İçinde bulunduğumuz küresel kapitalist sistem, altından çok sular akmış, başlangıçtaki geliştirici, kalkındırıcı dinamiğini kaybetmiş, sürekli krizler üreten bir sistemdir.
90’lar öncesinde bu sistemin “dışı” diye bir şey de vardı. Komünist ülkeler. Görünen o ki, 70-80 yıllık serüven onlar için hüsranla sonuçlandı. Artık bu sistemin “dışı” diye bir şey yok. Sistem dışı olmak demek ya İran gibi ambargolara maruz kalmak veya Küba, Kuzey Kore gibi izole olmak ve tabi yoksulluk anlamına geliyor.
Bizim de Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra taammüden katılmaya çalıştığımız bu sistem artık “insan için” olmaktan çıkmıştır. Aslında biz de sisteme ancak 80’lerden sonra tam anlamıyla eklemlendik. Ondan önce kendimizi “dış etkilerden” koruyacağız derken, “iç etkilerin” bizi daha çok yıprattığını anlamamız bir 60 yılımızı aldı. Bu süre içinde yerli malı diye altına dört teker bağlanmış peynir tenekelerine araba diye bindik, buzdolaplarımızın, çamaşır makinalarımızın garanti süresi mağazadan çıkana kadardı.
Yine o yıllarda dünya bir yöne gidiyordu biz bir başka yöne. Dünyada petrol fiyatları düşüyor biz en pahalı benzini kullanıyorduk. Dünyada bolluk oluyordu bizde kıtlık. Neyse ki, adını da verelim, Özal sayesinde dünyaya eklemlendik. Artık dünyada ne oluyorsa bizde de o oluyor.
İyi mi ettik, kötü mü ettik sorusu bugün için zaman dışı bir tartışma. Bugün artık sisteme dâhil olmayanın yaşamasına izin verilmiyor. Yol kenarındaki ATM’den bir elli lira çekerseniz bu ABD merkezli bir ortak banka kayıt sisteminde görülüyor. Ülke olarak “bu banka sistemine girmiyorum” diyebilirsiniz, ama o zaman da ne ithalat yapabilirsiniz, ne ihracat. Mesela bu sistemden atılan İran’dan biz parası ile bile petrol alamıyoruz, çünkü “yaptırımlar” nedeni ile İran’dan para ile (tabii bu dolar demek) bir şey almak yasak. Biz bir ara sistemde bir açık bulduk deyip İran’dan altın karşılığı ucuz petrol almaya kalktık (çünkü yasaklarda “para ile alınmaz” diyordu ama “precious metals – değerli madenler” ile alınamaz demiyordu) Bu uyanıklığımız bizi mahkemelerde süründürdü. Aracılığı yapan bankamız da neredeyse sistemden çıkarılıyordu.
Lafı uzattım. Amacım Ekonomi 101 dersi vermek değil elbet. Söylemek istediğim 2 şey var.
Birincisi bu sistem kapsayıcı ve dışına çıkmak içinde kalmaktan çok daha ağır sorunlar yaşatıyor.
İkincisi, bu sistem artık o kadar küresel ve yine de o kadar merkezci ki, giderek yukarıdaki daha yukarı çıkıyor, aşağıdaki daha aşağı iniyor.
Sistem artık “insan için” olmaktan çıkmış durumda. Aslında Wall Street’tekilerin bile direksiyonun başında olduğu söylenemez. Sistem kendi kuralları içerisinde yürüyor ve bu kurallar arasında insan merkezcilik yok. Sistem artık “insan için” değil. Zaten sistemin başından beri tek bir kuralı var “kâr maksimizasyonu”. Bunun için gerekirse insanlar öldürülebiliyor. Bir ülkede ekonomi iyiye gidiyor ama insanların yaşamı kötüye gidebiliyor. Gelir artıyor ama bu sıradan insanın yaşamına yansımıyor.
Biz artık bu sistemin bir parçasıyız. Yine “yerli ve milli” şiarı ile bu bağımlılığı ters yöne çevirmeye çalışıyoruz. Bu kurtlar sofrasından kalkmak mümkün değil, tek yapabileceğiniz olabildiğince güçlü olmak.
Sisteme bağımlılığımız, bizi sistemin krizlerine da açık hale getiriyor. Birinci cümlede söyledim bu artık bir kriz yönetim sistemi. En gelişmiş ülkelerde de döngüsel krizler yaşanıyor. Tabii, kapitalist sistemin başlangıcında bu emperyalistlerle birlikte postal bağlamamış, bizim gibi sonradan eklenmiş ülkelere bu krizler belirli bir çarpanla yansıyor. Dünya pandemiden önce başlayan ve pandemide doruğa tırmanan bir krizi aşmaya çalışıyor ve gelişmiş ülkeler faturanın önemli bir kısmını gelişmekte olan ülkelere çıkarıyor. Yani bizim yaşadığımız kriz öyle kendi yaptığımız bir hata falan değil, bizzat entegre olduğumuz sistemin krizi
Ancak sisteme bağımlılığımızı azaltarak bu çarpan etkisini küçültebiliriz. Yine dönüp dolaşıp “yerli ve milliyi” yükseltme zorunluluğuna geliyoruz.
Türkiye 2018’den bu yana Pakistan’a 4, Ukrayna’ya 2 korvet (küçük savaş gemisi) ihraç etti, Ukrayna’nın siparişi iki korvet daha yapım aşamasında. Malezya ile de 3 adet korvet imali için anlaşma imzalandı. Bizim ürettiğimiz İHA ve SİHA’ların dünya silah endüstrisinde bir “game changer – oyun kurallarını değiştiren” olduğunu yabancı savunma dergileri defalarca yazdı.
Bütün bunlar “İHA’lara, SİHA’lara dokunacağız”; “Bu Cumhuriyet silah, savaş uçağı, savaş gemisi yapmak için kurulmadı” diyen yerli mallarına rağmen gerçekleştirildi.
Evet, bunlar güzel haberler ama sıradan insanın yaşamına ne, ne kadar yansıyor? İç siyaseti asıl etkileyen de bu. Seçimi kazandıracak olan da kaybettirecek olan da bu.
Yine “asrın felaketinden” sonra deprem bölgesinde neler yapılıyor? Seçim sonuçlarını etkileyecek önemli bir etken de bu. 75 bin ev hak sahiplerine teslim edildi. Eğer önümüzdeki iki yıl içinde bölgede evsiz kimse kalmazsa, muhalefet o bölgeleri gözden çıkarsın.
Hükümet enflasyonla yeterince mücadele ediyor mu? Bu ölçülebilir, saptanabilir bir şey. Ekonomistler bunu yapıyordur. Ama benim vurgulamak istediğim nokta hükümetin enflasyonla canla başla mücadele etmek zorunda olduğu ve ettiğidir. Bu, hükümet için varlık sorunudur. Çünkü bu hükümetin “kaçarı” yoktur.
Kaçarı yoktur derken şunu demek istiyorum.
Daha önceki hükümetlerin kaçarı vardı.
Neydi on kaçma noktası?
Hükümetler zaten genel olarak gevşek koalisyonlar şeklindeydi ve bir kriz anında herkes bir tarafa kaçıyor, hükümet düşüyor, bankalar boşaltılıyor, hazine tamtakır bırakılıyor, herkes suçu birbirine atıyor ve kimseden hesap sorulamıyordu.
Şimdi ise krizin en doruk noktasında bile dağılmayan, kaçmayan bir hükümet var. Sorumluluklarını omuzlamış durumda, ne kaçacak yeri var, ne de kaçmaya niyeti. Bu sorunu ya çözecek ya çözecek.
Çözemezse?
O artık halkın kararı.