90’lara hüzünlü bir yolculuk…

Dün bir dizi daha yayın hayatına başladı “Annem Ankara”

Uzun zamandır bu kadar bağlanarak izlediğim yerli bir yapım olmamıştı. Zira sürelerin iki saati bulduğu yapımları takip etmek izleyici için, takip ettirmekse dizi emekçileri için çok kolay değil.

Annem Ankara 90’lar Türkiye’sinde şekillenen bir aile dramı. 90’lar kısmı önemli çünkü bana göre yaşanan zorluklar döneme göre artıyor. Nasıl mı?

Otuz yaş üstü hemen herkesin zihninde bulanık ama genellikle sıcak bir dönemdir 90’lar. İlişkilerin daha samimi geldiği, acıların bile gülümsenerek hatırlandığı, her şeyin tadının tuzunun ayrı olduğu yıllardır. Ama gerçekte öyle midir?

İnsan tabiatı gereği her şeyi kıyaslama eğilimdedir. Ve eski olan hep daha kıymetlidir. Daha iyidir demiyorum, daha kıymetlidir. Çünkü zaman elimizden hayatımızı alır. Gençliğimizi, anılarımızı, sevdiklerimizi. Bu sebeple zamana olan kırgınlığımızı eskileri anarak ve daha kıymetli görerek atlatmaya çalışırız.

Annem Ankara dizisinin hikayesi 90’lar yerine günümüzde geçseydi etkisi bu kadar güçlü olmayabilirdi.

Kısaca hikayesi, oyuncuları, yeri ve yayınlandığı dönem itibariyle çok doğru, çok başarılı bir iş.

Bergüzar Korel ve Mehmet Günsür’ün karakter çatışmasını yetenekleri ve doğallıklarıyla besledikleri yapımda neredeyse olmamış diyeceğim hiç oyuncu yok. Oyuncu seçimleri muazzam.

Gerçek bir hikâyeden uyarlanan senaryo ise dizinin en beğendiğim yönü oldu. Senarist Başak Angigün’ün kendi hayat hikayesini uyarlaması senaryoya adeta can vermiş. Bir yapımda diyalogların doğal olması, karakterlerin karikatür değil gerçek olması, çatışmaların nedenselliğinin doğru oluşturulması çok önemlidir. İşte, Başak Bey kendi hikayesini hisleriyle aktarmış. İnsan kendi yaşadığını anlatırken hislerini gizleyemez. Hisler gerçek olursa hikâye böyle muazzam olur.

Annem Ankara, izleyiciyi ikna etmeyi başaran, doğru bir dramatik yapıyla ilmek ilmek örülmüş bir senaryoya sahip.

Hiç eksiği yok mu? Elbette var. Yazının başında dediğim gibi 90’ları anmak ülkemiz için milli bir nostalji sporudur. Bu yüzden hemen her detayı çok iyi biliriz. Böyle bir işin sanatı da o denli iyi bilmeliydi işi. Evet çok emek var ama çok da fazla detay var. Dizi 90’lar işlerinde alışık olmadığımız bir renk paletine sahip. Aydınlık, parlak, çok renkli. Biz de o yıllar biraz daha soluk, daha puslu. Hele ki hikâye Ankara’da geçiyorsa…

Sanatı, senaryosu kadar zor kısmıydı. Her şeye rağmen sert eleştiriyi hak etmeyecek kadar başarılı. İleride daha da toparlanacağını düşünüyorum.

Eskiden evlere haciz gelir ne var ne yoksa götürülürdü. Bu diziyle o karanlık zamanları tekrar hatırladık. Haczin iyisi kötüsü olmaz elbette. Ama evlere haciz gelme olayı hakikaten büyük bir insan hakları ihlaliydi. Neyse ki geçip gitti.

Geçiyor yani. Eskide yaşanan eskide kalıyor.

Onurlu bir kadının ayakları üstünde durma mücadelesi verdiği yapımı izlemenizi öneriyorum.

Öneriyorum çünkü konusu onurlu bir kadının ayakta durma mücadelesi…

Bilmem anlatabildim mi?

Başa dön