Bugün 28 Şubat 2020! Yaşar Kemal bu dünyadan göçeli 5 yıl oldu...
*
Bugün 6 Ekim 2017; Yaşar Kemal’in doğum günü. Birazdan okuyacağınız sebeplerden ötürü tam olarak kaçıncı yılı olduğunu kestiremiyorum. Ama önemli olan bu değil. Önemli olan, insan ruhunun derinliklerini kavrayan, şaşırtan, acı acı gülümseten bir yazar doğmuş bugün.
Çok erken yaşlarda acının ne olduğunu öğrenip, içinde kopardığı feryatları eninde sonunda sevgiye çeviren, çevirmesini bilen Yaşar Kemal…
Yaşadıklarından sonra yok olup gitmek yerine, yaşama tutunan, annesine sarılan, rızasına sığınan Yaşar Kemal…
İyi ki doğdun…
Çocukluğu
Yaşar, 6 Ekim 1926’da Adana’nın o zamanlar ilçe olan Osmaniye’ye bağlı Hemite köyünde Nigar Hanım ve Çiftçi Sadık Efendi’nin oğlu olarak doğduğunda ailesi ona Kemal Sadık Gökçeli adını verdi. Ailesi önceleri Van gölü yakınlarındaki Ernis köyünde yaşıyordu. I. Dünya Savaşı sırasındaki Rus işgalinden sonra Osmaniye’ye yerleşti.
Doğduğu köy bir Türkmen köyüydü ve Yaşar bu köydeki tek Kürt ailenin çocuğu olarak doğmuştu. Bu evde büyürken ikiye bölünmüş dille geçireceği çocukluğunu. Yaşar’ın evinde Kürtçe, köyde ise Türkçe konuşuyordu. İşte bu dönemde yaşadıklarını yıllar sonra şu cümlelerle anlatacaktı:
“Babam, anam Doğu Anadolu’dan, 1915'te Rus ordusu Van'ı işgal edince, oradan bir buçuk yılda Çukurova'ya gelerek bu köye yerleşmişler. Köyde bizimkilerden başka Kürtçe konuşan hiç kimse yoktu. Ben kendimi bildiğimde Kürtçe sadece bizim evin içinde konuşuluyordu. Ben doğduğumda babam çok yaşlı, belki elli yaşın üstündeydi, anam da çok gençti. On yedi yaşında. Evde babamın bir kardeşi, onun karısı, bir de akrabaları bir genç kız vardı. Amcamın karısının bir elini Van'da bir top gülle parçası almış götürmüştü. Aile bir bey ailesiydi. Ailenin mensup olduğu Luvan aşiretinin son beyi Gulihan Bey, babamın amcasıydı”
Yaşar’ın kimliği ilkokulu bitirdikten sonra çıkartılmıştı ve tarih 1926’ydı. Ancak yıllar sonra kendisinin belirttiği üzere hesaplamaları doğum yılının 1923 olduğunu gösteriyordu. Elbette bu tarih de yanıltıcı olabilirdi. Sadece doğduğu sırada köylülerin yayladan dönmeye başladığı bilgisi gibi küçük ipuçları vardı elinde. Bu da tahmini olarak Ekim ayına denk geliyordu.
Babası öldürüldü
Yaşar üç buçuk yaşlarındaydı; bir kurban kesimi sırasında meraklı her çocuk gibi pür dikkat o ana şahitlik ediyordu. Burası Adana; eğer bu topraklarda büyüyen bir çocuksan şahit olacağın en doğal olaylardan biriydi kurban kesimi.
Kesim sırasında halasının kocasının elindeki bıçak kaydı. Ne yazık ki Yaşar’ın gözünü nişan almış; sağ gözü kör olmuştu. Bu onun yaşadığı ilk tramvaydı, ama asla son olmayacaktı.
Hepimizin çocukluğundan kalma travmaları vardı elbet, ama Yaşar’ınki oldukça ağırdı. Zira babasının ölümüne şahit olduğunda, Yaşar 5 yaşına bile basmamıştı. Babası camide namaz kılıyordu. O gün Yaşar da onunla gitmişti o gün. Babasını, Van’dan göç ederken ölümden kurtardığı, beslediği, oğlum dediği Yusuf hançerleyerek öldürmüştü. Kan davası söz onuşuydu.
Yaşar tam 12 yaşına kadar kekemeliğinden kurtulamadı.
Yaşar, Yaşar Kemal olduktan sonra bu anı da şöyle dile getirecekti: “Ben babamın camide, o, namaz kılarken yanındaydım. Hançerlendiği akşamdan sonra sabaha kadar yüreğim yanıyor diye ağladım”.
Yaşar büyürken
Babası öldüğünde Yaşar, birden, kocaman bir adamın yüreğinin ağırlığını ve küçücük bir çocuğun korkusunu aynı anda hissetti. Nigar Hanım da aynı şiddette üzgündü. Ama hayat devam ediyordu, üstelik yaşamının koşullarıyla…
Nigar Hanım, kocasının ölümünün ardından Yaşar’ın amcası Tahir Efendi ile evlendi. Babası yaşarken ekonomik durumları da yerindeydi. Ölümünün ardından bir anda köyün en fakir ailesi oluverdiler.
Yaşar, okula da geç başlamıştı bu süreçte. Bu şekilde babasız kalmanın ağırlığı yük olup yüreğini ve omuzlarını bastırmıştı. Bir gün köye gelen çerçinin borç defterinde öğrendi; yazı diye bir şey vardı. 8 yaşındaydı, ama henüz okul yolunun, bir önlüğün, kalemin, silginin ne olduğunu, kitap kokusunun nasıl bir his olduğunu bilmiyordu.
Adana’nın Burhanlı köyünde ilkokula başladığında Yaşar, 9 yaşına basmıştı. Bu okul işi keyifli bir mesele gelmişti ona; ilk üç ayda okumayı da yazmayı da öğrendi.
Ortaokula da gitme fırsatını bulmuştu, ama tamamlayamadı. İkinci sınıftayken Türk Maarif Cemiyeti’ne yatılı olarak başladı, ancak üç aylık bir devamsızlık sonucu son sınıftayken, okuldan atıldı. Demek ki şartlar bunu gerektiriyordu.
Artık çalışmaya başlamalıydı…
Çalışma hayatı
Yaşar’ın çalışma hayatı 1941’de Kuzucuoğlu Pamuk Üretme Çiftliği’nde Irgat Katipliği ile başladı. 1942’de Adana Halkevi Ramazanoğlu Kitaplığı’nda memurluk yaptı. Zirai Mücadele’de Irgat başı oldu, sonra da Kadirli’nin Bahçe köyünde öğretmen vekilliği yaptı.
İlmek ilmek dokudu hayatını; okul sıralarında değil belki ama pamuk tarlalarında, çeltik tarlalarında yetiştirdi kendini…
Edebiyata adım adım
Aslında çocuk yaşta düşmüştü Yaşar’ın gönlüne Edebiyat sevdası; ilkokula başlamadan önce, hani şu yazmanın ne olduğunu bir çerçinin borç defterinden öğrendiği o gün. İşte o gün, içinde doğan bir “yeni” vardı.
Yine ilkokula başlamadan önce, yazmanın ne olduğunu görmeden de önce, şiirle yola koyuldu Yaşar. O çocuk yaşına bakmadan yaşlı halk şairlerinin atışmalarına ortak oluyor, onlarla aşık atıyordu.
Sonra ilkokulda bir arkadaşı oldu Yaşar’ın; Aşık Mecit. Mecit, çok iyi saz çalıyordu, Yaşar da şiir okurdu, atışmalara katılırdı. Okulda, düğünlerde, bayramlarda Aşık Mecit ile hep atıştılar. Aslında Yaşar da çok iyi bir saz ustası olabilirdi, ancak bu asla mümkün değildi. Çünkü annesi Yaşarım saz çalar, aşık olur da diyar diyar gezer diye çok korkuyordu. Biricik oğlunu, kocasının tek hatırasını gözünün önünden ayıramazdı…
Annesi ilk zamanlar Yaşar’ın şiir okumasına da karşıydı. Ancak bir gün babasının koruyucusu Zalanınoğlu adındaki eşkıya öldürüldü ve Yaşar sabahlara kadar ağıt yaktı. İşte o gece, Yaşar annesini de aştı ve artık bir halk aşığı olma yönündeki tek engelinin de inadı kırılmıştı.
Annesi ilk zamanlar şiir okumasına karşı çıkarken daha sonraları babasının koruyucusu olan Zalanınoğlu adındaki eşkiyanın öldürüldüğünü duyan Yaşar, sabahlara kadar ağıt yaktı. Yaktığı ağıtı annesi dinlemiş ve onun bu ağıtını beğenmiştir. Yaşar Kemal'in ifadesiyle artık annesini de yenmiştir ve bir halk aşığı olma yolunda hiçbir engel kalmadı.
Yazmaya ilk folklor denemeleriyle, ortaokuldan ayrıldıktan sonra başladı.
1940’lı yılların başıydı. Yaşar, Adana’da çıkan Çığ dergisi sayesinde Abidin Dino, Arif Dino ve Pertev Naili Boratav gibi sanatçı ve yazarlarla tanışma fırsatı buldu.
Siyasi görüşünü savunmaya da merak sarmıştı. Hatta siyasi nedenlerle ilk kez tutuklandığında henüz 17 yaşındaydı.
Edebiyat dünyasına ilk resmi girişini ortaokul yıllarında yazmaya başladığı folklor denemelerinden bir derleme ile 1943’te yayımladığı “Ağıtlar” ile yaptı. Bir sene sonra da ilk hikaye kitabı, “Pis Hikaye”yi yayımladı. Bu kitabı da askerliği sırasında Kayseri’de yazmıştı.
Yaşar Kemal evlendi
Yaşar, 1952'deThilda Serrero ile evlendi ve 2001'e kadar evli kaldılar.
200'de ise, iinci kez, Ayşe Semiha Baban ile evlendi.
İki evliliğinde de bir yazar ve şair ruhuyla bulunmuştu...
Yaşar Kemal tutuklandı
Yaşar, askerliğini yaptıktan sonra, yüreği sanat sevdasına düşmüş her kişi gibi İstanbul’a gitti; yıl 1946 idi. Elbette para kazanmak zorundaydı. Fransızlar’a ait Havagazı Şirketi’nde Gaz Kontrol Memuru olarak çalıştı. Yazmak eylemi hayatında hep vardı. 1948’de Kadirli’ye geri döndü. Şartlar yine öyle gerektirmişti. Burada çeltik tarlalarında kontrolörlük yapmaya devam etti.
1950 gelip çattığında, bu yıl Yaşar için pek iç açıcı geçmeyecekti. Komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklanıp Kozan cezaevine gönderildi.
Yazar Yaşar Kemal
Cezaevinde 1 yıl kaldı Yaşar; çıkar çıkmaz da İstanbul’a gitti. Artık tam bir yazar olarak 1951 – 1963 arasında Cumhuriyet gazetesinde Yaşar Kemal imzası ile fıkra ve röportaj yazdı.
Bu süreçte de kitaplar yazmaya devam etti. 1952’de ilk öykü kitabı “Sarı Sıcak”ı yazdı. Ama bugün onu “Yaşar Kemal” olarak bize tanıtan, kırktan fazla dile çevrilen romanı “İnce Memed” oldu.
İnce Memed’i yazmaya aslında 1947’de başlamıştı, fakat yarım bıraktı. 1953 yılının sonlarında bitirdi. Bu romanı bu kadar sevdiren, dilden dile çevrilmesine sebep bir hikayesi vardı; bu eşkıyalığın hikayesiydi.
Romanı ona yazdıran olay, eşkıya olan amcasının oğlunun dağda vurulmasıydı. Çocukluğu eşkıyalığın içinde, tüm yaşananları gözlemleyerek geçmişti Yaşar’ın. Dayısı en büyük eşkıyalardan biriydi. Büyüdüğü çevrede 1936’lara kadar beş yüze yakın eşkıyanın varlığı söz konusuydu. İşte bu eşkıyalardan biri, Kurtuluş Savaşı’nda Kadirlileri ilk örgütleyenlerden olan Karamüftüoğlu ailesinden namını yaymış Remzi Bey’di. Remzi Bey, Yaşar’a ilk “İnce Memed” hikayesindeki “Çakırdikeni” başlıklı diken hikayesini anlatmıştı ve birlikte “eşkıyalığın felsefesini” yapmışlardı.
Yaşar Kemal’in siyasi yanı
Yaşar, siyasi görüşünü belli etmeye bıyıklarını terlettiği yaşlarda başlamıştı ve hiç vazgeçmedi.
1962’de Türkiye İşçi Partisi’ne girdi ve burada Genel Yönetim Kurulu üyeliği, Merkez Yürütme Kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Yazılarında siyasi görüşünü geçirmekten ya da direk siyasi etkinliklerde bulunmaktan geri durmuyordu. Dolayısıyla birçok kez kovuşturmaya uğradı.
1967’de siyasi bir dergi olarak kurulan haftalık “Ant” dergisinin kurucuları arasındaydı. 1973’te de Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşundaydı ve 1974 -1975’te Genel Başkanlığı’nı yaptı.
1988’de kurulan “PEN Yazarlar Derneği”nin de ilk başkanı yine Yaşar Kemal’di.
1995’te “Der Spiegel”de yazdığı bir yazı nedeniyle İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı, ancak aklandı. Yine bu sıralar “Index on Censorhi’te yazdığı bir yazıdan dolayı da 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkum edilmişti. Bu ceza da ertelendi.
Yaşar Kemal’e ödüller
Türkiye’den aldığı birçok ödül vardı Yaşar Kemal’in, ama bir yandan da o, uluslararası bir yazardı. Bu yüzden, “Uluslararası Cino del Duca Ödülü, Legion d’Honneur Nişanı, Fransız Kültür Bakanlığı Commandeur des Arts et des Letters Nişanı, Commandeur Payesi, Fransa Cumhuriyeti tarafından Legion d’Honneur Grand Officer Rütbesi” gibi ödüllere de layık görüldü.
Bu kadarla sınırlı olmadı. İkisi yurt dışında, Beşi Türkiye’de olmak üzere toplam 7 "Fahri Doktorluk Payesi" de kazanmıştı.
Ayrıca 1973’te "Nobel Edebiyat Ödülü"ne aday gösterildi ve aynı zamanda Yaşar Kemal o güne kadar Nobel’e aday gösterilmiş ilk Türk’tü. Bu konuyla ilgili bir röportajında da şöyle demişti: “Ölene kadar da aday olacağım”.
Yaşar Kemal öldü
Yaşar Kemal, solunum bozukluğu ve kalp ritim bozukluğu sebebiyle hastaneye kaldırılmıştı. Tedavi gördüğü hastanede 28 Şubat 2015’te hayata gözlerini kapadı. Organları artık onu daha fazla hayatta tutamamıştı.
Belki organları yaşamasına yetmedi, ama kaleminden dökülmüş her bir sözcük bugün onun yaşayan yüzü.
Yüreği sevgi dolu, acıyı iliklerine kadar öğrenmiş ve en çok insanlar savaşa düşman olsun diye kitaplar yazmış bir Yaşar Kemal geçti bu dünyadan…
İyi ki…
Bununla bitirirdim, ama bugün onun doğum günü. Sadece bir yerlerden duyuyorsa ben, ona, bir kere de yazımın sonunda “İyi ki doğdun, iyi ki vardın!” demek istiyorum; iyiye, güzele dair ne varsa, bir kez daha onu anarak hatırlamak için…
Sevgimle…
Not:
Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.
Daha Fazla Yorum Yükle
0 Yorum Yapılmış