100. ölüm yıl dönümünde görkemli programlarla anılan “Türkçülüğün kurucusu” Ziya Gökalp’in kitaplarının Demokrat Parti devrine kadar yasaklı olması size ne ifade ediyor bilmiyorum ama bana yakın tarihimizin üzerindeki kalın sisin, öyle kolay kolay dağılmayacağını söylüyor.
O kadar yoğun bir sis tabakası altında yaşıyoruz ki, mazimizi bir türlü “neyse o” olarak öğrenemiyor, hasbelkader öğrenmek ve öğretmek için uğraşan bahtsızları da alenen linç ediyoruz.
Tarih ne için yazılır ve okutulur dostlar? Nereden geldiğimizi ve nasıl bir ecdadımız olduğunu adam gibi öğrenip, şahsiyetimizi şekillendirmek için değil mi?
Öyle ama bugün evlatlarımıza okuttuğumuz hurdahaş olmuş tarih aynası simamızı ne kadar doğru yansıtabilir ki?
Oysa şık salonlarda alkışlarla yad edilmekte olan Ziya Gökalp, Cumhuriyet devrinin benzerini yetiştiremediği bir Osmanlı mütefekkiridir.
“Türk milliyetçiliğinin fikir babası”, “Cumhuriyetin manevî kurucusu” veya “Atatürk’ün ilham kaynağı” diye şatafatlı nutuklar atmakta üstümüze yok ama bugüne kadar adam gibi bir biyografisini kaleme almadığımız gibi bir romanını dahi yazmamışız. Yeşilçam filmlerinin mirasyedi torunundan farkımız yok anlayacağınız.
İyi de bu “manevî kurucu”, “ilham kaynağı” ve “fikir babası” neler yapmış?
Gariptir, elimizde Taha Parla’nın Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye’de Korporatizm’i ile Cemil Meriç’in Uriel Heyd’den tercüme ettiği Ziya Gökalp’in Hayatı ve Eserleri haricinde, tetkik mahsulü yayın yok gibidir. Bunlara İsmail Kara’nın hazırladığı Hüseyin Kâzım Kadri’nin Ziya Gökalp’in Tenkidi adlı incelemesini eklersek sınıra dayanmış oluruz. Hilmi Ziya Ülken’in kitabına yazdığı incelemeyi de eklerseniz hepi topu 500 sayfalık bir hacim karşısındayız.
Öte yandan günümüzde Türkçülüğün Esasları başta olmak üzere hemen bütün kitapları sürekli basılmakta ama okunmakta veya anlaşılmakta mıdır? Hiç sormamış olayım; çünkü bu, cevaplandığı takdirde yüzümüzü kızartacak cinsten bir sorudur.
Ne ki asıl üzerinde durmak istediğim husus, “Türkçülüğün kurucusu”nun kitaplarının CHP’nin 27 yıllık iktidarında neredeyse hiç basılamamış, basılmaya teşebbüs edildiğinde de yasaklanmış olduğudur. (Hiç yayınlanmayan kitaplarından söz etmiyorum bile.)
25 Ekim 1924 günü ölen Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları adlı en bilinen kitabı, Cumhuriyet'in ilanından kısa bir süre önce Ankara’da basılmış, bilahare neşretmeye cesaret eden çıkmamıştı. Nihayet 1939 yılında Türkçü Reha Oğuz Türkkan’ın gayretiyle basılacak ama Türkkan yakasını savcının elinden güç bela kurtaracak, yayıncısı Kitap Sevenler Derneği kapatılıp, CHP’nin arka bahçesi olan Halkevlerine katılmak zorunda bırakılacaktı.
Sizin anlayacağınız Milli Şef zamanında Türkçülüğün babasının kitabını basanlar bedel ödemeyi göze almalıydı.
Velhasıl “Türkçülerin el kitabı” sayılan Türkçülüğün Esasları, ancak Demokrat Parti’nin iktidara geldiği 1950 yılında Osman Yüksel Serdengeçti tarafından azat edilecekti.
Ziya Gökalp’in diğer kitapları da aynı akıbete uğrayacak, Türkçülük lafının dilden düşürülmediği bu devirdeki yasak sebebiyle Arap harfleriyle basılmış olan kitapları, Cumhuriyet'in ilk nesli tarafından 1950 yılına kadar okunma şansı bulamayacaktı.
Her nasılsa Türk Medeniyeti Tarihi adlı kitabının ilk cildi 1926 yılında gün yüzü görmüşse de eser, Gökalp’in Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal zamanında basılan tek kitabı olarak tarihe geçecekti. Onun ölümünden sonra Kızıl Elma, Yeni Hayat ve Altın Işık adlı şiir kitapları 1941-42 yıllarında, Fırka Nedir? ve Doğru Yol adlı kitapları ise çok partili hayata geçildikten iki yıl sonra basılabilecekti.
Ölümünden iki gün önceki Vakit gazetesinin arka sayfalarından birinin dibinde, şu minnacık habere rastlamamız manidardır:
“Ziya Gökalp Bey iki ay evvel hastalanmıştı. O zamandan beri hastalığı kati surette teşhis edilememiştir. Matbaamıza haber verildiğine göre kendisini tedavi eden doktorun (bu) hususta bazı ihmalleri vuku bulmuştur. Kan ve idrar tahlili yapılması lazım gelirken şimdiye kadar bu yolda hiçbir şey yapılmamış ve dün akşam konsültasyonda bulunan etibbâ (tabipler), bu cihette izhar-ı kanaat etmiştir (kanaat belirtmiştir).”
Haberde yanlış teşhisle yatırılan Ziya Gökalp’in doktoru ihmalle suçlanmakta, gerekli tedavinin uygulanmadığı belirtilmekteydi.
Ziya Gökalp öldü mü, öldürüldü mü?
Tabiatıyla bu davada hükmü verecek olan ben değilim. Ama bir nokta var ki, onu belirtmeden geçemeyeceğim:
Ziya Gökalp yaşarken öldürülmüştü.
Daha sonra hafızalardan silinmek suretiyle ikinci kez öldürüldü. Sebebi gazete haberinde gizli.