Ah Türkler, bizi kimlere bırakıp gidiyorsunuz?

Şehit Suriye… Hayır, Gazi Suriye….

Hem yaralı hem de gazası mübarek olan mübarek belde.

Çağının “Emirü’l-beyan”ı, yani söz sanatlarının sultanı Emir Şekip Arslan Suriye’nin Fransız mandası altındaki ilk yıllarında yaşadığı mezalimi anlattığı kitabına Şehit Suriye adını koymuştu. Biz ne mutlu ki Suriye’nin şehit değil, gazi olduğunu görenlerdeniz.

Şekip Arslan kitabında 1925 direnişi sırasında Fransız kuvvetlerinin Şam, Hama ve Guta’daki korkunç yıkımları gündeme getirmiş, mesela aşağıdaki satırları kaleme almıştı:

“Toplar Pazar gecesi birkaç atış yaptıktan sonra susmuş, tank ateşi ve çete üyelerinin tüfek atışları pazartesi sabahına kadar sürmüştü. Pazartesi günü iki uçak havadan makinalı tüfeklerle ateş etmeye başladı. Onları Mezze Kalesi'nden ve şehrin merkezindeki kaleye kurulmuş toplardan yapılan atışlar takip etmişti. Top mermileri halkın oturduğu, duvarları bitişik evlerin, zengin tarihî kadim mahallelerinin üzerine düşüyor; evler, buralarda oturan kadın ve çocukların üzerine çöküyordu. İnsanların bir kısmı bodrumlara koşup sığınıyor ve top mermilerinin evlerinin üst kısımlarını nasıl yerle bir ettiğini pencerelerden çaresizce izliyordu. Aynı gün öğle vakti toplar, evlerin üzerine varil bombaları atmaya başlamış, alevler evleri yutmuştu.” (Çev. M. Z. Gündüz, Yarın: 2014, s. 45.)

Tarihin yazmadığı gerçek şuydu: Suriyeliler Fransızlara teslim olmamış, fırsatını bulunca direnmiş, hatta isyan etmişlerdi.

Nasıl bizim Milli Mücadele tarihimiz tarafgir bir şekilde yazılmışsa Suriye’nin, tıpkı Antep gibi gaddar Fransızlara teslim olmak mecburiyetinde kaldığı Kuva-yı Milliye tarihi de Fransız/Avrupa gözüyle yazılmıştır. Yani kendi katliamlarını gözlerden saklamak ve manda idaresi altında yaşayan halka medeniyet götürdüğünü iddia etmek üzere zalimce bir tarih imal edilmiştir.

Oysa Suriye halkı nasıl bugün Esad Ailesi'nin diktatörlüğüne karşı ayaklanmışsa Fransız işgali döneminde de en büyüğü 1925 yılındaki Sultan el-Atraş’ınkine benzer onlarca direniş ve isyanın ateşini yakmış, bağımsızlık yolunda mücadele etmişti. Lozan’da topraklarını kesin olarak Fransa’ya bırakmamız Suriye’deki Müdafaa-i Hukuk örgütünü perişan etmiş, güvendikleri dağa kar yağdığını görüp hayal kırıklığı içinde başlarının çaresine bakmaya koyulmuşlardı.

İşte o direniş ve isyanlardan bir demet:

Osmanlı Devleti Suriye’den çekilir çekilmez Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal Fransız mandasını kabul edince Suriyeliler galeyana gelmiş, hatta ona suikast bile düzenlemişlerdi.

Mart 1920’de İtilaf devletlerinin Suriye’yi manda yönetimine bırakması üzerine çıkan isyanda Beyrut-Şam arasındaki Han Meyselun’da bir çatışma çıkmış ve sonuçta Suriyeli vatanseverler yenilmişti. Şahin Yedek ve Savaş Sertel’in Mart 2018 tarihli Tarih Okulu Dergisi’ndeki makalesinde bu husus şöyle belirtilir:

“(Suriyeliler) 1920’li yıllarda yerel ölçekte, fakat koordineli ve ortak bir amaçları olmayan pek çok isyan gerçekleştirmişler, Şeyh Salih bin Ali liderliğindeki Nusayriler kuzeyde, Şeyh İsmail Harir Havran’da, Sultan Paşa el-Atraş liderliğindeki Dürziler ise güneyde Fransızlara karşı isyan etmişlerdir.”

Anadolu basınına yansıyan haberlere bakılırsa Suriyeli Kuva-yı Milliyecilere silah yardımı dahi yapmışız. Mesela 1920 Martında Deyrizor’daki Arap kuvvetleri komutanı Mevlüd Muhlis Mardin’de 5. Tümen Komutanı Kenan Bey’den silah ve cephane almıştır.

Özdemir ve Asım Bey adlı komutanlar ise işgal altındaki Suriye topraklarına sokulmak suretiyle Fransızları uğraştırarak Maraş ve Urfa’dan sonra Antep’in de kurtarılması uğrunda çalışmış, bunun için de Suriyeli direnişçilere silah ve mühimmat yardımında bulunmuş ve yer yer Fransız kuvvetleriyle çete harbine girmişlerdi. Asım Bey’in raporundan aldığımız şu satırlar ibretliktir:

“Suriye’nin bu kısmında icra ettiğimiz harekât esnasında yerel halk ile bedevilerin Fransızlardan gördükleri zulüm ve işkenceden dolayı Türk kuvvetlerini sabırsızlıkla beklediği ve Anadolu ordusunun hemen Suriye içlerine hareket etme zamanının geldiği kanaatindeyim.”

Özetle Suriyeli vatanseverler Fransız mandası altına girince uyanmış, gerçek dostun Türkler/Osmanlı Devleti olduğuna inanmış ve mesela 1 Aralık 1919’daki ayaklanmada Anadolu’daki Kuva-yı Milliyecilere yardım göndermiş ve Türkiye’ye bağlılık telgrafları çekmiştir. Maraş ve Urfa’nın kurtuluş mücadelesinin bir benzeri Suriye’de yaşanmış ve 20 Şubat ve 3 Mart 1920 tarihlerinde gerçekleşen Kadmus muharebelerinde Fransız kuvvetlerini ağır yenilgilere uğratmıştır.

Maraş 12 Şubat, Urfa ise 11 Nisan 1920’de kendisini kurtarmıştır. Suriye ve Anadolu’daki kurtuluş mücadelesindeki tarihlerin yakınlığına dikkat!

Özetle Milli Mücadele’nin bir kolu da Suriye’deydi ve Lozan’a kadar Suriyeliler tekrar Türkiye ile birleşmek veya işbirliğine gitmek için girişimlerde bulunmuştu. Nitekim Bizi Kimlere Bırakıp Gidiyorsun Türk? adıyla neşredilen hatıratında Selahattin Günay Şam’dan çekilecekleri günlerde 25 yaşlarında bir Arap delikanlısının kendisine hıçkıra hıçkıra ağlarken şu sözleri sarf ettiğini nakleder:

“Ah siz ve siz Türkler bizi kimlere bırakıp böyle gidiyorsunuz ya Selahattin? Arkanızda koca bir tarih bırakarak buradan ayrılıyorsunuz. Ne yazık ki biz sizleri bulamayacağız.”

Bu sözlerin söylenmesinin üzerinden 106 yıl geçti. O toprakların dört asır hamiliğini yapan Türkler yeniden sahnede.

Tarih yeniden yazılıyor. Oyun yeniden başlıyor.

Düşen ve yükselen sütunları göremiyorsan yaşıyorum deme.

Başa dön