“Türkiye’de sol sağdır, sağ ise sol.”
İdris Küçükömer’in bu tespitine Murat Belge “Türkiye’de sol sağdır ama sağ da sağdır” diye itiraz etmiş, Küçükömer de ‘kabul ama sarsıcı olsun diye böyle dedim’ diye cevap vermiş Rasim Ozan Kütahyalı’nın naklettiğine göre. Türk aydınının soy ağacı baştan beri hatalı çizilmiştir.
Zaten bu çarpık anlayış yüzünden konaklarda el bebek gül bebek büyütülen ve Milli Mücadele sırasında Rusya’ya kaçacağı tutan Nazım Hikmet solcu, köyleri gezip camilerde halkı emperyalizme karşı savaşa çağıran Mehmed Akif sağcı zannedilmemiş midir?
10 Kasım 1910 tarihinde İstanbul, Vezneciler’de kâgir bir konakta dünyaya gelen ve Türk romanının 20. asırdaki en tartışmalı isimlerinden biri olan Kemal Tahir’in hayatı bu çarpıklığı ayna gibi yansıtır.
Kemal Tahir komünist sayılır, sağcılar uzak dururdu.
Ne zaman ki Yorgun Savaşçı, Yol Ayrımı, Kurt Kanunu, Bozkırdaki Çekirdek ve Devlet Ana beşlisi bir deli rüzgâr gibi beyinlere çarptı, o zaman ‘bu adam solcu değil’ damgasını bastılar.
Peki sağcı mıydı?
Murat Belge’nin kasd ettiği anlamda evet. İyi ki Notlar’ı yayınlandı da Osmanlı'ya dair kanaatinin ‘talancılık’tan ‘kerim devlet’e doğru yaşadığı köklü değişimi adım adım takip edebildik.
Dr. Hulusi Dosdoğru’nun Batı Aldatmacılığı ve Putlara Karşı Kemal Tahir (1974) adlı kitabında öz kardeşi Nuri Tahir’den naklettikleri Kemal Tahir hakkındaki malumatın en sağlıklısı olmalıdır.
Babası Sivas, Şebinkarahisarlı Deniz Yüzbaşısı Tahir Bey, Sultan 2. Abdülhamid’in yaverlerinden olup iki arkadaşıyla birlikte Yıldız Sarayı’ndaki marangozhanede Hünkâra yardım ederlermiş.
Annesi Adapazarlı bir Abaza kızı olan Nuriye’nin saraydaki ismi Hûbser, yani ‘güzelbaş’ imiş. 6-7 yaşlarında saraya alınmış ve Sultan Abdülhamid’in kızı Naile Sultan’ın hizmetine verilmiş.
Sarayda çalışan yaver bir baba ile padişah kızının yanında hizmet veren saraylı bir anneden dünyaya gelmiş olan Kemal Tahir doğmadan 19 ay önce Sultan Abdülhamid tahttan indirilmiş, babasının rütbesi İttihatçılar tarafından yüzbaşılıktan üsteğmenliğe düşürülmüş, tabii maaşı da.
Bu yüzden babası Tahir Bey, eski velinimetini daima hasretle yad edermiş: “Tahir bey, Sultan Hamid’i çok severmiş.
Padişahın kendisine imzalı olarak verdiği fotoğrafını misafir odasının baş köşesinde bulundururmuş.
Ayrıca çeşitli zamanlarda hediye ettiği çorap, mendil gibi eşyayı kullanmaz, saklarmış.” (Dosdoğru, s. 422) Dahası, şu saray hatıraları küçük Kemal Tahir ile kardeşlerinin hafızasından hiç silinmemiş: “Babaları, bayramlarda çocukları saraya götürürmüş. Kemal Tahir, çok güzel olan Naile Sultan’ın elini öperken, hayranlıkla yüzüne bakarmış.” (Dosdoğru, s. 424) Hatta anneleri kendi köylerinden Jale ve Behin adlı iki küçük kızı saraya aldırtmış.
Çocukların “abla” dedikleri bu saraylı hanımlar Kemal Tahir ve kardeşlerinin akrabaları gibi olmuşlar. Saraylılarla ilgili bir başka hatıraları da küçük kardeşlerini doğuracağı zaman annelerinin onları Pimar adlı bir saraylı arkadaşının evine göndermesi.
Hadi Sultan Abdülhamid’in romancımızın yaver babası ile saraylı annesine evlilik hediyesi olarak Vezneciler’de dört katlı taş bir konak ihsan ettiğini ve Kemal Tahir’in içine doğacağı bu konağın hikâyesini Bir Mülkiyet Kalesi adlı romanının başında olanca tafsilatıyla anlattığını söyleyeyim de söz uzamasın.
Padişah ve sarayla bu kadar içli dışlısınız, ikisi de gün gelip devrildiği halde gölgeleri yakanızı bırakır mı?
Kemal Tahir de Alphonse Daudet’nin meşhur hikâyesindeki Mösyö Seguin’in keçisi gibi önce dışarıya kaçmış ama keçilerden daha akıllı çıkarak bir gün evine geri dönmüş, dahası son eserleriyle ev sahibinin iyiliğini unutmamıştı. Aydınımızın trajedisi buydu.
Evinden çıkmak istiyor ama sağ salim dönemiyordu.
Kemal Tahir evine dönebilen şanslılardan oldu.
Ya dönemeyenler?