Korkusuz bir savcı korkusuz bir gazeteci

Yenidoğan Çetesini konuşuyoruz günlerdir haklı olarak. Söylenecek çok söz, edilecek nice beddua var daha bu insan kılığındaki yaratıklara!

Ama ben bugün konuyu farklı bir açıdan ele alacağım.

Yavuz Engin…

Bu ismi anarken artık hepimiz başına bir sıfat getiriyoruz.

Kahraman, cesur, delikanlı, yürekli, adam…

Yenidoğan çetesini çökerten, kendisine ve ailesine yönelik tehditlere aldırış etmeden çetenin üzerine giden Büyükçekmece Savcısı Yavuz Engin.

Ancak Savcı Bey kadar bu konuda hakkı teslim etmemiz gereken bir isim daha var.

Gazeteci, meslektaşımız Emrullah Erdinç.

Ben Emrullah Erdinç’i çok eski tanırım.

Saygı çerçevesinde iyi bir hukukumuz olduğunu düşünüyorum.

Kendisi bir dönem Kanal D haberin müdürlüğünü yapıyordu.

Muhtemeldir ki o dönemlerde telefonları pek susmuyor, siyasetçisinden iş adamına, magazin ünlüsünden reklamcısına kadar hemen hemen her gün birileri arayıp kendisine çeşitli iltifatlar ediyor, haberlerine yer verilmesini rica ediyordu.

Ama Emrullah kendi yolunu çizmeyi tercih etti. Bir süredir de kendi dijital mecralarına içerik üretiyor.

Son dönemde özel haberleriyle de oldukça ilgi çekiyor.

Arkasında büyük bir medya gücü, kalantor bir patron, aylık düzenli bir geliri olmayan, ilkeleri doğrultusunda gazetecilik yapmaya çalışan insanların emeklerini teslim etmek gerekiyor.

Hele hele Emrullah Erdinç gibi kriminal haberlerin peşindeki isimler takdiri çok daha fazla hak ediyor. İnanın hiç ama hiç kolay değil. Kelle koltukta bir mücadele desem abartmamış olurum.

Biz bugün bu rezil çetenin çöküşünü görüyorsak, bataklığa dönüşmüş hastanelerin kapısına mühür vurulmasını izliyorsak burada Sn Savcı kadar Emrullah gibi korkusuzca bu haberin üstüne giden gazetecilerin de çok büyük bir payı var.

Ben bir kez daha Sn. Savcı Yavuz Engin Bey’e ve sevgili meslektaşım Emrullah Erdinç’in gıyabında bu konunun üzerine giden tüm gazetecilere teşekkür ediyorum. İyi ki bu ülkede sizin gibi yürekli insanlar var.

Devlette Devamlılık Esas mı?

Devlette devamlılık esastır! Bu sözü duymayanımız bilmeyenimiz var mı?

Hatta bu cümleyi son yılların en popüler kelimelerinden biriyle de özetleyebilirim: Sürdürülebilirlik!

Türkiye’de çok kıymetli bürokratlar, devlet adamları ve siyasiler var.

İnanın hepsi de ülkesine ve milletine hizmet edebilmek adına çok değerli projeler üretiyor, çalışmalar yaptırıyor, hedefler koyuyor.

Sonra o veya bu nedenle bir şekilde görev değişimi yaşanıyor.

Ne mi oluyor?

Ne yazık ki o söz havada kalıyor!

Devlette devamlılık sağlanamıyor…

“Yarım Kalan Projeler” külliyatına yeni bir sayfa ekleniyor!

Görevi devralan halef, haklı ya da haksız nedenlerle selefinden kalan projeleri yarım bırakıyor.

Onlarca saatlik emek, harcanan paralar, verilen emekler, kat edilen aşamalar…

Şu sıralar bu konuyu katıldığım her toplantıda, girdiğim her sohbet grubunda dile getiriyorum.

Madem tasarruf diyoruz, madem israfa karşıyız haydi o zaman!

Milyonların o veya bu sebeple israf edildiği devlet projelerinde “Sürdürülebilirliği” sağlayacak bir mekanizmayı sağlayalım.

Hem milletin parası çarçur olmasın hem de verilen emekler ziyan olmasın.

İşte o zaman biz de göğsümüzü gere gere diyelim ki;

Devlette devamlılık esastır!

BİP ve Yaay Meselesi!

Türkiye birçok alanda önemli adımlar atmaya başladı.

Savunma sanayindeki atılımlarla gurur duyuyor, ülkemizden çıkan yerli ve milli unicornların başarısıyla seviniyoruz.

Ancak özellikle dijital platform oluşturma konusundaki girişimlerimizde sükutu hayale uğruyoruz desem sanırım haksız sayılmam.

Mesela Türk Telekom’un desteklediği Yaay diye bir sosyal medya platformu vardı!

Sahi akıllı telefonunda Yaay uygulamasına sahip olan var mı aramızda?

Hadi Yaay’a göre bir parça daha başarılı olmuş bir örnek vereyim.

Turkcell’in markası BİP!

Tahminen günde yüz kez Whatsapp’a giriyorumdur. İş ve yakın çevremin tamamı çok aktif Whatsapp iletişimi sağlıyor.

Buna karşılık BİP’e sanırım iki günde bir kez falan ya giriyorumdur ya girmiyorumdur.

Aslında her ikisinin arkasındaki şirketler de Türkiye’nin en büyük markalarından.

Reklam planlama konusunda eminimim hepsinin pazarlama departmanları işlerinde çok iyidir.

Peki biz neden BİP’i veya Yaay’ı sadece mevcut dijital platformlara yayın yasağı gelince ya da platformlar çökünce hatırlıyoruz?

Neden düzenli bir iletişim kampanyası gerçekleşmiyor?

Doğru planlanmış sponsorluklar, özenle seçilmiş mecra reklamları, iyi bir ınfluencer marketing ve daha fazlası…

Akıl vermek haddime değil sadece merakımdan soruyorum.

Bu projelere milyonlar harcandı sonuçta! Böyle yok olup gitmelerine göz yummak bu kadar kolay mı? Turkcell de olsan Türk Telekom da olsan kolay olmamalı gibi…

Neyse geçelim…

Sanırım sosyal platform yazılımları konusunda markalaşmak bir parça kafaya takmaktan geçiyor. Yetmez! Sahiplenmekten, adanmışlıktan, başarıya açlıktan ve düzen dışı kalmışlıktan geçiyor.

Artık bir konuda eminim. Türkiye’den günün birinde dünya çapında bir sosyal platform çıkacaksa bu kafaya takmış 3-5 gencimizin şahsi girişimleriyle olacak.

Tıpkı Trendyol, Yemeksepeti, Getir, Peak Games gibi…

Başa dön