Kuşkusuz doktor bile “Çok yaşamazsın” dese, biz çok geçmez ölüveririz. Onunki yaşamaya mı heves, dünyada kalıp yapmak istediklerine mi büyük bağlılık bilmiyorum. Kim bilir, belki hepsi birden.
Dilerim, söylemek istediği her sözü tamamlayıp öyle göçmüştür bu dünyadan…
Çocukluğu ve eğitim hayatı
Stephen, 8 Ocak 1942’de Oxford, Birleşik Krallık’ta, Isobel ve Frank Hawking’in çocuğu olarak dünyaya geldiğinde ailesi ona "Stephen William Hawking" adını verdi. Oldukça zeki bir çocuktu. Dünyayı değiştiren görüşleri olacağını gizleyen çocuk yanıyla, sıradan bir hayata başlamıştı…
Stephen 8 yaşındayken, Londra’dan 20 mil uzakta bulunan St. Albans’a yerleştiler ve 11 yaşındayken de St. Albans Okulu’na kaydoldu. Başarılı bir öğrenci değildi, genelde kötü notlar alıyordu. Çok çalışarak notlarını orta seviyeye çıkardı; ama daha fazlası hiç olmadı. Buna karşın çok zeki olduğu su götürmez bir gerçekti.
Onun derslerde gözü yoktu. Sadece Matematik ve Fizik derslerine ilgiliydi. Biyolojiden ise nefret ediyordu. Ona göre çok belirsiz, çok ezberli bir dersti. Çevresinde gördüğü her eşyanın çalışma mekanizmasını incelemek daha mantıklıydı. Çocuk yaşlarını eşyaların nasıl çalıştığına duyduğu merakı geliştirmekle geçti. İşte bu sebepten ona “Einstein” takma adını takmıştı. Geleceğin dâhisi olduğu bugünlerden kabul görmüştü.
Eşyaların çalışma düzeni, okul hayatı derken zaman geçti ve üniversite zamanı geldi çattı. Stephen, Oxford Üniversitesi’ni burslu olarak kazanmıştı…
Babası tıp okumasından yanaydı; ama Stephen’in gönlü Matematik’e kapılmıştı. Ancak okulda Matematik Bölümü yoktu. O da Fizik öğrenimi görmeye başladı…
Üçüncü yılın sonunda doğa bilimlerinde birinci sınıf onur madalyası ile ödüllendirildi. Daha sonra da Oxford’da bulunmadığından, kozmoloji dalında çalışmak üzere Cambridge’ye gitti. Burada danışmanı “Fred Hoyle” olsun istese de, kendisine “Dennis Sciama” atanmıştı.
Doktorasını da aldıktan sonra ilk önce araştırma asistanı, ardından da Gonville and Caius College’de Profesör Asistan olacaktı… Tabii hayatında çok şey değiştikten sonra…
Yalnızlıktan kaçış
İnsanları da kendisini de şaşırtıyordu. İnsan her zaman öyle kolay fark edemiyordu kim olduğunu. Bunun da şüphesiz sonu yalnızlıktı ve Stephen de yalnız kalmıştı. Belki de tercih etmişti. Yaşadığı yalnızlığı ve dolayısıyla hissettiği mutsuzluğa çözümü, üniversitede kürek takımına katılmak oldu.
Kürek takımının dümencisiydi. Öyle iri yapılı bir vücudu yoktu nihayetinde. Bu yapıda kişilerin kürek takımındaki görevi kürek çekmek olmuyordu. Yön ve hız verme amaçlı dümende bulunuyordu. Belki kürek çekmedi; ama bu takıma katılmak popüler bir kişi olmasını sağlamaya yetmişti.
Ders çalışma fikrinde yine çocukluğuna dönmüştü. Haftada 6 öğleden sonra kürek takımıyla çalıştığından ders çalışma düzenini tamamen bozdu. Temposu çok yoğundu. O da işin ona daha keyifli gelen kolay yönüne kaçtı ve laboratuvar raporlarını hazırlamak için yaratıcı analizler kullandı.
ALS hastalığının pençesinde
Stephen, 21 yaşındaydı ve yüksek lisans öğrencisiydi. Vücudunda yavaş yavaş sendeleme ve genel sakarlık hali baş göstermişti. Doktorlar ona ALS (Amyotrofik Lateral Skleroz) teşhisi koydu.
Bu kadarla bitmemişti; doktorlar, çok büyük olasılıkla birkaç yıl içinde öleceğini söylemişti. Bu hastalık, zamanla motor nöronların yüzde 80’ini öldürerek sinir sistemini felç etti. Ancak beynin zihinsel faaliyetlerinde bir sorun yoktu. Sadece bundan sonraki hayatını tekerlekli sandalyede sürdürmesi gerekecekti.
Hastalığı beyninden geçen fikirleri, teorileri yıldıramadı. Stephen Hawking, ALS’ye rağmen, dünya genelinde tartışmalar yaratan fikirleri, teorileri ve aşklarıyla tarihe adını yazdıracaktı. Daha çok evrenin temel prensipleri üzerine çalışıyordu.
Stephen Hawking evlendi
Stephen, yaşamı boyunca çalışmaları ile dünya basınında yer edecekti. Ancak tek konu çalışmaları olmayacaktı. Aşkları da en az teorileri kadar ilgi çekmişti.
Stephen, Jane Wilde ile tren istasyonunda tanıştı. Henüz birer genç üniversite öğrencisiydiler. 1964’te Stephen’in tedavisi olmayan hastalığı teşhis edildiğinde, hemen evlendiler. Gençliklerinin duygusallığı ile verdikleri bu kararı yıllar sonra ikisi de kendi gözünden açıklamıştı. Jane, “Stephen’in ne kadar yaşayacağını bilmiyorduk” demişti. Stephen ise, Jane ile olan evliliğini “bir dönüm noktası” olarak değerlendirmişti.
Düğünlerinde Stephen ancak baston yardımıyla ayakta durabiliyordu ve en büyük destekçisi de elbette Jane’di. Sonunda evlenmişlerdi.
1960’ların sonuna vardıklarında kol ve bacak kasları Stephen’i ayakta tutacak gücü tamamen yitirmişti. Nihayet sonunda tekerlekli sandalye kullanmaya ikna olmuştu ki, bir nebze olsun işler kolaylaşmıştı.
1967’de bu iki çılgın gencin Robert adını verdikleri bir oğulları, 1970’te de Lucy adını verdikleri bir kızları dünyaya geldi. 1979’da bir çocukları daha olmuştu. Üç çocuktan sonra Jane ve Stephen 1991’de ayrıldı.
Stephen’in giderek artan şöhreti çiftin üzerinde inanılmaz bir baskı kuruyordu. Hastalığının getirdiği zorluklar da üzerine tuz biber oluyordu. Son olarak da Stephen’in ilk tekerlekli sandalyesinin tasarımcısı David Mason’un karısı ve bakıcılarından biri olan Elaine Mason ile yaşadığı ilişki ipleri tamamen koparmıştı. Elaine, Stepen’in ikinci karısı olacaktı.
Jane tüm bu süreci şöyle özetliyordu: "Aileyi boşvermeye başladığını hissediyordum. Stephen kocamdı ve çocuklarımın babasıydı ama bir anda çevresi, 'Müthiş zekisin! Ayaklarının altındaki toprağa tapıyorum ya da bu durumda tekerleklerinin altındaki...' gibi dalkavukça şeyler söyleyen insanlarla doldu. Bu moral bozucuydu ve sonunda bakıcısıyla ilgilenmeye başlaması bardağı taşıran son damla oldu."
Olayın travmatik başka yönü de vardı tabii. 1990’da ilişkilerinde geldikleri durumu Jane tek kelime ile “tükenmişlik" olarak tanımlıyordu. "Suçsuzdum, öyle sanıyorum. Eve aldığımız bakıcının, engelli bir kişinin ve ailenin geri kalanının bakımına yardımcı olacağını umuyordum. Bunlardan çok azı oldu. Umutsuzdum, bu yükü daha fazla taşıyamayacağımı düşünüyordum çünkü çok bitkin düşmüştüm" diye aktarıyordu düşüncelerini ve de hislerini…
Jane de koro şefi Jonathan ile bir ilşkiye başlamıştı. Stephen’in bu ilişkiden haberi vardı. Elaine de bu ilişki karşısında sürekli onu kışkırtıyordu. Stephen, sessiz kalmayı ve hatta onaylamayı tercih etti. Ancak nihayet Elaine, Stephen’i ele geçirdi ve boşanmaya sürükleyen bulutlar çatılarının üzerinde birikmeye başladı. Stephen boşanmayı düşünmese, Jane hem Jonathan’ı hem de Stephen ve ailesini sevecek kadar sevgi dolu ve güçlü hissediyordu aslında.
Jane ve Stephen, 1995’te resmen boşandılar. Stephen, bakıcısı Elaine ile evlendi. 2000’li yılların başında, Elaine’in Stephen’e şiddet uyguladığı yönünde dedikodular çıktı. Polisin başlattığı incelemede Stephen sessizliğini korudu. Ancak evlilikleri de 2006’da sessiz sedasız sonlandı.
Hayatı, Jane ile yaşadıkları “The Theory of Everything” (Her Şeyin Teorisi) adı verilen bir film ile 2014’te beyaz perdeye taşınacaktı…
Çalışmaları
Stephen, 1973’te, Gökbilim Enstitüsü’nden ayrıldı ve Uygulamalı Matematik ve Kuramsal Fizik Bölümü’ne geçti. 1979’dan sonra da, Matematik Bölümü’nde “Lucasian Matematik Profesörü” oldu.
Bu özel bir profesörlüktü. Çünkü bu birim, 1663’te üniversite parlamento üyesi “Henry Lucas” tarafından kurulmuştu. İlk olarakIsaac Barrow, ardından da 1669’da Isaac Newton’a verilen bu görev sırasında Stephen Hawking, evrenin temel prensipleri üzerine çalışıyordu.
Bu çalışmalarının sonunda, “Roger Penrose” ile birlikte “Einstein”in uzay ve zamanı kapsayan “Genel Görelilik Kuramı”nın “Big Bang” ile başlayıp karadeliklerle sonlandığını göstermişti. Bu sonuç ise, Genel Görelilik Kuramı ile Kuantum mekaniğinin birleştirilmesi gerektiğini doğruluyordu.
Bu birleşmenin bir sonucu da, karadeliklerin aslında tamamen kara olmadığı, ancak radyasyon yayıp buharlaşıyor ve görünmez oluyorlardı. Bir diğer sonuç da, evrenin bir sonu ve sınırı olduğuydu. Bu da eklenince, demek oluyordu ki, evrenin başlangıcı, tamamen bilimsel kurallar çerçevesinde meydana geliyordu.
Stephen Hawking’in bu buluşu, yirminci yüzyılın ikinci yarısının en büyük buluşlarındandı.
Sonra sesini yitirdi
Tam 25 yıl bir yandan asırlarca sürmüşçesine, bir yandan da su gibi akıp gitti. 1985’te tekerlekli sandalyesine bir aparat daha eklenmesi gerekti. Çünkü Stephen, sesini de yitirmişti. Koltuğuna, yazıları sese dönüştürebilen bir bilgisayar bağlandı. Bu sayede insanlarla iletişim kurabilecekti. En büyük destekçisi de kuşkusuz ailesiydi.
Stephen, konuşmak istediği zaman elindeki elektronik cihazı sıkıyor ve sandalyesine bağlı özel bilgisayarın ekranına dakikada ortalama 10 kelime sıralayabiliyordu. Belki sesi yoktu, ama anlatacakları çoktu. Sağlıklı bir insanın konuşmalarında kullandığı kelime sayısı ortalama 2500 idi ve Stephen’in bilgisayarının hafızasında tam 2600 kelime vardı. O sadece sessiz bir dehaydı. Eksik olan kelimeler değil sesti ve Stephen bu koşullarda bile duygularını ifade edebiliyordu.
Stephen Hawking ve kitapları
Stephen Hawking de tüm dehalar gibi çağının ötesinde seyreden çalışmalar sergiliyordu. Kuantum fiziği ve kara deliklerle ilgili ortaya attığı iddialarla, son zamanların yaşamış bilim adamları arasında en çok bilineniydi. Teorileri ve evrenle ilgili yazdığı kitapları 40 dile çevrildi. Üstelik çılgın teorik bilgilerini popülerleştirmek için gereken maddi bağımsızlığı sağlayacak kadar da satmıştı. Üstüne kazancı Cambridge Üniversitesi’ndeki uygulamalı matematik ve teorik fizik laboratuvarını da geliştirmesine yeterdi.
Özellikle hastalığı onu daha çekici hale getiriyordu. Çünkü bu hastalıktan doğan bir gizem söz konusuydu. Belki de bu sebepten fikirleri, teorileri hep ilgi çekici bulunuyordu. Bir de şu vardı: Kuşkusuz insan, kendini sorguluyordu. Böylesine güçlü bir hastalığın teşhisinden sonra teoriler, evren bir yana dursun, gündelik hayatından vazgeçecek nasıl bir çoğunluktuk…
Hiç durmadı. Hep araştırmaya ve şaşırtmaya devam etti. 2013’te yayımladığı, “Ceviz Kabuğundaki Evren” adını verdiği kitabında, dünyayı bekleyen büyük bir felaketten bahsediyordu mesela. Çözüm olarak da insanlar, uzayda koloniler kurmalıydı.
Yine de ona ilk kez şöhreti tattıran kitabı, 1988’de yayımladığı, 2002 itibariyle 90 milyondan fazla satan “Zamanın Kısa Tarihi: Büyük Patlamadan Karadeliklere” idi. “Ceviz Kabuğundaki Evren”de ilk kitabından bu yana gerçekleşen önemli buluşların ardındaki sırları açık ediyordu ve “Zamanın Kısa Tarihi”nin devamı niteliğinde denebilirdi. Hawking, Einstein’den bu yana dünyaya gelmiş en mükemmel teorik fizikçi kabul ediliyordu ve yazdığı onca kitapla da bu yönünü perçinlemişti.
Sadece bilimsel kitaplar yazdığını sanıyorsanız ise, yanılıyorsunuz. Stephen, kızı Lucy ile evreni kapsayan çocuk kitapları da yazmıştı: “Evrene Açılan Gizli Anahtar”, “George ve Kırılmayan Şifre”, “George’nin Kozmik Hazine Avı”, “George ve Büyük Patlama”…
Yerçekimsiz ortamda uçuş
Stephen, uzayın varlığına fazlasıyla inanıyordu. 2007’de, 65 yaşındayken, hayatının yolculuğunu yaptı. Yerçekimsiz ortamda, sandalyesinden bağımsız havada durabildi. Bu şekilde havaya asılıp kalmak, Stephen’i mutlu etmişti.
Ona göre, küresel ısınma, nükleer savaş derken insan ırkının uzun bir geleceği olacaksa bu ancak uzayda mümkündü.
2008’de NASA’nın 50. Yıl dönümü kutlamasında konuşmacı olarak da uzay konusundaki fikirlerini dile getirmişti.
Uzayla ilgili görüşlerini şöyle aktarmıştı: "Yeryüzündeki yaşamın, aniden çıkabilecek bir nükleer savaş, genetiği değiştirilmiş bir virüs gibi felaketler ve giderek artan başka tehlikelerle yok olma tehdidiyle karşı karşıya olduğuna inanıyorum. İnsanoğlunun uzaya gitmediği sürece bir geleceği olduğunu sanmıyorum. Bu yüzden, insanların uzaya ilgi duymasını teşvik etmek istiyorum".
Ödülleri
Stephen Hawking, tüm Fizik kariyeri boyunca inanması güç etkileyici ödüller ve nişanlar serisine layık görüldü.
Kraliyet Derneği Üyeliği’ne kabul edilmişti. “Bilim Altın madalyası” ile onurlandırıldı. Elbette “Alber Einstein Ödülü”ne layık görüldü. “Hughes Madalyası”nı da aldı.
Onurlandığı ödülleri arasında kuşkusuz Cambridge Üniversitesi “Lucasian Matematik Profesörü” unvanı da sayılmalıydı…
Stephen Hawking öldü
14 Mart’ta Stephen Hawking’in ölüm haberini aldık. Tüm dünya yine onu konuşuyordu. Bir dehanın ölümü kolay sindirilmiyordu kuşkusuz.
Stephen Hawking, ALS hastalığı sebebiyle Cambridge’de ölmüştü. Doktorlara göre çok önce ölmüş olması gerekse de, O 76 yaşındaydı. Neredeyse ömrü boyunca tekerlekli sandalyede yaşamış olsa da, Hawking bir insanın dünyaya boşuna gelmediğini tüm dünyaya kanıtlamıştı.
Teorileriyle, akılları sarsan fikirleriyle bir Stephen Hawking geçti bu dünyadan…
İyi ki…
Not:
Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.
Instagram: biyografivekitap
Daha Fazla Yorum Yükle
0 Yorum Yapılmış