Bazen bir dizi ya da film sadece ekranda akıp giden sahnelerden ibaret değildir. Bazıları, yıllar önce yaşanmış bir hikâyenin yankısını günümüze taşır. Bir eski fotoğrafın kenarına ilişmiş bir not gibi, sessiz ama derin bir şekilde geçmişi bugüne dokundurur. Bu hafta, sizi geçmişin izlerini taşıyan iki yapımla tanıştırmak istiyorum. Birisi bireysel hafızanın labirentlerinde dolaştırırken, diğeri büyük tarihsel kırılmaların insan ruhunda bıraktığı izleri anlatıyor.
Dizi Önerisi: Olive Kitteridge (2014)
Elizabeth Strout’un Pulitzer ödüllü romanından uyarlanan bu mini dizi, Amerika’nın küçük bir sahil kasabasında yaşayan Olive Kitteridge’in hayatına odaklanıyor. Başta sert ve soğuk biri gibi görünen Olive’in, yıllar içinde iç dünyasına nasıl sıkıştığını, sevdikleriyle kurduğu mesafeli ilişkileri ve içindeki sevgiyi ifade edemeyişini izliyoruz.
Hayat bazen böyle değil mi? İçimizde söyleyemediğimiz kelimeler büyüyüp engellere dönüşür. Sevdiğimiz insanlara yakın olmaya çalışırken, fark etmeden onları uzaklaştırırız. Olive Kitteridge bize, insan ruhunun karmaşıklığını, hatalarımızı ve sevginin farklı yüzlerini anlatan, derin ve sarsıcı bir hikâye sunuyor.
Film Önerisi: The Dig (2021)
Arkeoloji meraklısı biri olarak filme başlarken beklentim daha farklıydı. Ancak toprak ve bedenimizin benzerliği karşısında şaşkına döndüm. Biri tarihin izlerini diğeri ise duygularımızı gizleme konusunda çok başarılı. Bir arkeolog hassasiyetiyle yaklaşılmadığı sürece de bir insanın duygularını anlamak, derinlere inmek mümkün değil.
Gelelim filme…
Simon Stone’un yönettiği The Dig, 1939 yılında İngiltere’de geçen gerçek bir hikâyeye dayanıyor. Bir dul kadın, topraklarında bir kazı başlatır ve o kazı, tarihin derinliklerinden gelen büyük bir keşfe dönüşür. Ancak film yalnızca arkeolojik bir keşfi anlatmaz, aynı zamanda insanların kendi iç dünyalarında yaptıkları kazıları, yüzleşmeleri ve kaybettiklerini yeniden bulma çabalarını işler.
Bazen asıl kazıyı toprakta değil, kendi geçmişimizde yaparız. Eski defterleri açar, yıllar içinde üzeri örtülmüş gerçekleri buluruz. The Dig, savaşın eşiğindeki bir dünyada bile insanın geçmişini anlamaya duyduğu ihtiyacın, onu geleceğe bağlayan en önemli şey olduğunu hatırlatıyor.
Bunlar iz Bırakan Hikâyeler. İzleri takip eden hazineye ulaşır…
Olive Kitteridge ve The Dig, geçmişle hesaplaşmayı, insanın kendi içindeki çatışmalarını ve hayatın bazen ne kadar ağır ama bir o kadar da anlamlı olduğunu hatırlatıyor.
Sahnelerin ardındaki yankıyı duymaya çalışın. Çünkü bazı hikâyeler, yalnızca gözlerinizle değil, ruhunuzla gördüğünüzde tamamlanır…