Esad’ın çöküşü, Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan

Öncelikle 8 Aralık 2024 devrimi sıcağı sıcağına yaşanırken Ensonhaber’de söylediğim ve milyonlarca izlenen o videodaki sözlerimi tekrar edeyim:

Esad bitti. Zalim Baas rejimi çöktü. Bu çok hayırlı ve güzel bir gelişmedir fakat bu dakikadan sonra Nusayri unsurların yani Suriye’deki Arap Alevilerin eski rejimin üzerine dayandığı azınlık mezhebin vatandaşlarına saldırılar olabileceğinden endişeliyim.

Türkiye Cumhuriyeti olarak şu an ilk görevimiz, Suriye’deki Arap Alevilerin can ve mal güvenliğini tesis etmek olmalı. Bir yağma ve çapul olmamalı.

Türkiye’ye bu noktada büyük mesuliyet düşüyor. Bu coğrafyanın en büyük bölgesel gücü artık Türkiye’dir.

İkincisi hiç lafı evirip çevirmeye gerek yok; Şam da Halep de artık fiilen Türkiye’nin vilayetidir dersek abartı olur ama yanlış olmaz.

Hukuken değil ama fiilen Türkiye’nin vilayetidir. Bu dakikadan sonra orada bütün unsurları kapsayan bir yeni rejim tesis edilmeli.

Türkiye’de yaşayan Suriyeli kardeşlerimiz oraya gitmeli, bundan böyle yeni bir kaosa yol açılmamalı.

Halep ve Şam, Türkiye’nin vilayeti derken bunu hamaset saçmalıklarıyla övünerek söylemiyorum. Fetih edebiyatı da bana göre saçmalıktan ibarettir. Ben şu an Orta Doğu’daki fiili siyasi durumu ifade ediyorum.

Elbette Türk Devlet yetkilileri bu sözleri söylemekten kaçınacaktır hatta böyle söylenmesinden rahatsız da olacaktır ama eğer bizim meselemiz önce olanı anlamaksa, olan durum fiilen budur. Realitenin adını koymak gerekir.

Esad rejimini Suriyeli muhalifler devirdi ama Türkiye olmadan, Erdoğan olmadan, Hakan Fidan olmadan bu mümkün değildi. Türkiye destek olmasaydı 8 Aralık 2024 devrimi hayata geçemezdi. Hakan Fidan da şu an dünyanın en etkili dışişleri bakanları listesinde tartışmasız ilk beştedir.

Daha da spesifik olarak 8 Aralık 2024 devrimi öz itibarıyla bir Recep Tayyip Erdoğan prodüksiyonudur dersek abartılı bir cümle olur ama yanlış olmaz.

Zaten tüm dünya medyası bu olayı Erdoğan’ın zaferi olarak görüyor.

O çok izlenen videoda da söylediğim gibi: Şimdi 22 Ekim’de Devlet Bahçeli’nin yaptığı devrimci çıkışın önemini anladınız mı?

Türkiye içeride bir olmalı, Suriye’deki tüm Kürt unsurları da kapsamalı. Abdullah Öcalan da silahları tamamen gömdüğünü açıklamak zorunda. Silahları gömdüklerini açıklayacak ve Ankara’ya gelecek. Açıklamazsa da İmralı’da kalacak bu kadar net.

Esad’a Tayyip Erdoğan görüşelim dedi. Esad bağnazlık etti, görüşmedi. Şam ve Lazkiye’de kısıtlı bir rejim kalabilirdi. Böyle yaptı ve Esad rejimi çöktü. Bu dakikadan sonra tarihin kırıldığı dönemdeyiz. Türkiye’nin bu coğrafyada çok büyük rolü olacak.

8 Aralık 2024 devriminden sonra dün TBMM’de yaşananlar da 22 Ekim süreci açısından umut vericiydi.

Tuncer Bakırhan, konuşmasında, Bahçeli'nin Abdullah Öcalan'a ve partisine yaptığı çağrıları anımsatıp,

"Bizler parti olarak üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeye varız' dedik. Muhalefet partilerinin büyük çoğunluğu demokratik çözüm ve barış konusunda çok kararlı biçimde bir irade ortaya koydu. Belki ilk defa büyük bir ortak anlaşmaya şahitlik ediyoruz, bu oldukça kıymetli bir tutumdu. Tarihi bir fırsattır, bu fırsatı heba etmeyelim" dedi.

"Türk Kürt İttifakı" için test alanı Rojova'dır" diyen Bakırhan, Erdoğan'a da sürece olumlu katkı yapma çağrısında bulundu. Kürt sorunu konusunda ise 'Ankara çözümü' önerdi:

"Bu Meclis bir çözüm ile anılmalı ve yüzünü başka yere çevirmeden Ankara çözümünü sunmalıdır. Şayet Ankara vizyonu varsa Ankara çözümü de olmalıdır eğer gerçek ve köklü bir çözüm arayışında samimiyse bu çözümü dışarıda değil Türklerle Kürtlerin ortak geçmişinde ve geleceği birlikte inşa kararlılığında bulunmalıyız."

Bakırhan konuşmasını tamamlayıp, kürsüden inerken kendisini alkışlayan Bahçeli'yi başıyla selamladı. Devlet Bahçeli de Tuncer Bakırhan’ı ayakta alkışladı. Bu çok önemli bir gelişme.

Bu arada İmralı’ya giden heyette olacağı artık kesin olan DEM Partili TBMM Başkanvekili Sırrı Süreyya Önder'in daha sonra Genel Kurul'a gelerek Bahçeli ile tokalaşması da not edilmesi gereken bir olay.

Abdullah Öcalan ile görüşmenin ne zaman olacağı konusunda bir DEM milletvekilinin BBC’den Ayşe Sayın’a söyledikleri son derece mantıklı, ben de aynen bu tespite katılıyorum.

“Şimdi bir izin çıkarsa 12 gün boyunca Meclis'te bu konuşulacak. İYİ Parti iktidar ve MHP'yi sert eleştirecek, MHP de bir şekilde cevap vermek durumunda kalacak. Böyle bir gündemde iktidar da bu tartışılsın istemez. O nedenle Abdullah Öcalan ile görüşme ocak ayı sonrasına kalır. “

Esas soru şu an bu: Abdullah Öcalan ne yapacak? Silahları tamamen gömdüğünü ve artık sadece siyaset yoluyla mücadele edeceklerini açıklayacak mı yoksa tarih sahnesinden çekilen Esad gibi mi davranacak?

Bu konuda Türk milliyetçisi akımından gelen, ülkücü kökenli avukat, şu anda da Medyascope köşe yazarı Gürkan Çakıroğlu’nun Abdullah Öcalan’ın eserlerinden yaptığı alıntılar manzumesi bize yol gösterebilir. Gürkan Çakıroğlu’nun 22 Ekim sürecini en iyi okuyan yazarlardan biri olduğunu söyleyebilirim.

Şimdi sözü Çakıroğlu’nun yazısından alıntılarla Öcalan’a bırakalım:

"Türk halkının çıkarı ile egemenlerin çıkarı aynı değil. Kürt eziliyor ama Türk de sindiriliyor. Bu sebeple Kürt kurtulduğu gün Türk de kurtulacak. Kürt-Türk ilişkisi Kürt-Arap ya da Kürt-Fars ilişkilerine benzemez. Hem çok daha yoğun hem çok daha sahici bir ilişkidir. Tarihe bakarsanız önce Türklerin Kürtleşmiş sonrasında da Kürtlerin Türkleşmiş olduğunu görürsünüz. Mazimiz ortak olduğu gibi atimiz de ortaktır. PKK güneyde bir yandan Kürtleri özgürleştirirken diğer yandan Türkçe ile Türkleştiriyor. Kürt devrimini Türkçe ile yapıyoruz. PKK, savaşı Türklere karşı değil devlete karşı açmıştır.

Ham hayalci olmanın faydası yok. Kürtleri İsrail’in uydusu olarak tasarlayanlar var. Kürt ulus devleti üzerinden tüm Kürtleri teslim almak istiyorlar. Buna karşı çıkan biziz, çıktığımız için buradayız; boyun eğen Ankara’dır. İstiyorlar ki Türk Kürt’ü ezsin, Kürt de Türk’ü vursun. Sadece Kürtler değil Türkler de hak ve özgürlüklerinden yoksun kaldılar. Osmanlı Batı'da yükselirken Türk ve Kürt’ün posasını bıraktı ardında. Atatürk bunu gördü, Kürtleri gördü; Misak-ı Milli budur. Lakin sanırım sonrasındaki kimi gelişmeler onu geri adım atmaya zorladı.

Biz Kürtçülük yapamayız, bu faşizmi besler. Ben Nelson Mandela değilim. O emperyalizmden icazetliydi; ben değilim, nitekim olmadığım için uluslararası bir komplo neticesinde buradayım. Kandil de sınıfta kalıyor. Ulus devlete saplanıp kalmayın. Birilerinin Kürtleri devletleştirme çabaları var, bu tuzağa düşmemek lazım. Kürtler Türkiye’de mevcut devlet yapılanmasında örgütlenmeli. Aynı devlet içerisinde ama eşit yurttaşlık paydasında.

Ön yargıların duvarını yıkmalıyız. Sorun Türk ile Kürt arasında değil. Devlet hukuk dışına çıkamaz, hukuk olmazsa devlet çeteleşir. PKK’nın kazanma, TSK’nın yok etme ihtimali yok. Politikanın olmadığı, imha amacının güdüldüğü yerde şiddet kaçınılmazdır. Siyasete alan açın ki şiddet bitsin. Politik mücadele askeri mücadeleden zordur. Siyaset kibir ve komplekslerden kurtulmalı. Ya ak ya kara denilerek politika yapılamaz. Dengeleri gözetmeksizin siyaset yapılmaz. Somut şartların anlık analizi gereklidir. Mevcut durumu tanımak gerekir ve fakat tanımak kabullenmek değildir, mühim olan aşmaktır. Zamanı ve zemini kullanmalıyız.

Sol, MHP’den daha fazla hizmet etmiştir savaşa. İlkel milliyetçilik tekili dayatmadır, asimilasyon kabul edilemez. Milliyetçiliği şovenizmden arındırmak lazım. Bölünme korkusu anlaşılabilir lakin onun yarattığı zorbalık anlayışla karşılanamaz. Aslında milliyetçilik mazi ile ati arasında doğal dengedir. Milliyetçilik özünü, kültürünü, dilini korumaksa baş tacı. Milliyetçilik tarihini bilmek, tarihten ders çıkarıp ileri adımlar atmaksa baş tacı. Hatırlamak gerekir ki Türklerin Magna Carta’sı Sultan Sencer’in Oğuz boyları tarafından kafese alınmasıdır.

Türkiye’de muhalefet yok. Rejimin farklı şubeleri var hepsi bu. CHP sürece mutlaka girmelidir. CHP’nin iyi bir sosyal demokrat parti olmasının önemini ben biliyorum, onlar bilmiyorlar. Misal CHP ‘Ben de varım’ diyor ama adım atamıyor, çıkmazı yaşıyor; zira siyaseten felçli. Ergen ve histerik bakışlara yenilmemek lazım.

Pratik politikaya yansımayan ideoloji zulümdür. Politika ideolojik olmaktan çok pratik ve rasyonel olmak zorundadır. Ya halka ya devlete dayanacaksınız. Siz halka dayanıyorsunuz (HDP’ye). Türkiye partisi olun. Siyasetin muhatabı devlet değil hükümettir, devletle barışacak olan PKK’dır. Siz dilinizi buna göre oluşturun. Şovenizme kapılmayın. KCK ile aranıza sınır çizin, PKK ile daha net sınır çizin. Dilenci olmayın. Çareyi siz üretin. Beni özde anlamayıp slogan düzeyinde yaşamak züppeliktir. Kürtleri yeterince kazandık Türkleri de kazanmamız lazım; Edirne’den Hakkari’ye hitap eden bir parti lazım. Kürtlerin değil Türkiye’nin vekili olun.

Büyük düşünceyi örgütlemek lazım. Dayatmak alerji yaratır, ısrarcılık sabote eder. Özerklikte ısrar etmek sabote etmektir. Devlet federe olmamalı, toplum demokratikleşmelidir. Bunun yolu da pratik siyasetin önünü açmak ve yoğunlaşmaktır. Devlet üyeliği ile ulus üyeliği ayrıdır. Anayasa’da Kürt denmesine gerek yok. İlla bir şey denecekse Türkiye ulusu diyebilirsiniz. Hami rolü ayıptır, saygısızlıktır. Esas olan eşit yurttaşlıktır. Sınırları değiştirmek sorunları çözmez ama Avrupa Birliği gibi sınırları kaldırabiliriz. Diyalog süreçleri müzakere süreçlerine evrilmeli. Yasal zemin oluşturulmadan süreçler ilerleyemez.

Siyaset öngörüdür, lider de öngörebilendir. Siyaset sanatların sanatıdır; çok yönlü bakış, esneklik, keskinlik ister, derinlik olmazsa olmazıdır, yoğunlaşma ister. Ekonomi politik bilmeden; toplumun tarihini, yapısını ve dertlerini bilmeden, dinlemeden ve anlamadan yapılan siyaset kara ve boş hamasetten başka bir şey değildir."

Abdullah Öcalan’ın açıklamalarını içeren kitaplar:

•Abdullah Öcalan-Bir Halkı Savunmak (Çetin Yayınları)

•Abdullah Öcalan-Demokratik Ulus Çözümü (Asrın Yayıncılık)

•Abdullah Öcalan-On Binler Ölmesin (Aram Yayınları)

•Abdullah Öcalan-İmralı Notları (Mezopotamya Yayıncılık)

•Rafet Ballı-Kürt Dosyası (Cem/Kültür)

•Mahir Sayın-Erkeği Öldürmek (Zelal Yayınları)

•Yalçın Küçük-Kürt Bahçesinde Söyleşi (Başak Yayınları)

Başa dön