Stefan Zweig’ın hayatından derin izler taşıyan öyküler kitabı: Ay Işığı Sokağı
Ergül Tosun

Geçtiğimiz gün bilgisayar başında harıl harıl çalışırken kapının zil sesiyle kendime geldim. Kapıyı açtım. Karşımda kargo görevlisi, elinde bir paketle karşımda duruyordu. Kargolar beni oldum olası heyecanlandırır. Gelenler elbette kitaplardı. Paketi özenle açtım ve elime gelen ilk kitap Stefan Zweig’in Ay Işığı Sokağı kitabı oldu.

Zweig’in pek çok kitabını okudum. Ve hemen şunu belirtmek istiyorum; yazarın yaşadığı hayat her açıdan zorluklarla doludur. Bir insan bunca sıkıntı ve ölüm tehditleri arasında bu kadar kitaba nasıl zaman ayırır diye düşünmeden edemedim. Neyse sevgili kitapseverler gelelim asıl konumuza.

Yani kitaba…

Pakette başka kitaplar da vardı, onları da okuyup bitirdiğimde burada sizlerle paylaşacağım. Daha birçok kitabın incelemelerini, haberlerini bu sayfada göreceksiniz. Tabii ki Kitap Ayracı sayfasının sıkı bir takipçisi olmanız umuduyla.

Akşam kitabı elime aldım ve okumaya başladım. Sanırım bir saatte kitabı bitirdim; kenara koydum, üzerine düşünmeye başladım ve sonra da bu naçizane yazıyı kaleme aldım. Zweig, 20.yüzyıl kara yazgısının kurbanlarındandır. Ay Işığı Sokağı da bu kara yazgıdan fazlasıyla nasibini almış. 70 sayfadan oluşan kısacık kitabı bir çırpıda okuduğumda yazara bir kez daha saygı duydum.

Stefan Zweig’in edebiyatında acı, keder, ölüm, kaçış, aşk, özlem, ümit, ayrılık ve vatan hasreti var. Üç öyküden oluşan bu kısa kitapta yazarın hayatından derin anlamlar çıkartacak ve aynı şekilde Zweig'in yaşamından damıtılmış satırlar okuyacaksınız. Öykülerin adları şu şekilde; (sırasıyla) Bezginlik, Ay Işığı Sokağı ve Leporella…

Sayfa: 70

BEZGİNLİK...

Kitaba da adını veren Ay Işığı Sokağı öyküsünü çok sevdim ama sayfaları çevirdiğinizde sizi ilk karşılayan Bezginlik öyküsünü sabırlı okurlar için kısaca bahsedeyim. Üniversitede okuyan Liebmann adlı gencin sınıfa geç gelmesiyle başlayan ve hocasıyla anlaşmazlığı üzerine kurulu bu öyküde; hayatından, ideallerinden, gelecekten vazgeçen; umudunu kaybeden Liebmann’ın çırpınışlarını göreceksiniz. Delidoludur, hiçbir lafın altında kalmaz hazırcevaplığıyla bilinir. Nitekim hocası anlatılan konunun Liebmann’dan tekrar etmesini isteyince, olanlar olur.

Liebmann, “İstesem yineleyebilirim.”

Hoca; “Öyleyse yinelemek istemiyorsunuz.”

Liebmann; “Hayır istemiyorum çünkü anlattığınız boş bir gevezelikten başka bir şey değil.”

"SİZ BİR KÜSTAHSINIZ..."

Yıldırım düşmüş gibi oldu. Bu konuşmayı izleyen, beklenti dolu yüzlerdeki gülümsemeler donup kaldı. Sınıftaki gerilim yüklü atmosferden, çok önemli trajedinin doğmakta olduğunu herkes hissetmişti. İçlerinde en sakini Liebmann’dı. Sert bir karar almıştı çünkü böyle olmasını istemişti. Şimdi de olan olmuştu. Bu beklenmedik sözler karşısında öğretmen şaşkınlığa düşmüş olsa da çok geçmeden kendini toparladı. Liebmann’ın üzerine yürüdü, soluk soluğa, heyecandan titreyen bir sesle şöyle dedi;

“Siz bir küstahsınız. “

“Küstah sizsiniz.”

Bu sözler öğretmenin sözlerini yarıda kesti. Sonra ansızın, saç saça baş başa dövüşür gibi ortalık toz duman oldu. İlk önce kimin el kaldırdığını kimse bilmiyordu; ama her ikisinin de öylesine öfke bürümüştü ki, bu öfke ister istemez vahşiliğe dönüştü. Her şey bir saniyede olup bitmişti. Liebmann şapkasını askıdan alıp sınıftan dışarı fırladı, kapıyı arkasından şiddetle çarptı, sokağa koştu, bir amacı, bir planı olmadan koştu.

Stefan Zweig

SÜRGÜN EDİLDİ, KİTAPLARI YAKILDI

İşte Bezginlik öyküsünün kısa bir özetini sizlere anlattım. Bu sahneyi okuyunca içimden "Acaba yazarın başında böyle bir olay mı geçti?” sorusunu da soramadan edemedim. İkinci Dünya Savaşı başladığında ve Almanya bütün Avrupa’yı hatta dünyayı kasıp kavurduğunda Stefan Zweig ve diğer aydınlar için de sonun geldiği dönemdi. Hitler’in Yahudi düşmanlığı tüm hızı ve acımazlığıyla devam ederken Zweig da çok sevdiği karısı ile kaçış planları yapıyordu.

Kitapları yakıldı, yasaklandı. O dönem kimin evinde Stefan Zweig’ın kitabı bulunursa büyük bir suçtu. Zaten Zweig eserlerinin çoğunu sürgün hayatı yaşarken yazdı. Elimdeki kitap da sürgün hayatının bir ürünüdür. Almanya herkes için güvenilir ülke olmaktan çıkmıştı. İşte böyle bir ortamda ülkesinden ayrılan Zweig, Brezilya’ya sürgün gitti.

Orada da öldü.

Karısı Lotte ile intihar ettiğinde takvimler 22 Şubat’ı gösteriyordu, tarih ise 1942 idi.

ergul.tosun@ensonhaber.com.