
Türkiye, sezaryeni tartışıyor. Son yıllarda giderek artan bu doğum yöntemiyle ilgili resmî istatistikler, bilimsel açıklamalar alarm verse de bazı kesimler, kendi tercihlerini dayatmanın, aksi görüşleri ise linçlemenin eğiliminde.
Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu, “Doğal olan, normal doğum. Tıbbî açıdan zorunlu olduğu zaman, tabii ki ameliyat yapılacak. Sezaryen oranı dünyada ortalama yüzde 15’tir. Yani, her 10 doğumdan sadece bir veya ikisidir. Bizde ise her 10 doğumdan 6.1’i sezaryenle oluyor.” diyerek tablodaki çarpıklığı anlatsa da birileri anlamak istemiyor. Bakan Memişoğlu’nun “tıbbi zorunluluk” vurgusu ise sezaryenin aslında hiç de yeni olmayan tarihinde de temel kuraldı.
ANTİK ÇAĞLARDAN BERİ VAR OLAN BİR UYGULAMA
Bebeğin, annenin karın ve rahim duvarı açılarak cerrahî yolla dünyaya getirilmesi işlemi olan sezaryen doğum, sanılanın aksine, tıp tarihinin en eski operasyonlardan birisi. Tarihte, sezaryene ait ilk kayda M.Ö. 2000’li yıllarda Sümerlerde denk gelinmişti. Ayrıca Akad, Hitit, Mısır, Mezopotamya, Yunan ve Roma toplumlarında da nadiren de olsa sezaryen kapsamında değerlendirilebilecek tıbbî operasyonların varlığı bilinmekteydi. Eski çağlarda, sezaryenle ilgili en büyük sorun ise cerrahî, anestezi (uyuşturma) ve antisepsi (enfeksiyondan arındırma) imkânlarının çok yetersiz olmasıydı.
Bu arada, “Tarihte ilk kez Roma İmparatoru Sezar’ın doğumunun bu şekilde gerçekleşmesinden dolayı operasyonun adının sezaryen olduğu” ise sadece bir efsane. Zira o devir şartlarında sezaryen uygulanan bir annenin sağ kalabilmesi imkânsızdı. Oysa Sezar’ın annesi Aurelia Cotta, 20 yaşında yaptığı doğumdan çok sonra, 66 yaşındayken ölmüştü. Yine o dönemde sezaryen sayılabilecek uygulama, çoğunlukla annenin ölümü halinde karnındaki bebeği kurtarmak için yapılan bir tıbbî müdahaleydi.

ESKİ SEZARYENLER KEYFÎ DEĞİL, ZORUNLULUKTANDI
Geçmiş asırlardaki sezaryen uygulamalarıyla bugünkü “keyfî sezaryen” arasındaki en büyük fark ise mecburiyet meselesiydi. Buna göre, zorlu doğumlarda çaresiz kalınması, neredeyse sadece de ölen annenin karnındaki bebeği kurtarmak için bu müdahaleye başvuruluyordu.
Roma hukukunda, “Lex Caesarea” başlığıyla yer alan bir düzenleme vardı. Bu yasayla ölen hamile kadınlardan bebeğin çıkarılmasının mecburiyeti hükme bağlanmıştı. Zaman içerisinde anatomi bilgisinin artması ve cerrahî tekniklerdeki gelişmeler, sezaryenin daha kontrollü bir şekilde yapılmasına imkân sağlamışsa da Avrupa hâlâ bu konuda çok geri durumdaydı. Her halükârda annenin hayatta kalma oranı çok düşüktü.
Batı’daki nadir vakaların birinde; 1500’lü yılların sonunda, İsviçre’de bir köyde yaşayan Jacob Nufer’in, zorlu bir doğum sürecinde olan eşini, kendi imkânlarıyla “ameliyat ettiği” ve hem annenin hem de bebeğin hayatta kaldığı bilgisi de bazı tıp tarihi kitaplarında yer almıştı.

SEZARYEN TEKNİĞİNİ GELİŞTİREN İSLÂM ÂLİMİ EZ-ZEHRAVÎ’YDİ
Orta Çağ’da Batı dünyası, tıp alanında koyu bir cehalet içindeydi. Hastalıklara “kötü ruhlar”ın yol açtığı inancı, kişisel bakım yokluğu, çevredeki hijyen eksikliği, makul tedavi arayışları içinde olanları şeytanî işlerle uğraşma ya da cadılıkla suçlama gibi olgular, asırlarca Avrupa’ya hâkim olmuştu. Böylesi bir ortamda, kadın anatomisine dair fevkalade eksik ve yanlış bilgiler de doğum olayını sorunlu hale getiriyordu. Orta Çağ’daki ortalama bir Avrupalı için doğum, acı dolu mistik bir olaydı, sürece insan dışı kötücül varlıklar karışmaktaydı. Tıpla ilgilenen “uzmanlar”ın da geniş halk yığınlarından fazla bir farkı yoktu.
Her şeye rağmen, tıp camiasının şansı ise aynı dönemde yaşayan İslâm âlimlerinin varlığıydı. Müslüman bilginler, anne, bebek ve doğum konusunda devirlerine göre çok ileri düzeydeydi. Sezaryen konusunda orijinal tıbbî teknikler geliştiren ilk isim ise 10’uncu yüzyılda Endülüs’te yaşayan Ebu’l-Kasım ez-Zehravî’ydi.
Ez-Zehravî, yazdığı Kitab al-Tasrif (Cerrahinin Yöntemleri) isimli kapsamlı eserinin “Kadın Hastalıkları, Ebelik ve Çocuk Hastalıkları” başlıklı bölümünde, zorlu doğumlarda uygulanan cerrahi müdahalelere dair detaylı bilgiler vermişti. Ez-Zehravî'nin tarif ettiği bu teknik, sistematik ve detaylı bir yaklaşım içermekteydi. Ez-Zehravî, devrine göre sezaryeni çok daha sorunsuz hale getiren bir yöntem geliştirmişse de bu yöntemin uygulanması için “zorunluluk şartı”nın oluşması gerektiğini vurguluyordu. İslâm âleminde ayrıca İbn Sina da “El-Kanun fi’t-Tıbb” adlı eserinde zorlu doğum durumlarında anneye bazı cerrahî müdahaleler yapılmasına ilişkin bilgiler vermişti.
Öte yandan, İslam fıkhı âlimleri, neredeyse istisnasız bir biçimde, sezaryen için, ortada zor bir doğum vakasının bulunması gerektiğini dile getirerek, keyfîliğe asla müsaade etmemişlerdi. İslam hukukçuları ayrıca, can kurtarma sıralamasında anneye öncelik tanınması gerektiğini de hükme bağlamışlardı.

ANESTEZİ VE ANTİSEPSİDEKİ İLERLEMELER DURUMU DÜZELTTİ
Sezaryenle ilgili dönüm noktası ise 19’uncu yüzyılda görülmüştü. Anestezi ve antisepsi yöntemlerinin keşfi, hem annenin ağrısını dindirmiş hem de enfeksiyon riskini önemli ölçüde azaltmıştı. Kloroform ve eter gibi anesteziklerin kullanılması, cerrahların daha dikkatli ve kontrollü çalışmasına imkân tanımıştı. İngiliz doktor Joseph Lister’in antiseptik alanındaki çalışmaları sonucunda, ameliyat sonrası enfeksiyon oranlarında çok büyük oranda düşüşler görülmesi, sezaryenle doğumları da olumlu yönde etkilemişti.
- Prof. Dr. Ozan Turamanlar Prof. Dr. Ahmet Songur, “Sezaryen Ameliyatının Tarihsel Gelişimi”, Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Lokman Hekim Dergisi, s. 4, 2014


Daha Fazla Yorum Yükle
0 Yorum Yapılmış