Bazıları dünyanın en kötü çağına denk geldiğimizi düşünüyor. Ben öyle düşünmüyorum. Orta çağ Avrupa’sında yaşayan bir gence de bu soru yöneltilseydi o da en kötü dönemi yaşadıklarını iddia ederdi. “Meleklerin cinsiyetini neden tartışıyoruz? Veba sorununa faydası ne?” diye de eklerdi. Sorun yaşadığımız çağda değil. Sorun biziz. Bilge Kağan’ın asırlar önce de dediği gibi: “Zamanı Tanrı yaşar, insan oğlu hep ölmek için türemiş”
Zamanda ilerlediğimizi, geliştiğimizi ve öğrendiğimizi sanıyoruz. Ama aynı çemberin içinde dönüp duruyoruz. Bugün dünya da yaşanan acıların sebebi bu. Tarihi ifade eden rakamlar bizim icadımız. Hz. Adem’den beri aynı sorunlarla boğuşuyoruz. Ama bir şeyi öğrendik. Duygularımızı daha farklı yollardan ifade etmek. Sanat bu ifade araçlarından biri. Ama bence tarafsız olmasını beklemek yanlış. Sanat taraf tutar. Çünkü o da bizim eserimiz…
Bir dizi izliyoruz, yazarı “kendine göre” bir dünya inşa ediyor. O diziyi kıymetli kılan oyuncu kadrosu ya da bütçesi değil. Hikayesi. O hikâyede bizden bir parça bulabildiysek eğer yapım kıymetli hale geliyor.
İşte “This is us” benim için bu yüzden çok değerli bir yapım.
This Is Us, 2016 yılında Dan Fogelman tarafından tasarlanan ve yönetilen bir dizi. Aile bağlarını, kayıpları ve hayatta karşılaşılan zorlukları ustalıkla ele alıyor. Karakter derinlikleri ve duygu yüklü hikayeleriyle izleyiciyi sarıyor. Her bölümde, geçmiş ve günümüz arasındaki geçişlerle, yaşamın karmaşıklığını ve sevdiklerimizle olan ilişkilerimizin önemini vurguluyor. Duygusal anları ve sürükleyici anlatımıyla, izleyenleri düşündürüp duygulandırmayı başarıyor. Kısaca bize dair, bize iyi gelecek, bize yol gösterecek bir öğüdü var. Hem de yaraları daha da kanatmadan…
Ve bir belgesel…
TABİİ platformunda yayınlanıyor.
Kutsal İşgal: Filistin topraklarını gasbetmek
Hani tarih boyunca devam eden kısır döngü var ya, işte o döngünün bir yansıması İsrail-Filistin savaşı. Tüm dünyanın takip ettiği ama kimsenin gerçekten anlamlandırmadığı bir savaş. Kimi coşkuyla izliyor kimi acı içinde. Orada olan biteni uzaktan izlemek ve yorum yapmak doğru değil. Çünkü uzaktan gerçekleri değil görmek istediklerimizi görüyoruz.
Beni bu belgeselde en çok etkileyen şey, röportajları İsrailli radikal örgüt üyeleri ve İsrail politikalarını onaylamayan Yahudiler ile yapmış olmaları. Şimdiye dek bu konuyla ilgili pek çok belgesel izledim. Ama hepsi Filistinlilerin gözünden anlatılmıştı. Bu defa çarpıcı bir şekilde karşı tarafın sözlerini duyuyorsunuz. Ve gerçekten duymak isteyenler için inanılmaz şeyler söylüyorlar. Cesaret hapı içmiş gibiler. Hayallerini, planlarını gizlemiyorlar. Özellikle radikal örgüt üyeleri bir işgalin nasıl gerçekleştiğine dair stratejilerini sıradan bir olaymışçasına aktarıyor.
Yapım ekibi çok iyi bir iş çıkarmış. Girilmesi imkânsız olarak görülen yerlere girip, gizli çekimlerle gerçekleri gözler önüne sermişler. TABİİ platformunu ve ekibi kutlarım.
Şunu da eklemek isterim; o cesaret hapından içmesini umduğum çok insan var….
Ve son olarak…
Sosyal medyanın gücünü belki de en verimli kullanan kitle gezginler. Youtube gezi kanallarını sıkça takip ederim. Aralarında beğendiğim kanalları sizinle paylaşacağım.
İlki “Solo Buradaydı”
Süleyman, yıllardır dünyanın en tehlikeli noktalarına geziler yapan cesur bir arkadaş. Tavrı, tarzı alışılmışın dışında. Gezilerinde bazı gezginlerin aksine kamerasından çok kullandığı şey muhabbeti. İletişimin ne kadar önemli olduğunun yaşayan kanıtı. Çok akıllıca bir yöntemi var; eğer ona zarar vermesi muhtemel insanlarla karşılaşırsa ilk hamleyi yapıp doğruca elini uzatıyor, selam veriyor ve arkadaş oluyor. O tehlikeli tipler bir anda Süleyman’a aradığını bulması konusunda yardımcı olmaya çalışan yerel halka dönüşüyor.
İşte yazımın başında bahsettiğim asırlardır devam eden kaosun çözümü bu…. Doğru iletişim.
Peki insanoğlu bir gün bunu öğrenebilecek mi?