Ümit Yenişehirli yazdı: Bugün Dünya Yetimler Günü
Yusuf Balıkçı

İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT), 2013 yılında İstanbul’daki toplantısında, İHH İnsani Yardım Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım’ın önerisi çerçevesinde alınan kararla her yıl Ramazan ayının 15’inci günü Dünya Yetimler Günü olarak ilan edildi.

O tarihten bu yana, her yıl Ramazan ayının 15’inde yetimlere yönelik farkındalığın artması, sorunlarına çözümler üretilmesi için çalışmalar yürütülüyor.

PEYGAMBER EFENDİMİZ DE BİR YETİMDİ

Dr. Hüseyin Ertuç’un “İslam’da Yetimlerin Hukuki Statüsü” (Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S 31, 2009) ve Yrd. Doç. Dr. Ali Can’ın “Kuran’a Göre Yetimlerin Himayesi” (Diyanet Dergisi, Eylül 2016) başlıklı makaleleri ile Mutlu Yuva Derneği’nden Prof. Dr. Mehmet Emin Ay’ın “Peygamberimizin Yetimlere Şefkati" başlıklı yazısında, İslam’ın yetimlerine bakışıyla ilgili kapsamlı bilgiler yer alıyor.

Peygamber Efendimiz (sav), doğumundan evvel babasının vefatı sebebiyle dünyaya yetim olarak gelmişti. Annesiyle birlikte geçirdiği kısacık zaman diliminin ardından altı yaşında da öksüz kalan Resulullah, iki yıl sonra ise dedesini kaybetmişti.

Üst üste en yakınları vefat eden ve böylece derin bir sarsıntı yaşayan Hz. Peygamber’e Allah’ın yardımıyla sahip çıkılmıştı. Nitekim bu durum, Duha Suresi 6’ncı Ayet’te, “O senin yetim olduğunu görüp de sana sahip çıkmadı mı?” şeklinde ifade edilmişti.

Bütün bunlardan dolayı da yetimlik psikolojisini çok iyi bilen Hz. Peygamber, hayatının geri kalanında yetim ve öksüzlere karşı çok özel bir ilgi göstermişti. Kur’an-ı Kerim’in birçok ayeti ve Hz. Peygamberin çok sayıdaki hadisinde, yetimlere iyi davranılması, himaye edilmesi istenmiş, mallarının korunmasına ilişkin hükümler getirilmişti.

CAHİLİYE DEVRİNDE YETİMLİK

Kelime olarak, Arapça “yalnız kalmak” anlamına gelen yeteme / yetim, İslamî ve hukukî ıstılahta ise buluğ çağına ermeden babalarını kaybetmiş, kendileri için çalışıp kazananı olmayan küçük çocuklar için kullanılmıştı.

İslam’ın zuhurundan önce, cahiliye döneminde, yetimler için oldukça zor bir sosyal ortam vardı. Bitmek bilmeyen kabile savaşlarından dolayı çok sayıda çocuk babasız kalmaktaydı. Çocuğun babası zengin bile olsa Arap Yarımadasındaki o günün adet ve geleneğine göre, kızların, eli silah tutmayan çocukların, savaşa katılamayan yaşlıların ve kadınların mirastan pay alma hakları yoktu.

Yine dönemde, yağma yaygındı ve yağma bazen insanları da kapsardı. Malına el konulan kişi öldürülür, çocukları ise köle olarak satılırdı. Yetim, bir ailenin himayesine verilirse o yetimin evde hiç bir hakkı olmaz, sadece ev halkına hizmet ile sorumlu olurdu. Genç yetim kızlar ise ya tecavüze uğrar ya da zorla nikâh altına alınırdı. Bazı yetim kızlar ise mehirsiz bir şekilde evlendirilirdi.

KUR’AN’IN 12 SURESİ İLE 22 AYETİNDE YETİM VAR

Böylesi bir sosyal ortama gelen İslamiyet, yetimlere karşı çok özel hükümleri içermekteydi. Yetimlere yapılan kötülük ve zulümler çok fazla olduğu için bu yanlışların düzeltilmesi bakımından Kur’an’da yetimlerden sıkılıkla bahsedilmişti. Öyle ki, on iki surenin yirmi iki ayetinde, yetimlerden ve onlara yapılan zulümler ile İslam’la bahşedilen haklar konu edilmişti.

İslam’ın; babası, ailesi olmayan, kimsesiz çocukların himaye edilmesine yönelik emir ve tavsiyeleri son derece insancıl, kuşatıcı ve problem çözücü nitelikteydi. Kur’an’da, yetimlere karşı hassas olmaya ilişkin yer alan ayetlerden bazıları şunlardı: “Bir de sana yetimleri soruyorlar. De ki: ‘Onların durumlarını düzeltmek hayırlıdır.” (Bakara, 220), “Öyleyse yetime karşı kahretme, kötü davranma! (Duha, 9), “Yetimlerin haklarını vermekte tam adaleti gözetin. Yaptığınız her iyiliği Allah mutlaka bilir.” (Nisa, 127), “Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır.” (Nisa, 2), “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, aslında karınları dolusu ateş yerler. Onlar yarın, harıl harıl yanan bir ateşe gireceklerdir.” (Nisa, 4)

Hayata gözlerini yetim olarak açmış olan Allah Resulü de, birçok kavli ve fiili hadisinde yetimlere merhametle yaklaşmaktaydı: “Yetime karşı şefkatli bir baba gibi ol!”, “Müslümanlar içinde en hayırlı ev, içinde yetime iyi davranılan evdir; en kötü ev de yetime kötü davranılan evdir.”, “Bir kimse sırf Allah rızası için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap yazılır.”, “Dul kadın ve yetim çocuk ile namaz hususunda Allah’tan korkun!”, Kim yetim çocuğa iyi davranırsa o ve ben Cennet’te beraber bulunacağız.”

İslam devletinin şartları oluştuğunda, kamunun maddi gücünden, yetimlere beşte birlik bir pay ayrılması, ihtiyaçlarının giderilmesi de yaygın bir uygulama olmuştu.

EBU CEHİL’DEN YETİME: “MUHAMMED’E GİT DE SANA YARDIM ETSİN”

İslam yeni yeni neşet ederken, hem müşriklerin geleneksel tutumundan hem de kimi dinî hükümlerin henüz vahyedilmemiş olmasından dolayı yetimlerle ilgili sorunlu örnekler görülebilmekteydi.

Böylesi anekdotlardan birine göre, Ebu Cehil, bir yetimin vasisiydi. Çocuğun bütün malı onun kontrolündeydi, fakat bu maldan yetime hiçbir şey vermiyordu. Bir gün çocuk aç ve çıplak olarak gelmiş, malından biraz istemişti. Ebu Cehil ise çocuğu azarlayarak yanından kovmuş, kovarken de arkadaşlarıyla birlikte alay ederek, “Muhammed’e git de sana yardım etsin.” demişti. Onların bu kötü niyetini anlamayan zavallı çocukcağız da safiyetle Peygamberimizin yanına gelerek halini arz etmişti.

Bunun üzerine Hz. Peygamber, çocuğu yanına alarak Ebu Cehil’in bulunduğu yere gelmiş ve ondan yetimin hakkını vermesini istemişti. Peygamberimizi karşısında gören Ebu Cehil ise hiç itiraz etmeden, tedirgin bir şekilde yetimin malını iade etmişti. İtiraz etmemesine şaşıran arkadaşları bu durumu sorunca Ebu Cehil, “Yanında iki mızrak gördüm. Eğer vermeseydim bana saplanacaktı.” demişti.

Bir başka nakilde anlatılanlara göre de Ensar’dan Sad b. er-Rebî, Uhud’ta şehit düşmüştü. Geride karısı ve iki kızı kalmıştı. Amcaları ise Sad’ın mirasının hepsini alarak, karısına ve çocuklarına hiçbir şey bırakmamışlardı. Sad’ın hanımı da durumu Hz. Peygamber’e şikâyet etmişti. Hz. Peygamber, miras ayetinin nazil olmasından hemen sonra, Sad’ın kardeşine; malın üçte ikisini kızlara, sekizde birini Sad’ın hanımına verip, kalanını kendisine almasını emretmişti.

PEYGAMBER EFENDİMİZİN YETİM ŞEFKÂTİ

O devirdeki savaşlar sonunda şehit düşen Sahabîlerin çocukları yetim kalıyordu. Peygamberimiz, bu çocuklara ayrı bir ilgi gösterir, onları yalnız bırakmaz, ihtiyaçlarını karşılardı. Bazılarını da bizzat kendi himayesine alırdı. Peygamber Efendimizin aile ortamında, çok sayıda yetim yer almış, bu çocuklar öz babalarını aratmayacak bir şefkatle büyümüşlerdi. Hz. Hatice ile evlendiğinde, Hatice validemizin ölen kocasından Hind isminde bir erkek çocuğu vardı. Peygamberimiz o yetime kendi öz çocuğu gibi bakmış, yetiştirmişti. Bu arada, Peygamber Efendimizin mübarek eşleri Hz. Aişe de birçok yetime sahip çıkmıştı.

İSTER MİSİN BEN SENİN BABAN OLAYIM?

Babası Uhud savaşında şehit olan Beşir bin Akrebe’yi ziyaret eden Peygamber Efendimiz, onun ağlaması üzerine bağrına basmış, öpmüş ve başını okşamıştı. Resullulah, sonra da şöyle demişti: “Ağlama yavrum. İster misin, bundan böyle ben senin baban olayım. Aişe de annen olsun?” Beşir bin Akrebe, bunun üzerine sevinçle “Evet isterim” demişti. Hz. Peygamber, Hz. Ümmü Seleme ile evlendiğinde de yanında beş yetimi vardı. Peygamberimiz ona, beraberinde yetim çocukların bulunmasının evlenmesine bir engel olmayacağını söyleyerek kendisine nikâhlamıştı.

Resul-i Ekrem, bir başka olayda da yine yetimleri gözetmişti. Efendimiz, Medine’de Mescid-i Nebevî’nin inşa edileceği arsayı belirlerken, buranın Esad b. Zürare’nin himayesinde bulunan Sehl ve Süheyl adlı iki yetime ait olduğunu öğrenmişti. Yetimler, bu tercihten çok memnun kalıp, arsayı mescit için hibe etmek istemişlerse de Rahmet Peygamberi bunu kabul etmemiş ve arsanın bedelini yetimlere ödemişti. Babasının Mûte savaşında şehit olması sebebiyle yetim kalan Abdullah b. Cafer ise yanındaki birkaç arkadaşıyla beraber pazarda mal satmaya başladığında Hz. Peygamber, onun yanına giderek, “Allah’ım, onun ticaretini bereketli kıl.” diye dua etmişti.