Vakanüvis yazdı: Osmanlı'nın hayırcıları
Haber Merkezi

Osmanlı’da da “Köprüye hayır!”cılar varmış

Vakanüvis

Türkiye tarihinde, eser siyasetine karşı olanların sık sık kullandıkları kelimelerden birisi, hiç kuşkusuz “hayır”. Bugüne kadar; milletin hayatını kolaylaştıracak, ülkeyi ileri taşıyacak, devleti güçlendirecek pek çok icraat, belli kesimlerin itirazları arasında – sık sık zorlukla - yapılabildi.

Keban Barajı’ndan 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’ne, Akkuyu Nükleer Santrali’nden Orhangazi Köprüsü’ne ve daha nice esere karşı hep aynı tepki ortaya konmuştu.

Cumhuriyet dönemindeki bu tepkilerin benzerlerinden biri de Osmanlı zamanında, Galata Köprüsü vesilesiyle görülmüştü.

İlk “Galata Köprüsü” I. Justinus döneminde yapılmıştı

İbrahim Özen’in, İTÜ Dergisi’nin 10’uncu cilt, 4’üncü sayısında yer alan “Galata Köprüleri ve Yeni Galata Köprüsü” başlıklı makalesindeki bilgilere göre, Eminönü’nü Haliç üzerinden Galata’ya bağlayan köprülerin ilk örneği, M.S. 520’lerde yapılmıştı.

Döneminin en görkemli yapılarından biri olan köprü, Bizans İmparatoru I. Justinus’un emriyle yapılmıştı. İlerleyen devirlerde köprü yıkılmış, geriye de herhangi bir iz kalmamıştı.

Leonardo da Vinci’nin Haliç projesi

1453 yılında Fatih Sultan Mehmet, fetih sırasında, gemileri Haliç’e indirmesinin ardından, bu gemilerden kırk kadarını ardı ardına halatlarla birbirine bağlayıp, üstlerine de kalaslar koydurup, yüzer köprü yaptırmıştı.

Ayvansaray yakınlarında bir gece içinde kurulan bu köprü ile binlerce Osmanlı askeri, Kasımpaşa yöresinden karşı kıyıya ulaşmışlardı.

Sultan II. Beyazıd döneminde 1504-1506 yıllarında Haliç’e bir köprü yapılacağını öğrenen ünlü ressam ve heykeltraş Leonardo da Vinci, mimarlık alanında da yetkin bir isim olarak Osmanlı yönetimine bir öneri sunmuştu.

Leonardo da Vinci, 350 metre uzunluğunda böyle bir köprünün 25 metre genişliğinde ve altından yelkenli gemilerin de geçmesine imkân sağlayacak biçimde 41 metre yüksekte olacağını gösteren bir proje hazırlamıştı.

Sultan Beyazıd’a hitaben yazılan mektup arşive, “Ceneviz’den Leonardo adlı kâfirin gönderdiği evrakla mektubun suretidir” başlığıyla kaydedilmişti. Bu arada, yine ressam, heykeltraş ve mimar Mikelanjelo da saraya bir proje sunmuştu.

Osmanlı’daki ilk köprünün adı “Hayratiye”ydi

Haliç’te, bugünkü Galata Köprüsü’nün yerindeki ilk köprü ise ancak 1836 yılında yapılabilmişti. Sultan II. Mahmut’un talimatıyla Kaptanpaşa Ahmet Fevzi Paşa’nın planlarını yaptığı köprü, birbirine bağlanan sallardan oluşuyordu.

Bu köprüden yan yana iki araba geçebiliyordu. Köprünün ortasındaki yüksekçe bölümün altından ise gemiler Haliç’e girip çıkabiliyordu. Geçiş için ücret alınmamasından dolayı halk bu köprüye “Hayratiye” adını takmıştı.

Kayıkçıların köprü sabotajı

Haliç’in girişindeki köprüye halk büyük ilgi göstermekle beraber, herkes aynı fikirde değildi. İki kıyı arasında taşımacılık yapan kayıkçılar, işlerine ket vuran bu köprüden rahatsız olmuşlardı. Ancak kullanımı ücretsiz köprüye halk büyük ilgi gösterdiğinden, kayıkçılar açıktan açığa bir tavır sergileyememişlerdi.

Kısa süre sonra 1836 yılı yapımı köprü ihtiyacı karşılayamaz hale gelmiş, bu nedenle 1845 yılında aynı yere yeni bir köprü yapılmıştı. Devlet bu defa köprünün - en azından yapım giderleri karşılanıncaya kadar – ücretli olmasına karar vermişti.

“Müruriye” adıyla bir ücretlendirmeye gidilmişti. Zaman içinde Galata Köprüsü bir kez daha yenilenecekti. Sultan Abdülaziz döneminde, 1863 yılında gelindiğinde, yeni köprü açılmış, eskisi de bugünkü Unkapanı Köprüsü’nün yerine çekilmişti.

İstanbul’un nüfusu arttıkça paralı köprü geçiş işi de çok kârlı bir hale gelmişti. Bu nedenle özel şahıslar da köprü işine ilgi göstermeye başlamıştı. Bu kişilerden biri olan Cezayirli Mıgırdıç adındaki tüccar, Haliç’in daha iç kısmında Ayvansaray ile Piripaşa arasında, 350 metre uzunluğunda, ahşap kazıklar üzerine bir köprü inşa ettirmişti. Ne var ki, bu köprünün ömrü sadece on gün olacaktı.

Köprü, ekmek paraları ile oynandığı gerekçesi ile çevrede taşımacılık yapan kayıkçılar tarafından kundaklanıp yakılacaktı. Aslında diğer köprüler için de aynı düşüncede olan kayıkçılar, bunların sahibi devlet olduğu için bir girişimde bulunmaya cesaret edememiş, özel şahsın köprüsünü ise daha korunaksız görüp kundaklamayı yapmışlardı.