Aybüke SENGİR/ aybukesengir@ensonhaber.com Ağzınla kuş tutsan nafile: Günlük hayatta sıkça kullandığımız bu deyimin kökeni Osmanlı dönemine kadar uzanıyor. Fransa’yla iyi ilişkilerin kurulduğu bir dönemde İstanbul’a gelen Fransa elçisi, Topkapı Sarayı’nda padişahın huzuruna kabul edilmeyi beklediği sırada işinin acele olduğunu, bir an önce padişahla görüştürülmesi gerektiğini söyleyince şu cevabı alıyor: “Şevketli padişahımız bugün çok hiddetli. Biraz önce külahından tavşanlar çıkaran, alev alev yanan çubukları ağzında söndüren, havaya uçurduğu kuşu birkaç sözüyle geri döndürüp ağzıyla ayaklarından yakalayan hünerli bir hokkabazı dahi huzurundan kovdu. Senin anlayacağın, ağzınla kuş tutsan nafile, ama yine de büyük bir hünerin varsa söyle, zat-ı şahaneye arz edeyim.”
Ateş pahası: Dönemin padişahı Kanuni Sultan Süleyman, yanındaki maiyetiyle birlikte Halkalı’da ava çıkıyor. Fakat hava birden bozuyor ve sağanak yağış başlıyor. Padişahla adamları mecburen karşılarına çıkan ilk eve sığınmak zorunda kalıyorlar. Ev sahibi ocakta bir ateş yakıyor ve böylece padişah elbiselerini kurutuyor. Elbette evin sahibi bu misafirlerin kimler olduğunu bilmiyorlar. Padişah, bu durum karşısında yanındakilere dönerek; “Şu ateş bin altın eder” der. Havanın iyice bozması neticesinde padişah ve adamları geceyi orada geçirmeye karar verirler. Ev sahibi misafirlerinin oldukça zengin kişiler olduğunu düşünür ve sabah evden ayrılırken borcunu soran padişaha “Bin bir altın” cevabını verir. Ateşin değerini padişahın biçtiğini, konaklamanın ise bir altın değerinde olduğunu ayrıca belirtir. ‘Ateş pahası’ deyimi de bu olay neticesinde ortaya çıkıyor.