanıştırır bizi. Biri eşiydi, onun dışında Nilüfer'le, Mehveş (Emeç)'le, Gülşen'le tanıştırdı bizi.
- F.M: Mehveş çok sevdiğim birisiydi ama kısmet olmadı. Büyükada'da bir evimiz var bizim. Mehveş çok sevmişti. Hatta üst balkona bayılmıştı. "Size bu evi bırakır, biz Bayramoğlu'ndaki yazlığa gideriz. Reha sana bir küçük piyano da alır," demiştim. Reha oradan hemen "Niye küçük alıyorum, en iyisini alırım," demişti. Çok mutlu olmuştum. Sonra ne oldu bilmiyorum. Mehveş'in her şeyi fevkaladeydi ama çok kıskançtı. Nilüfer'i çok severim. Hâlâ görüşüyoruz.

- Bir torununuz var aslında: Ayşe Nazlı. Sık sık görür müsünüz Ayşe Nazlı'yı?
- F.M: Her pazar günü yemeğe Ayşe Nazlı'yla gidiyoruz. O da bizim artık evladımız oldu. Çok seviyoruz. İyi yetişti, tenise gidiyor, piyano çalıyor, zeki, hazır cevap. Beni babaanne, Cemal'i dede olarak çağırıyor. Cemal'i daha çok seviyor. Halbuki Ayşe Nazlı benden ne isterse onu alıyorum ama Reha'ya çok düşkün olduğumu anlıyor, Reha'dan kıskanıyor beni. Hemen Reha'nın üstüne atlıyor, "Babam babam," diye sarılıyor, öpüyor...