Ümit Yenişehirli yazdı: Diyanet’in 'zorlu' yılları
Yusuf Balıkçı

Camiler ve Din Görevlileri Haftası yarın başlıyor.

Hafta, camilerimiz ve Diyanet camiasına ilişkin farkındalığı artırmak adına yıllardır kutlanmakta.

Diyanet İşleri Başkanlığı, her yıl farklı bir tema belirleyerek hafta etkinliklerini hazırlıyor.

2024 yılının teması ise “Peygamberimiz ve Şahsiyet İnşası” olarak belirlendi. Hafta, camiler ve Diyanet mensuplarına ilişkin kamuoyunun ilgi ve bilgisinin artmasına da katkı yapıyor.

DİYANET KURULDU AMA GÖREV VAKIFLAR’A VERİLDİ

Diyanet İşleri Başkanlığı, 90 bine yakın cami ve 140 bin civarındaki mensubuyla ülke çapında en küçük yerleşim birimine kadar hizmet veriyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın faaliyetleri günümüzde, neredeyse hiç aksamadan sürdürülüyor.

Bu hâl, kanıksamalarımız eşliğinde adeta “kendiliğinden”miş gibi algılanıyor. Üstelik bu işleyiş, belli bir kesimin başta yayın yolu olmak üzere birçok yöntemle sık sık Diyanet’i hedef alıp, yıpratma çabalarına rağmen gerçekleşiyor. Tablo bugün, DİB açısından genel hatlarıyla iyi olsa da kurumun ilk yıllarındaki durum ise hiç ama hiç iç açıcı değildi.

DİB Başkanlık Müşavirlerinden Dr. Mehmet Bulut tarafından, Diyanet İlmî Dergi’de (Sayı 55, Yıl 2019) kaleme alınan “Camiler ve Cami Hizmetlilerinin Evkaf Umum Müdürlüğünce İdaresi (1931-1950)” başlıklı makalede, din hizmetleri alanında Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşanan sorunlar da yer alıyor.

Osmanlı’da ibadet hizmetleri, ağırlıklı olarak cami yaptıranların kurduğu vakıflar aracılığı, bir de yöre insanlarının din görevlilerinin maaş ve barınma ihtiyaçlarını gönüllü olarak karşılamasıyla yerine getiriliyordu.

Şeyhülislamlık makamı ise bütün bu faaliyet ve organizasyonların tepe makamıydı. Milli Mücadele döneminde Şeri’ye ve Evkaf Vekâleti kurulmuş, 1924’te laiklik ilkesinin kabulüyle bu bakanlık kaldırılmış, 3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı kanunla da cami görevlilerinin idaresi, yeni kurulan Diyanet İşleri Reisliği’ne verilmişti.

1931 yılında ise bu görev Evkaf Umum Müdürlüğü’ne (Vakıflar Genel Müdürlüğü) devredilmişti. Yaklaşık 20 yıl süren bu durum, din hizmetlerinin yerine getirilmesinde birçok soruna yol açmıştı.

DİN GÖREVLİLERİ ORTALAMA BİR MEMURUN ÜÇTE BİRİ MAAŞ ALIYORDU

Diyanet İşleri Reisliği döneminde de Evkaf Umum Müdürlüğü döneminde de Diyanet camiasının birçok sorunu vardı. Bu sorunlardan biri de ücretlerin düşüklüğüydü. Meclis’teki görüşmelerin birinde Eskişehir Mebusu Abdullah Azmi Efendi, “Din vazifelerinde ‘hademe-i hayrat’ denilen adamların; imam, müezzin, kayyım gibi cami hizmetlilerinin maaşları azdır. 100 kuruş, 200 kuruş, 300 kuruştan ibarettir. Yani, sair memurun üçte biri derecesindedir. Bu vazifeliler memur yapılmalı, Hazine ile vakıfların gelirleri birleştirilerek maaşları ödenmelidir. Diyanet mensuplarının maaşları Maliye Vekili’nin insafına bırakılmamalıdır.” demişti.

DİYANET MENSUPLARI MEMURDAN SAYILMIYORDU

Hükümet ise Diyanet mensuplarının memur yapılmasına karşı çıkıyor, onlar için “hadem-i hayrat” isim ve statüsünün devamında ısrar ediyordu. Maliye Bakanlığı, imam, müezzin ve kayyımlara maaş vermek istemiyor, bu gideri, yeni dönemde gelirleri ya kesilen ya da çok azalan Vakıflar’ın karşılamasını planlıyordu.

Sonuçta, Diyanet Müşavere Heyeti’nin bütün itirazlarına rağmen hükümetin istediği olacak, sadece il ve ilçe müftüleri ile başkanlıktaki neredeyse bir avuç kadro “memur” kabul edilecek, binlerce din görevlisinin ise devlet ve bütçesi ile zaten az olan statü ve özlük hakları bağı tamamen kopartılacaktı. İdaredeki yaklaşım adeta, “Kontrol ederim ama para vermem.” şeklindeydi.

CAMİLER SATILMAYA BAŞLAYINCA HAYIRSEVERLER HAREKETE GEÇTİ

Diyanet İşleri Reisliği’nin önemli bir sorunu da “ihtiyaç fazlası” camilerin satılması konusu olmuştu. 15 Kasım 1935 tarihli ve 2845 sayılı “Cami ve Mescidlerin Tasnifi Hakkında Kanun”la çok sayıda caminin satılmasının yolu açılmıştı. Aslında kanun metninin ilk halinde “satılır” ibaresi yoktu. Ancak görüşmeler sırasında hükümet, bir madde ile kanun metnine “satılır” kelimesini eklemişti.

Kanunun çıkmasıyla birlikte camilerin satılmaya başlanması üzerine, ibadethanelerin amacı dışında kullanmak için satın alınma işlemlerine şahit olan hayırseverler, ceplerinden yaptıkları harcamalarla bu gidişatı durdurmaya çalışmıştı.

Ülkenin çeşitli yerlerinde bu durumdaki camilere talip olan hayırseverler, camiyi satın aldıktan sonra bir süre ibadete kapalı tutuyor, sonrasında da tekrar aslî hüviyetine döndürüyordu. Vatandaşlar, bu durumdaki camilerde görevlendirdikleri imam ve müezzinlerin maaşlarını da ceplerinden ödüyorlardı.

FAAL CAMİDE KOOPERATİF VE PARTİ TOPLANTILARI

Bu arada; II. Dünya Savaşı yıllarında, artan askerî faaliyetler için yer arayışındaki ordunun, çok sayıda camiyi kullanmak istemesi de bazı bölgelerde vatandaşların zaman zaman, “Cuma namazını kılacak cami kalmadı.” şeklindeki şikâyetlerine konu olmuştu.

Benzer şikâyetler, Toprak Mahsulleri Ofisi’nin hububat depolamak için kimi camileri kullanması üzerine de görülmüştü. Burdur Ulu Camii ile ilgili ise kooperatif ve CHP’in teşkilat toplantılarının yapıldığından bahisle, bu tür faaliyetlerden dolayı caminin sık sık kirlendiği ve temizlik çalışmaları nedeniyle kapalı kaldığı için vatandaşlarca, bu yönde izinlerin verilmemesi talebi yetkililere iletilmişti.

TEKBİR’E, BESMELE’YE, SAKAL-I ŞERİF TÖRENİNE SORUŞTURMA

Tek parti iktidarının, laiklik ilkesini en sekter biçimiyle uygulama ısrarı, camiler ile din görevlileri cephesinde kimi akıl almaz durumları da beraberinde getirmişti. “Cemaate Arapça tekbir aldırmaktan” Savcılıkta hakkında soruşturma açılan Karamürsel Müftüsü Mustafa Asım, ayrıca, camide Sakal-ı Şerif merasimini idare etmekten de suçlanmıştı. Diyanet İşleri Reisliği, mahkemeye gönderdiği mütalaada, “Bu neviden vazifeler müftülerin aslî işlerindendir.” görüşünü dile getirmişti.

Yine aynı yıllarda Acıpayam Cumhuriyet Savcılığı, bayram namazı öncesi vaaz veren Rıza Hafız isimli vaiz hakkında, “vaizlik yetkisi” olmadığı gerekçesiyle soruşturma başlatmıştı. Oysa Rıza Hafız, uzun yıllardır aynı yerde resmi olarak imamlık ve vaizlik yapan birisiydi. İzmir bölgesi gezici vaizi Ali Rıza Hakses ise Menemen Ulu Camii’ndeki bakım ve tadilat çerçevesinde şadırvana yazılan Besmele hattından dolayı, “irticai eylem” gerekçesiyle soruşturmaya maruz kalmıştı.