O sahneyi çekmemek için evlendi

Birkaç hafta önceydi, üç-beş gazeteye arka arkaya bakığınızda o saçlar kadrajlarından taşıyor, yan haberlere sarkıyor, bütün sayfayı dolduruyor, odanıza güneş doğuyor gibiydi. Ahu Tuğba, imalat olmasa bile tipten 80 model altın renkli bir mayo giymiş, parlayarak ayrıca gözleri kamaştırıyordu. Bir klipte mi oynayacakmış, yıllar sonra mayo mu giymiş, vah artık 50 miymiş... Bunlar tali meseleler olarak kalmıştı. Adları asla akılda birikmeyen ama verdikleri kurulu, sıvılı derslerle, yavuklu İbrahim Tatlıses'in gözüne girebilmek için Ahu Hanım'ın ojeli tırnaklarını kesişi gibi sahnelerle bilinçaltlarını kendilerine yurt edinmiş filmler birer birer gözümüzün önünden geçmeye başlamıştı bile.

SEKSENLERİN AHU'SU


2009'LARIN AHU'SU


Buluşma sabahı için "Yine de bir alolaşalım hayatım" demişti Ahu Tuğba. İki arama, bir mesaj; tık yok... İşin rengi çalan telefonun öbür tarafında ağlayan bir Ahu Tuğba bulmamla ortaya çıktı. Yine bizim de buluşmayı planladığımız Levent'e gidiyordu ama bu kez Levent Camii'ne... "O evlendiğim ilk adamdı" diye ağlıyordu; kalp krizi... Ortaokulda elini ilk tutmasıyla âşık olduğu adam Mustafa Ulusoy. Sonra ikinci kez buluştuğumuzda anlatacak: "O beni ilk öpendi, genç kızlıktan kadın sınıfına sokandı."
Yedi kez evlenip boşanan bir kadın; sadece ilki hatırlanır gibi geliyor insana. Zaten biraz öyleymiş. Bir de özel zevkinden bahsediyor, eşlerine 'Seni seviyorum' deyip sonradan ortadan toz olmak. "Neden yapıyorsunuz bunu erkeklere?" diye soruyorum. Laf yine ilk eşe, bir de babasına geliyor. Babasını anmadığı söyleşisi yok gibi zaten Tuğba'nın.

MASTÜRBASYON SAHNESİ ÇEKMEMEK İÇİN EVLENDİ
İlk kocasının gerçekten tesiri büyük hayatında, çünkü bütün bu film, sahne mahne işlerine girmesinin sebebi onun tarafından şöhretlerle aldatılması... Bir insanın hayatı bu kadar benzer mi oynadığı filmlere... 'İnanç hislerini' kaybetmesiyle o aşktan sonra hiç sevmemiş, "Sonrakilere alıştım sadece, hiç sevemedim. Hizmetçine de alışıyorsun, şoförüne de. Sevmek başka" diyor...
Hayatta tek pişmanlığı kızının babasına da aynısını yapmış olmak; kocaları arasında bir tek onun hakkını teslim ediyor. Diğerleri için belirsiz öznelerle, hafiften de sinirlenerek 'Sen beni nereden aldın ki zaten', 'Sen neyinle bana hakaret ediyorsun' türünden söylenmeye başlıyor. Nasıl hakaret olayları yaşandıysa artık; bir şöhretle yaşamak zor. O yüzden de nerede trak, orada 'Arrivederci!'... Böyle diyormuş gerçekten; arrivederci.

KOCAMDAN İZİN AL
Hangisi olduğunu bilmiyorum, muhtemelen o da tam hatırlamıyor, mesela bir evliliğini sadece önerilen bir senaryodaki mastürbasyon sahnesi için yapmış. Tabii o kritik sahneyi mastürbasyon değil, 'Hülya Avşar'ın o filmde yaptığından' şeklinde kodluyor. Senaryoyu okuyor, ne diyeceğini bilemiyor, gidip hemen evleniyor. Yeter ki yönetmene 'Kocamdan izin al' diyebilsin. Dönemin raconu mu, Ahu Tuğba kanunu mu?

28 YILIN HER GÜNÜ
Buluşma adresimiz ilk sözleştiğimiz yer. "Levent'te Sadık'a gelsene canım" dediğinde, 'Sadık'lı bir soru cümlesiyle kalakalmıştım normal olarak. "Kuaför. Levent Çarşı'da kime sorsan gösterir..." demişti. Önce bir Google'a sorsak... Memlekette ilk saç kaynağını yapan kuaför; bolca magazin haberinde ismi zikredilmiş. Doğru Sadık bu.

Bir apartmanın alt katında, küçük bir bahçesi olan gayet mütevazı bir mahalle kuaförü havasında... Duvarlarda sararmış gazetelerden kupürler kolajlanmış: Ahu Tuğba saçını sarıya boyatmış, Harika Avcı bilmem ne yaptırmış, Hande Ataizi borç takmış, bilmem kim hayırsızmış...

7 KOCA BOŞADIM BİR ONU BOŞAYAMADIM
Tek aynalık küçük bir odada Ahu Tuğba'yı saçları çoktan tostlanmış, kabartılmış buluyoruz. İlk kez ortaokul sularında bir arkadaşı getirmiş onu Sadık'a. Annesinin kovalamasına neden olacak ilk makyaj da buradan. Şurası kati ve Guinness'lik muhtemelen ki, 28 yıldır kesintisiz her gün Sadık'ta. Minimum bir saat geçirse bile nasıl bir yekûn bu?

Sonra filmlerinde, gazinolarında da hep yanında. Sadık Bey, Rizelilere mahsus dip sesli r'leriyle, gülerek anlatıyor Tuğba'nın ayıyla sahneye çıktığı zamanları, bir arabaya doluşmalarını. Zaten kocaları ne kelime, Tuğba'nın hayatına dair bilmediği şey yok. "Yedi koca boşadım, bir tek onu boşayamıyorum" diyor Ahu Tuğba.

"Saçlarınız hep böyle kocaman olsun, görkemli olsun, oradan buradan fışkırsın, çok hoşunuza gidiyor değil mi?" diyorum. Artık saçtan konuşmamak olanaksız gibi. "E, seviyorum, Aslan burcuyum. Eskiden dört kafalık saç vardı, bu kadar kaldı. Bir kere kaynak yaptırdım. Sonra da Paris'e gitmiştim, orada çözemediler, kafamı sıfıra vurdurtturdum döndüm. Onun dışında hep kendi saçım. Bir de bu klipten sonra '80'ler imajını koruyalım' dediler, yoksa düz daha fazla seviyorum" diyor.

80 RUHUNU ÖZÜMSEMİŞ
Bir yandan da bu, 80'ler imajını korumak o kadar kolay ki onun için. Mesela üzerindeki bu elbise, bu topuklu ayakkabılar bugün nereden satın alınır bilmiyorum. Boy boy fotoğraflarını gördüğümüz İztuzu Plajı kadar bikini bölgesi bırakan mayo örneğin, sadece iki buçuk sene önce diktirilmiş.
İnsanın inanası gelmiyor. Üzerine yapışmış 80 ruhundan bahsettiğimde kendisine hiç o gözle bakmadığını söylüyor; hakikaten özümsemiş yani, bir miligram yapıştırma yok.

E kimin fikri bu 'come back'? "Biz Eylül Metin'le biraz çok küstük. Seda Sayan'ın programında olmayacak şeyler söylediydi benim için, halbuki değerli bir dostumdu. Sonra çok özür diledi, 'Televizyon programlarını biliyorsun' dedi, klibi teklif etti. 'Ben klip çekmiyorum' dedim, sonra mesaj attı bana 'Kabul etmezsen kendimi Boğaz Köprüsü'nden atacağım' diye. Ben inandım, ama tabii şaka yapmış. Böylece başladık, dostluğumuz perçinleşti, Seda'ya bir daha çıkıp özür de diledi. İşte 'Mayo giyer misin?' dediler. Ben de neredeyse 11 yıldır basına karşı mayolu poz vermiyorum, yoksa plajda giyiyoruz. Bir de çocuğunuz olduktan sonra..."

1923 DOĞUMLUYUM
Ahu Tuğba'nın yaşı kısmı biraz karışık. İnatla birkaç defa sormama rağmen, sonra hüviyetini göstereceğini söyledi, böyle yaş maş kompleksleri hiç olmadığını gururla yineledi ama rakam telaffuz etmedi niyeyse. 1980'de evlendiğinde 14 yaşındaysa, öyle diyor, o zaman nedir bu gazetelerdeki 'Vay 50'lik Ahu' başlıkları. Zaten 14'ken 16 demeye başladığından, herkesin tersine yaşını büyütmek bir hayat modeli onun için; hatta artık soranlara 1923 doğumlu olduğunu söyleyerek annesini delirtiyormuş. Onu olduğundan yaşlı sanmalarından zevk alıyor; tuhaf...

OBAMA'DAN ERGENEKON'A
Şimdi kızına annesi gibi Hitler'lik yapmadığını söylüyor Ahu Tuğba. Zaten kızının adı geçti mi bir gevşiyor, hatta biraz fazla galiba: "Ne kadar ilginç değil mi? Geçiyor karşınıza kızınız 'Manyak, gerizekâlı' falan diyor, hiç bozulmuyorsunuz. Başkası dese dağıtırsınız ortalığı..." Gerçekten dağıtılır yani...

BAŞKASININ HAYATINI YAŞAMAK
Gazeteci olan kendi annesinin de teşvikiyle çok okuyan bir genç kızmış: "Meydan Larousse'u bilir misin, sayfa sayfa okuyordum ben onu. Zaten Amerikan Kız Koleji'ndeydim. Okuyan eden, başka bir insandım o zaman. Hayal ettiklerim hiç böyle şeyler değildi." Bunları uç uca eklediğinizde neredeyse başkasının hayatını yaşamış bir insan çıkıyor karşınıza. Tam da böyle soruyorum, "Öyle tabii. O yüzden de asla tam mutlu olamadım" diyor. Bir iş kadını olmayı daha yakıştırırmış kendine.

Ahu Tuğba'yla şimdiye kadar yapılmış söyleşilerde güncel politika üzerine bir soru sorulduğuna pek rastlamadım. "Verecek bir cevabınız olmadığını mı düşünüyorlar?" diye soruyorum, nazikçe "Denk gelmemiştir" diyor. Bir dönem Amerika'da da yaşadığından beklenen pası alıp Obama hakkında fikriyatına dokunmak arzusundayım. "O kadar yüzyıldan sonra siyahlar böyle bir şey yaşamalıydı. Tam zamanıydı, ben şahsen sevindim" diyor. Hatta seçim öncesi Obama'nın adaylığı yeni netleştiği dönemlerde bir Amerikalı arkadaşına bu seçimlerde bir adayın da siyah olacağını o söylemiş. Çünkü orada burada gördüğü propaganda afişlerini reklam sanıyormuş kadın. Ahu Hanım bahsettiği şahsın fabrika sahibi bir işkadını olduğunu özellikle belirtiyor, anlatırken neredeyse katılıyor gülmekten, "Yahu bilmiyordu" diye...
TEPEDEKİ DİSKO TOPU
Amerikan seçimleri üzerine muhabbetten gaz alıp Ergenekon'a getiriyorum lafı. Ama işte yakın sulara gelince tıkanıyoruz. 'Her şeyin hayırlısı' minvalinde hiçbir tarafa çekilemeyecek yuvarlamalar sonrasında adını da koyuyor: "Ben sanatçıyım, o kadar da derine dalmayayım..." Mesela makine mühendislerinin, postane memurlarının, vinç operatörlerinin Ergenekon üzerine fikri olabilir ama sanatçıların nedense böyle bir 'derinlik' fobisi var. E, ne yapalım...

AŞK ROMANLARI OKUYOR
Şu sıralar ancak aşk romanları okuyormuş, sinemayı da kızının zorlamasıyla takip ediyor. Son bilet 'Muro'ya kesilmiş; 'Issız Adam' bile yok yani...
Oturuşuna kalkışına, çok sonradan başladığı sigarayı içişine, etraftakilerle muhabbetine, bu naturel ağırlığa bakınca bir sahne geliyor gözümün önüne ister istemez. Yönetmen değişir, kötü yola düşme şekli değişir ama disko sahnesinin trafiği hep aynıdır. Kristal top tepede döner, esas kız ortadadır, nedense herkes esas kıza dönük olarak, sebepsiz bir imrenmeyle bakar. Biri de dansın coşkusuyla istikameti şaşırmaz. Diskosal evrende hayat kristal top kadar esas kızın etrafında döner. İşte bu sanki Ahu Tuğba'ya yapışmış kalmış, tepesinde disko topuyla geziyor.

Bu hissiyatımı paylaştığımda daha çok kendisini güzel bulup bulmama kısmından tartıyor tespitimi. Hiçbir zaman öyle bir güvenle dolaşmamış, farkında bile değilmiş. Asılanı çokmuş ama o ne yapması gerektiğini hep çok iyi bilmiş. Dışarıda böyle dolaştığına bakmamalıymışız. Misal, evde bu aralar pazardan aldığı bosbol penye anneanne geceliklerine takmış. Daha önce hayatında hiç böyle bir şey giymediği için şimdi iyi geliyormuş.
Kristal toplardan, filmlerden konuşacaksak, o filmlerle bir sürü genç kızı kötü yoldan kurtarışları üzerine konuşmak istiyor fazlaca didaktik bir makamdan. Yönetmenlerin bile gerçekte eroin, kokain nasıl olur bilmediğini, her durumda burundan karbonat çektiklerini anlattığı kısımda kendime geliyorum. Sadece gerçeği yansıtmak, her şeyin yolunu yordamını öğrenebilmek adına 'Narkotik'le birlikte çalışırlarmış mesela...

BU YAŞTAN SONRA MEŞHUR MU OLACAĞIM
Hayatta en fazla dostlarıyla kakara kikiri yaparken mutlu olduğunu söylüyor Ahu Tuğba. Zamanında onu çok kullandıklarından, artık gece kulübü işletmeciliği, televizyon kanalı sahipliği falan, geçmiş artık tamamen o durumlardan. "Kriz sizi etkiledi mi?" diye soruyorum, "Bize bir şey olmaz" diyor, zaten onun varlığı aileden geliyormuş, üzerine kendi birikimi...
Sormadan olmayacak, lakin malum sabah programlarında bir ara "Ben onun sanatçılığını değil bayanlığını seviyorum" diyen Meriç Erkan'ın falan adını ağzına almıyor, cümle daha yükleme gelmeden kesiyor. Yeni film? Ağzında lafı geveleyip hakikati en sona saklıyor: "Ay üşeniyorum. Bu yaştan sonra meşhur mu olacağım!" (Radikal Cumartesi / Pınar Öğünç)