TUSAŞ stratejik hedef miydi?

Terör gerçeği ile bir kez daha yüzleştiğimiz günlerdeyiz…

Bu kez göz bebeğimiz olan kurumlarımızdan birisi hedef alındı.

Türk Havacılık ve Uzay Sanayi Tesisleri, yani TUSAŞ…

Ben TUSAŞ’a Temel Kotil döneminde röportaj için girmiştim.

Güvenliğin üst düzeyde olduğu, birçok defa kontrolden geçtiğiniz, üst düzey tedbirlerin alındığı bir tesis.

TUSAŞ’ın içerisine girmek zor, ama içerideki insanları duygulandıran müthiş özverilerini, çalışkanlıklarını görünce de bunun etkisinden çıkmak zor.

Birgün TUSAŞ’ta gördüklerimi, yaşadıklarımı da uzun uzun anlatırım…

Bugün konu yaşadığımız menfur saldırı!

TUSAŞ ile ilgili üst düzey güvenlik tedbirlerinden bahsettim, kaldı ki teröristler de çok fazla ilerleyememişler. Güvenlik güçleri çok hızlı bir şekilde karşılık vererek püskürtmeyi başarmış. Yani nizamiyeden öteye bir geçiş söz konusu değil.

Elbette bir güvenlik zafiyeti var mı, daha fazla tedbir alınabilir miydi, bu saldırı önlenebilir miydi gibi sorular cevap bekliyor.

Ancak benim asıl aklıma takılan, saldırıyla neredeyse eş zamanlı olarak TUSAŞ güvenlik kameralarına yansıyan görüntülerin sosyal medyada paylaşılması oldu.

Acaba diyorum eş zamanlı bir siber saldırı ile mi bu görüntüler sızdırıldı yoksa içeriden mi bu görüntüler paylaşılarak basına ve sosyal medyaya sızdı, bunu bilemiyorum.

Lakin TUSAŞ, saldırının propaganda etkisini artırmak için seçilen stratejik bir hedefti bu açık. Saldırıyı planlayanlar eylemlerini daha çok konuşturmak, toplumda daha fazla sosyal şok yaşatmak için seçmişlerdi hedeflerini. Ama eğer düşündüğüm gibiyse ve aynı anda işin medya tuzağı da kurgulanmışsa, karşımızdakinin bir terör saldırısından daha çok bir istihbarat operasyonu olduğunu söylemek mümkün.

Bu konuya dair belki de hiçbir zaman net bilgiye sahip olamayacağız. Ama bildiğim, yaşadığım bir şey var. Ben geçmişte TUSAŞ’ta çalışan birçok kişiyle sohbet ettim, İngiltere’de Gökbey’in uçuşuna, emek verenlerin heyecanlarına şahitlik ettim. Her biri yüreği vatan sevgisiyle dolu millet aşığı insanlar. Onları gözdağı vererek korkutamaz, ölümle vazgeçiremezsiniz. Aslında benim bu satırları yazmama dahi gerek yok. Saldırı sonrası TUSAŞ’tan tahliye edilen bir kardeşimizin sözleri her şeyi anlatmıyor mu aslında?

“Hainlere inat daha fazla üreteceğiz, daha fazla çalışacağız”

Sn. Bahçeli’nin Düşündürdükleri

Sayın Bahçeli’nin bu ülke için yaptıklarını, aldığı sorumlulukları, en kritik dönemde sergilediği vatanperver duruşunu anlatmama gerek yok sanırım.

Siyasette hepimizden kat kat fazla tecrübesi olan, gelişigüzel hamle yapmayacak kadar Türkiye’yi ve dünyayı bilen bir lider.

Öcalan çıkışını da hiç şüphe yok ki sınırlarımızın içindeki ve hemen yanı başımızdaki bazı gelişmeleri göz önünde bulundurarak yaptı.

İsrail tehdidi, Suriye tarafındaki gelişmeler, İsrail’in mezhep ve etnik köken ayrımlarına yönelik sergilediği sosyolojik harp teknikleri birçok riski doğurdu.

Sn Bahçeli de bence bu gelişmeler ışığında, üzerinde çok fazla düşünülmüş hatta bence arka planında uzun zamandır süreç yönetiminin yapıldığı bir açıklama yaptı. Bu açıklamanın kaç boyutlu bir satranç olduğunu bence bize zaman gösterecek.

Ama bugünden söyleyebileceğim net bir fotoğraf var.

Sn Bahçeli’nin açıklamalarının toplumsal kabulü yüzde 15 var mıdır emin değilim.

Ülke menfaatleri için dahi böyle bir süreç yönetilecekse ben bunun kolay olduğunu, toplum olarak kabul göreceğini düşünmeyenler grubuna yakınım…

Kalbimden Selamlar Sana Ey Beyrut…

Fairuz’un sesinden Li Beirut şarkısı benim için çok başkadır.

İlk dinlediğimden bu yana duygularım hep aynıdır.

Gitmediğim toprakların özlemini, tanımadığım insanların acısını hissederim Fairuz’un sesinde…

Bir şarkı üzerinden özlemini, acısını yaşadığım toprakları görmek bir savaş vesilesiyle nasip oldu.

Zaten kadim Orta Doğu halkının ve topraklarının kaderi değil midir savaş…

Medeniyetin doğduğu toprakların harcında kardeş kanı yok mudur zaten ?

İşte o topraklar bugün de bir terör devletinin zulmü altında.

İsrail’in hedefinde Filistin topraklarının ardından Lübnan var.

4 Gündür Beyrut’taydım.

Yaşadıklarımı, gördüklerimi anlatmaya ne satırlar yeter ne kelimelerin gücü.

Bebekler, çocuklar, kadınlar, yaşlılar ve aileleri ile binlerce yıllık toprakların özgürlük umudunu omuzlarında hisseden gençler…

Peki Lübnan’da neler oluyor?

Kaldığım dört gün boyunca her gece aynı döngüyü yaşadık.

Cam gibi şeffaf geceyi delip geçen İsrail roketleri…

Gün içerisinde İsrail’in İHA’ları Hizbullah’ın yoğun olarak yaşadığı Dahiliye bölgesinden hiç ayrılmıyor. Şehrin krokisini çıkarıyor, binaları tespit ediyorlar.

İsrail’in Arap Medyası Sözcüsü olarak atadığı bir kişi, vurulacak yerlerin bilgisini veriyor.

Sokak sokak, bina bina bu bilgiler paylaşılıyor. Ardından da hiç şaşmadan 10, en fazla 15 dakika içerisinde bu belirtilen yerler vuruluyor. Aslında detayların bir önemi var mı emin değilim, çünkü İsrail’in Lübnan’da yürüttüğü sürecin Gazze’deki katliamlardan farkı yok.

Ezcümle İsrail, Lübnan’da katliamlarına devam ediyor.

Ben iç savaştaki Afrika ülkelerinde de bulundum, Ukrayna’da da bulundum, Suriye’de de Gazze Şeridi'nde de… Hepsinde tek bir gerçek gördüm: Savaşların kaybedeni her zaman sivil halktır.

Bugün Lübnan’da da gördüğüm kadim bir şehrin yok oluşu, mazlum sivillerin cansız bedenleri…

Bugün Lübnan’da gördüklerim Fairuz’un şarkısında gizli…

Beyrut küllerin şanına sahip şimdi…

Şehrim söndürdü ışıklarını; Elinin üstünde tuttuğu bir çocuğun kanıyla…

Şehrim kapattı kapılarını gökyüzüne

Yalnız kaldı…

Geceyle beraber…

Başa dön